Salı Nisan 30, 2024

Aslı Ceren Aslan:Aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlarız biz!

“ Sesim belki zayıf ama iradem hayır Aşksız, dirilmiş hissediyorum kendimi.” ( Ahmet Ahmatova )

Sovyetler’in ilk dönemlerinde kadının dilinden yazan, kendisine ve hemcinslerine, erkek egemen sistemin dayattıklarına tüm cesaretiyle karşı koyan, dokunulmaz-konuşulmaz kılınan “ikili ilişkilere” dair ezber bozan bir şair Anna Ahmatova. Aleksandra Kollontai, “Marksizm ve Cinsel Devrim” adlı eserinde yeniyi yaratırken ikili ilişkilerin de bundan kaçamayacağını belirtiyor ve kitabının bir bölümünü Anna’ya ayırıyor. Kollontai, bu bölümünde Anna’nın yazdığı şiirlerin neden kadınları bu kadar yakaladığını inceliyor. Sovyetler’de yeninin inşa edildiği bir dönemde komünist olmayan bir şairin kadınlara bu denli hitap etmesini sorgulayan Kollantai cevabı şu şekilde veriyor. “Ahmatava genellikle ‘kadın’ türküsü değil, yaşam yolunu çalışmayla bulan yeni yapıdaki kadının türküsünü söylüyor.”

Erkek egemen sistemin bin yıllardır bağımlı kıldığı kadının, bu bağımlılığını övgüler dizerek besleyen bir şair değil Anna, bu bağları gözler önüne serendir. Bu yönüyle eskinin değil, yeninin yanında yer alandır. Kadınları çeken ise budur! Sorgulanamaz kılınan, yüceltilen aşk ve cinselliğe dair açıklıkla yazan Anna, Sovyetler’in sosyal, siyasal ve ekonomik yenilenme ve eskiyi yıkma sürecine, ataerkilin manevi tutsaklığı ürettiği ikili ilişkilere dair korkusuzca yazarak katkıda bulunuyor. Manevi tutsaklığı dile getirişinin karşılığı elbette var; Sovyetler’de pek çok kadın aşkın prangasından sıyrılarak, iradelerine kavuşarak yenilemeye gidiyor.

Bugüne gelecek olursak… Kadın mücadelesinin deneyim ve birikimi var olan gücümüzü keşfetmemizi sağlıyor; pek çoğumuz Anna gibi gerek toplumsal gerek ikili ilişkilerde erkek egemen sistemin besleyip büyüttüğü cinsiyet rollerine karşı koymayı seçiyoruz. Kalıpların-sınırların dışına çıkarak manevi tutsaklığımızı yenmeye çalışıyoruz. Aşkı hayatının merkezine koymayan, onun “manevi tutsaklığına” boyun eğmemeyi seçen, erkeğin yansıması olmayı reddedenlerimiz gittikçe çoğalıyor. Kendi olmayı tanıyan; sevdiği-sevmediği, istediği-istemediğini ortaya koymaya başlayan; kimliğinden ödün vermeksizin yansıma olmayı reddediyoruz artık. Çünkü erkeğin yansıması oldukça mutlu olacağımızı zannettiğimiz zamanlar ötede kalmaya başladı; bunun en büyük mutsuzluğumuz olduğunu kavrıyoruz. Kendimizi tanımadan, erkek egemen sistemin biçtiği rollerle kendimiz olmaktan çıkarak bin yıldır unutturulmaya çalışılan “ben”imizi keşfetmek bizlerin bocalamasına sebep oluyor.

Bu bocalayış ikili ilişkilerde de karşımıza çıkıyor. Sıklıkla hayal kırıklığı yaşıyoruz fakat vazgeçmeyerek kendimizi keşfetmeye devam ediyor, keşfettikçe güçleniyoruz. Zorlansak da “sevgilinin hatırı için, aşk adına bile olsa kendimizi yadsımanın bir cinayet” olduğunu görüyoruz. Kadın katliamı sadece bedensel olarak gerçekleştirilmiyor, kimliğimize de yansıyor bu katliam. Erkeğin yansıması olarak katlediliyoruz hepimiz, hiçbirimizi es geçmiyor bu durum. O nedenle, geçerli olanı yıkmak zorlasa da bizi, kaybedeceğimizin farkında olarak vazgeçmiyoruz.

