Perşembe Mayıs 9, 2024

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Azaduhi, bir asır önce halkının geçtiği sürgün yollarından geçerek katlandı yeni acılara. Azaduhi’nin yaşam hikayesi geçtiği yollar kadar uzundur. Ermenileri nar tanesi gibi etrafa savuran soykırım kadar acılıdır hikayesi. Azaduhi’nin kimlik bilgilerini kaydeden Hollandalı görevli hiç merak etmedi Lice-Sarnes köyünün haritada yerini. Oysa kaç farklı kimlik kaydı yaptırmak zorunda kalsa da Azaduhi hiçbir zaman Amed Lice kimliğini taşımaktan vazgeçmedi.

İsmi gibi özgürce yaşayamayan Azaduhi, acılarını koynuna, memleket özlemini içine atarak büyüdü. Ömründen, günlerinden her şeyi çalınıp alınarak vakti gelmeden önce bu dünyadan göç ettiğinde geride unutulması zor bir abla hikayesi bıraktı.

Soykırımın sürgün çocukları Ermeniler, gittikleri her yere doğdukları memleket hasretlerini ve geldikleri yerin künyelerini kendileriyle birlikte taşıyıp götürdüler. Asla gittikleri yerde “yerli” olmadılar. Yıllarca Suriye’de, Beyrut’ta, Fransa’da, Hollanda’da yaşasalar, çocukları sürgün gittikleri topraklarda doğsalar bile asla Liceli, Dikranagerdli, Malatyalı, Sasonlu, Vanlı, Bedlisli olmaktan vazgeçmediler. “Nerelisin” sorusunun tartışmasız yanıtı “Liceliyim… Diyarbakırlıyım, Urfalıyım” oldu.

Sürgün çocuklarının doğup büyüdükleri topraklara bağlılıklarının bu denli güçlü olması nasıl açıklanabilinir? Azaduhi hiçbir zaman ne İstanbullu ne Hollandalı oldu. O hep Liceli, hep Diyarbakırlı kaldı. O hep doğup büyüdüğü yerin resmini ömür boyu koynunda taşıdı. Dikranagerd’ine, Xançepek mahallesine ve toprağına bağlı kaldı. Kendisi dolaşamazsa da çocukluk ve hasretlik anıları Amed’in kuçelerinde dolaşmaktan asla yorulmadı.

Bayramlarda yaptıkları çörekleri komşuları Kürt kadınlarıyla birlikte Xevşine (avlusuna) çağırıp onlara sunmaktan geri durmadı. Aradan yarım asır geçse bile Amed şivesiyle Türkçe konuşmaktan utanmadı. Ne doğduğu toprağından ne konuştuğu kırık Türkçesinden ne de Lice Ermenicesinden bir an olsun uzaklaşmadı. O hep toprağının rengiyle doğal kaldı. Kendilerini sürgünlerde mülteci yaşamına mahkum eden soykırımcı devleti lanetlemekten bir an olsun vazgeçmedi. Benzer zulmü Kürtlere yaşatan devlete karşı da isyan duygulu oldu. Beyaz tülbentli barış analarına baktığında hep Diyarbakır’ın Ermeni analarını hatırladı. Kaderlerini başlarına bağlayarak yaşama tutunan kadınların bu kadar birbirine benzemesinin sorusunu her daim kendine sordu.

Neden analar bu kadar birbirine benzer?

Hayret ve şaşkınlık duygularıyla halkların hakikatini aradı. Amed’in isyankar ruhunu yaralı koynunda hep bir silah gibi gizli sakladı.

Paylarına 12 Eylül’ün en ağır zulmü, kardeşine Diyarbekir 5 Nolu Zindan işkencesinin en belalısı düştüğünde, faşizme olan kin ve öfkesini Fiskaya’nın taşlarına büyük harflerle yazdı. Dalgın gözleriyle anılarının yolculuğuna çıktığında yüreğinin bu kadar fazla acıya dayanamayacağını hiç düşünmedi.

Hangi soykırım kadını ve çocuğu kendilerine anlatılan gizli saklı soykırım hikayelerini unutabilir?

Ax Lice! Kaç kez zulüm ateşinde yandın. Kaç kez zulüm ateşi içinde gözlerin önüne döküldü. Kaç Ermeni kadının önce göğüs uçları, sonra sarı saçları kesilerek haramilerin beylerine sunuldu! Bu zulmü hangi yürek kaldırabilir?

