Çarşamba Mayıs 8, 2024

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Orhan Veli Kanık’ın, “Anlatamıyorum/ Ağlasam sesimi duyar mısınız,/ Mısralarımda;/ Dokunabilir misiniz/ Göz yaşlarıma, ellerinizle?”;[3] Nâzım Hikmet Ran’ın, “Ne güzel şey hatırlamak seni:/ Ölüm ve zafer haberleri içinden,/ Hapiste/ ve yaşım kırkı geçmiş iken,”[4] dizelerini anımsatan duyarlılıkla kaleme alınmış bir lahzada keyifle ve sarsılarak okuduk...

* * * * *

“Onun için…” (s.7) ithafıyla başlayan yapıt, bir yanıyla ilan-ı aşk sanki:

“Sevda rayihasi yayan/ Savruklu, kavruklu/ İki acı esintiyiz…” (s.16) diyor.

“Ilgıt ılgıt esersin/ Hücreme/ Ülkem kokulu tenin/ Doluşur birden/ Çepeçevre her yere…” (s.36) vurgusuyla pekiştirilen sevda yoğunluğunu “Ben ki sende bildim sevdayı/ Sende gördüm kavgayı/ Ve tutuşan yüreklerimiz gibi/ Sende tattım acıyı,” (s.103) beyanıyla pekiştiriyor.

Bu kadar da değil! “Sen ki/ İlk durağıydın hayatımın/ Her anıma damga vurandın/ Yıldızlı günlerime/ Işıl ışıl/ Ve pırıl pırıl damlayandın/ Nankörlük olur bunu unutmak/ İhanet olur/ Kalleşlik olur/ Unutmadım hiçbir zaman/ Seni/ Unutmayacağım/ Unutturmayacağım…” (s.100) ya da “Ne dil ile/ Ne gönül ile/ Anlatamam seni/ Bağışla beni…” (s.88) imkânsızlığıyla özdeşleşmiş tutkularla ütopyası iç içe geçiyor -çok ama pek çok şeyi tarif eden- “Sarı sen/ Kırmızı sen/ Yeşil sen…” (s.57) dizeleriyle…

Tam da burası Emil Cioran’ın, “Her şeye rağmen sevmeye devam ediyoruz ve bu ‘her şeye rağmen’ bir sonsuzluğu kapsıyor”; Halil Cibran’ın, “Aşk, mevsimlerin yardımı olmadan büyüyüp açan tek çiçektir”; William Shakespeare’ın, “İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar”; Metin Altıok’un, “İnsan, insana eklenmedikçe hiç bir anlam ifade etmez,”[5] saptamalarını anımsatır…

Aşk, sevda hayata anlam katar, yaşamı değerli kılar. Fuzuli, “Aşk imiş her ne varsa âlemde/ ilim bir kıyl ü kal imiş ancak,” diyerek aşkı tanımlamış; Eşrefoğlu, “Aşk odunu yanmayanın kalbi safi olmaz” teşhisini dillendirmiş; La Fontaine, “Sevgiyi insanları hayallere sürükleyen tutku” biçiminde tarif etmiş; Balzac da “Aşkın insanı alıp sürüklediği”ne dikkat çekmiştir.

Gerçekten de Seyrani’nin, “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş kıyamete kadar sökülmez” deyişi boşuna değildir.

Aşk, insanın iyiye, doğruya, güzele mahkûmiyetidir; etkili, itici güçtür. Bu bağlamda Bernard Shaw, “Aşk insana ağırbaşlılık, güzellik verir,” diye yazarken; Nurullah Ataç da, “Aşk bizi bencilliğimizden temizler” öngörüsünü dillendirir.

Kimilerine “abartılı” gelse de, “Aşk varsa, gerisi teferruattır; insan(lık)ın içi aşkla, nefesle, şiirle dolarsa, sevincin de içi içine sığmaz.

Kolay mı? Öncesiyle sonrasıyla hayatımızı derin biçimde etkisi altına alan durumdur aşk!

“Nasıl” mı?

“Her aşk insan ruhunu zenginleştirir. Yenildikçe küçülen ekmek parçası değildir aşk, harcandıkça artan bir güçtür. Daima daha derinliğine, daima daha sık ve daima daha fazla fedakârlıkla sevmek, işte büyük gönüllerin çetin yolu”dur.[6]

Çünkü “Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır.”[7]

Bunlar Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’sinde tüm netliğiyle şiirine yansımışken; bir çocuk içtenliğiyle itirazın dizeleri birbirini izler…

* * * * *

“Çocukça yaşamak”tan (s.31) vurgusuyla, “Farklıydık oysa/ Maviden içkindik mesela/ Sevdadan içre” (s.15) der ve ekler: “Çıplak ayaklı, asi bakışlı/ Esmer çocukların/ Kalbindeki sevginin/ Tezahürüyüm/ Ben!” (s.56) “Vatanımı sordular bana/ ‘Yitik Ülke’ dedim”! (s.49)