Feminist hareketin çok önemli bir belirlemesi var aşka dair: “Eşitlik yoksa, aşk da yok!” Bu belirlemeyi kaba şekilde “aşkı hayatımızdan sileceğiz” şeklinde ele almamak gerekiyor elbette. İkili ilişkilerde erk-ek tarafının kurduğu iktidar, kadının silikleşmesi ile can bulurken bunun yarattığı durumlar “aşk” olarak benimseniyor. Oysa ki aşkın bu olmadığını, buysa da bu haliyle kabul etmeyeceğimizi haykırıyoruz artık. Erkeği koruyan, kollayan; kadını ise bağımlı, korunan ve kollanan olarak resmeden “aşk”, toplumsal alanların ikili ilişkilerdeki yansımasını ortaya koyuyor. Erkek dünyalara açılırken kadının bir yerde beklemesi; “kıyı” olmayı benimsemesi gerekiyor. Kadının dünyalara açılması imkansız! Çünkü erkek “kıyı” olamaz, bekleyemez! En bilinenler fiziksel-cinsel şiddet olarak karşımıza çıkarken psikolojik şiddet “inceltilmiş” yöntemlerle bizi buluyor. “Sevmek fedakârlık gerektirir” düsturu ile psikolojik şiddete boyun eğmek ise “sevmek” oluyor. İstemediğimiz cinselliğe kaybetmeme korkusuyla; “aman gözü dışarıda olmasın” diyerek katlanıyoruz. Ve bu da “sevgi, aşk” oluyor!

Neyse ki artık bütün bunlar gizli-saklı köşelerde kalmıyor. Yeni Demokrat Kadın’ın dergi ve internet sitesinde yer alan pek çok deneyim ile yaşadıklarımızı paylaşmamız ve onlarla hesaplaşmamız, gizli-saklıyı, dokunulmaz-konuşulmazı reddettiğimizi göstermiyor mu? Deneyim paylaşımlarımızla, apolitik görünen tamda politik olduğunu, birbirimizle ne kadar farklı ama bir o kadar da aynı olduğumuzu, “tekil” sayılan olayların “çoğul” olduğunu görüyoruz. Bu paylaşımlarla, ataerkiye karşı güçleniyor; kadın dayanışmasının gerçek anlamını keşfediyoruz.

Diğer yandan Sovyetler’de Anna’nın şiirlerinde kendilerini bulan kadınlar gibi bizler de Furuğ Ferruhzad’da, Didem Mamak’da, Tezer Özlü’de onlarca cümle ile anlatamayacaklarımızı bulmuyor muyuz?  Didem Mamak, “Kanatlarım da sigara yanıkları/gül diye okşadım onu yıllarca” derken derdimizi iki cümle ile tek kertede anlatmıyor mu? “Aşk”, “sevgi” diye diye yıllardır kanatlarımızda söndürülen sigara yanıklarının farkına varıyoruz. Kıskançlık ile kısıtlanmışlığımız, zincire vurulmuşluğumu mesela. “Seven kıskanır”ın gül diye okşamışlığımıza denk düştüğünü… Erkeğin yüreğinden geçen yolun midesi ile aynı istikamette olması mutfağa hapsederken bizi, emek-emek daha fazla emekle sigara yanıklarımız artıyor. Acıyı sevgi belletenler yanıkları görmemizi engellerken, kadın mücadelesi ile yanıklarımızın farkına varıyoruz.

Kanatlarımızı özgürlüğe açmak için çırpınıyoruz.

“İkili ilişkiler”in bir başka boyutu ise evlilik. Artık imzalar yoluyla onaylanan prangayı Furuğ “Tutsak” isimli şiirinde, genç bir kadının “altın halka”nın anlamını keşfetmesiyle şöyle açıklıyor: “Kadın perişan oldu/ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka/kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek/için için ağladı.” Genç kadının “altın halka”nın sırrına varışı, bu sırrı kavrayışı ve ardından yaktığı ağıttır bu. Acıları aşk zannetmek, “ben” i kaybederek “biz” olduk diye sevinmek… Ya da Tezel Özlü’nün yazdıklarına bakalım bir de; “Biz belki de kendi kendilerine yaşaması gereken ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız.” Yani Furuğ’un şiirinde “altın halka”yı, onun anlamını keşfeden kadının ataerkilin işlediği toplum nedeniyle kulluğa-köleliğe maruz bırakıldığı açık değil mi? İçerisinde bulunduğumuz sistem, “hastalıkta, sağlıkta…” ile başlayan sözlerle iki kişiyi birbirine mahkum kılıyor, ikiyi çoğaltmayı ancak doğan çocuklara endeksliyor, toplumsallaşmayı ise yok sayıyor.