Devamla “Acıdan pay çaldım/ Zulmün Çernobil’indeyim” (s.17); “Sanıyorlar ki/ İlelebet sürdürecekler/ Bu dayak, bu falakayı/ Bu zulüm, bu ölümü…” (s.20); “Tarihin sayfalarında görüldüğü gibi/ Bu devir kapanacak/ Bu çağ atlanacak/ Ve saraydaki şatafat/ Çocuk kahkahalarıyla sallanacak…” (s.23) haykırışıyla özetler insanlık hâl(ler)ine karşı net duruşunu…

Hasan Şeker’in karşı çıkışı; Cemal Süreya’nın, “Şiir bir karşı çıkma sanatıdır,” saptamasını anımsatır.

Evet şiir, insanlık hâl(ler)i felaketine “Hayır” demekle mükelleftir.

Çünkü “İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”[8]

“İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yaranacak mısın, aşırı gitmekten hiç korkma. Yalan söylediğin istediği kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa. Pohpohu bastınız mı, en gülünç, en yüzsüzce söylenmiş sözleri bile yutuyorlar.”[9]

“Modern insan, kendisinden kopmuştur.”[10]

“Gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır.”[11]

Özetle: “Dünya sallanıp sarsılıyor, biz bu kalın duvarlı evin içinde işgüzar ve epeyce de heyecanlı vızıldayıp duruyoruz.”[12]

Şiir bu hâle karşı çıkmalıdır.

Çünkü Sabahattin Ali’nin, “Fakat dünya insan olmayan insanlarla doludur”; Louis Aragon’un, “Sakın görünüşe aldanma, görünüşte herkes insandır”; Albert Einstein’ın, “İnsanlar arasında kendi gözüyle gören ve kendi yüreğiyle hissedenler çok azdır”; Özdemir Asaf’ın, “İnsanlar, insanların içinde insana hasret yaşarlar,” betimlemeleriyle malûl tablo insan(lık) dışıdır ve de Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle, “Bir insan için en zor şey, her gün insan kalabilmektir.”

* * * * *

“Neresi olursa olsun/ Bir yerde apaçık zulüm varsa/ Onu ifşa etmeli insan/ Ve kabul etmemeli bunu/ Bilakis, isyan bayrağı çekmeli!” (s.128) dizelerindeki üzere, sorgulayan duyarlılığı ile Hasan Şeker’in kitabı bir kez daha Ülkü Tamer’in, ‘Şiir İçin Cevaplar’ını doğrulamaktadır:

“Şiir ölümün gölgesidir,/ yaşamanın örtüsü./ Çocuğun savunmasıdır şiir.//

Şiir ateşin habercisidir,/ yangının kundakçısı./ Yanardağın üstündeki kuştur şiir.”

 

12 Nisan 2023, 20:16:41, İstanbul.

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergisi, No:262, Mayıs 2023…

[1] Veysel Çolak, “Aslıhan Tüylüoğlu Veysel Çolak ile Eskimiyen İçin Görüştü”, 23 Haziran 2020… https://eskimiyen.com/siirsiz-toplum-eksik-siirsiz-insan-yalnizdir-aslihan-tuyluoglu-veysel-colak-ile-eskimiyen-icin-gorustu/

[2] Hasan Şeker, İki Acı Esinti, Ar Yay., Şubat 2023, 129 sahife.

[3] Orhan Veli Kanık, Garip, Şiir Hakkında Düşünceler ve Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler, Yapı Kredi Yay., 2014, s.58.

[4] Nâzım Hikmet Ran, Henüz Vakit Varken Gülüm, Yapı Kredi Yay., 2008, s.46.

[5] Metin Altıok, Şiirin İlk Atlası, Kırmızı Kedi Yay., 2006, s.126.

[6]  “Ben benim, sen sensin; biz yalnızca aşkta tekiz.” (Aleksandra Kollontai, Marksizm ve Cinsel Devrim, çev: Aysem Göztok, Bilgi Yayınevi, 1974, s.81.)

[7] Erich Fromm, Sevme Sanatı, çev: Işıtan Gündüz, Say Yay., 1981.

[8] Fyodor Dostoyevski, Budala, çev: Ayhan Aktar, Güven Yay., 2008.

[9] Molière, Cimri, çev: Sabahattin Eyüpoğlu, İş Bankası Yay., 2006.

[10] Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri-Nietzsche Heidegger Foucault Derrida, çev: Tuncay Birkan, Say Yay., 1998.

[11] Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı, çev: Cevat Çapan, E Yay., 1984.

[12] Ingmar Bergman, Büyülü Fener, çev: Gökçin Taşkın, Afa Yay., 1990, s.42.

 

1209

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Sayfalar