Pek çok kadın yazar-şair yaraları ile yaralarımızı sunuyor bize. Farkına varan değişim-yıkım için çabalayan, kendini keşfeden kadınlarız biz. Ancak tüm bu keşiflerimiz erkek egemen sistemin güçlü oluşu nedeniyle eziyor bizi. Bilincimiz uyandıkça çoğu zaman acı çekiyoruz. Kapalı olan gözlerimizin açılışının bocalayışı altındayız. Çünkü Kollantai’nin de ifade ettiği gibi “yeni” henüz pek uzak!

Her ne kadar acıda çeksek, bocalasak da duyargalarımızın açılışı parçalamayı, var olan sınırları reddetmeyi beraberin de getiriyor. Pek çoğumuz tutsaklığa geri dönmeme amacıyla acılarımızı, bocalayışlarımızı güce çeviriyoruz. Bizler aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlar olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyoruz.

(Tutsak Yeni Demokrat Kadın aktivisti Aslı Ceren Aslan)

39721

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Türk Sermaye Devletinin Demokratik Kürt Ulusal Direnişine Çarpan Emperyal Hayalleri

Türkiye Emperyalist mi?

3-      Türk sermaye devleti, özellikle son on yıldır yeni arayışlar peşindedir. Daha önce de yeni nüfuz alanları elde etme çabaları olsada, son on yıllık süreçte bu çaba, milli gelirdeki yükselişle koşut gitmektedir.

4-      Kapitalizmin karakteristik özelliği, büyümek ve bunun içinde yeni pazar alanları, yeni nüfuz (egemenlik) alanları elde etmektir. Bu, savaş ve işgalle olduğu gibi, sermaye ihracıyla da olmaktadır. 

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

HDK AVRUPA KURULMASINA DAİR YAKLAŞIMIMIZ

ATiK Konseyi Avrupada demokratik – devrimci örgüt ve kurumların birlikte mücadele yürütme konusunda yeni birlik platformu tartışmalarına ilişkin olarak HDK-A ( Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa) örgütlenmesi önerisini tartışarak görüşünü açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre, ATiK Demokratik Güçbirliği platformlarının ( DGB ) devam ettirilmesini daha uygun olduğuna karar vererek, HDK-A platformu tartışmalarına eleştirel yaklaşımını da açıkladı.
Yapılan değerlendirme ve açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ankara saldırısını “YPG Yapmıştır”-Dursun Ali Küçük

*TC nihayet senaryoyu yumurtladı…

Özür ve yüzlesme

Ermeni Soykırımı'nın 100.yılı anma etkinliklerinde,geride bıraktığımız 2015 yılında Türkiye'den beklenilen Özür açıklaması yine gelmedi.Acaba bir yüz yıl daha mı beklenecek ?Bu duruma şaşırmadık.İnsan veya toplumun kendi geçmişi ile yüzleşip özür dilemesi,hiç bir zaman onu değersiz kılmaz,küçük düşürmez,aksine yüceltir.Uluslararası alanda ise saygın konuma getirir.Bunun çeşitli örnekleri mevcuttur.Aksi hallerde ise Katil devlet,veya Barbarlar olarak anılmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Faşizmin daha karanlık günlerini yaşamak istemiyorsak, KÜRT ulusunun direnişine destek ver

Yıllardır emperyalist gerici savaşları ve amaçlarını yazdık, dilimizin döndüğünce söyledik. Emperyalistler arası savaş koşulları hızla Ortadoğu'da yayılıyor. Bugün bu gerici emperyalist savaşa karşı tavır almak, bölgemizde ve dünyada gelişen savaş kışkırtıcılığına karşı tavır almak insanlık görevidir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalist devletler yaşadıkları ekonomik sermaye krizini, Ortadoğu’da, Baltıklarda ve Ukrayna'da derin emperyalist savaş krizine dönüştürülmüş durumda. Savaşı, yalnızca tankla, topla, nükleer silahla yürütülen bir yol olarak anlamamalıyız.

"Mevzuatı Koyun Bir Kenara, Zihniyeti Devreye Sokun"

Erdoğan'a kim "Reis" ismini yakıştırıp takmışsa tam isabet tutturmuş. Kutlamak gerekir bu isim uzmanını! Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı değil de, tıpkı bir sokak kabadayısı. Ülkeyi gayrı resmi kanunlarla yöneten, kendi koyduğu yasaları dahi hiçe sayan, korsan kanunlara ölesiye sevdalı, "astığım astık, kestiğim kestik! Kimse bana karışamaz!" heytleri çeken; anlı şanlı, aynı zamanda her tarafına insan kanı bulaşmış ‘Reis’ Recep... 

AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”

AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.

Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar. 

Sayfalar