Ermeni soykırım sürecinde 1914 yılında Lice’de nüfusun yarısından fazla, -6 bin civarında- Ermeni yaşar. Etrafındaki dağlık bölgede ise dağınık bir şekilde 32 köyde yaşarlar. Bütün bölgelerde Ermenilere uygulanan imha ve yok etme politikasının bir benzeri de Lice’de uygulanır. Önce silah bulma bahanesiyle evlerde aramalar yapılır. Lice’nin ileri gelenleri, zenginleri, din insanları tanınan aydınları toplanır. Tutuklanır. Bunlar toplu halde Lice’nin güneyinde bulunan DEŞTASİPİ’deki mağaralara götürülür. Vahşice öldürülür. Ardından on yaşından büyük erkek çocuklar toplanır. Boğazları kesilerek katledilir. Geride kalan kadın ve çocuklar ölüm yolculuğuna çıkarılarak ölüm tarlalarında grup grup katledilir. Çok az sayıda insan şans eseri bir şekilde kurtulur. Lice etrafındaki dağ köylerinde yaşayan erkekler topluca katledilir. Kadın ve çocuklar bilinmez bir akıbete doğru sürgün edilir.

Lice’de Ermenilerin toplu imhasına onay vermeyen, katliama karşı çıkan Kaymakam Hüseyin Nesimi Bey, dönemin ittihatçı Diyarbakır valisi cellat Dr. Reşid tarafından emirlere karşı çıktığı gerekçesiyle katledilir. Bir sırtlana benzeyen bu doktorun soykırımcı kimliğinden sonra gelir hekimlik kimliği. Azılı bir Ermeni celladı olan Dr. Reşit, 1914 yılının başında atandığı Diyarbakır’da 56 bini aşkın Ermeni’nin katledilmesinden doğrudan sorumlu olan vicdansız bir İttihatçıdır. İttihat Terakki Cemiyeti’nin ilk kurucu kadrosundan biri olan Çerkes asıllı Dr. Reşid, “Hükümetin şerefini zedeleyen Ermenilerin meselesini halletmek” için “en kestirme usulü tatbik” eder. Bunun için en sofistike ve en etkili yöntemleri uygular.

Uyguladığı yok edici ve etkili yöntemlerin bir benzeri bugün yaşadığımız topraklarda Kürtlere uygulanır. Silah arama bahaneleriyle mahaleler kuşatılır. Giriş çıkışlar tutulur. Kamyonlara doldurulan aileler şehrin dışına çıkarılır. Alipınar köyüne götürülür. Değerli eşyalarının nereye saklandığı söylenmesi halinde canlarının bağışlanacağı söylenir. Kurtulma umuduyla sakladıkları değerli eşyaların yerleri söylemelerine karşın Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından boğazlarının kesilmelerinden kurtulamazlar.

Aynı şekilde İslam’a geçmeleri halinde canları bağışlanacağı söylenen 300’den fazla Ermeni ve Katolik Süryani hane halkı Müslümanlığı kabul eder. Müftü, din değiştirmelerini tasdik etme karşılığında Ermenilerden hatırı sayılı miktarda para alır. Yeni Müslüman olan Hıristiyanlar aradan birkaç hafta geçmeden tehcir edilir. Ve aynı katliam kaderini paylaşırlar. Diyarbakır’dan tehcir edilenlerin büyük çoğunluğu Diyarbakır’ın güneyinde Çarıklı, Kozandere, doğuda Şeytan deresi ve Kaynağ köyleri arasındaki Bıgutlan geçidinde katledilir. Bir elin parmaklarını geçmeyen insan sayısının dışında tehcir edilenlerin çoğu tehcir edildikleri yerlere varmadan katledilir. Ermenilerin çoğunluk olarak yaşadıkları altı vilayet Türkleştirilir. Böylece “Türkistan ve Kafkasya’nın yolu” İttihatçılara açılmış olur.

Azaduhi, dede ve yayalarının da içinde bulunduğu ölüm yolculuklarında can vermedi. Korku ve açlık da Azaduhi’yi öldüremedi. Özgürlüğüne kavuşma mücadelesi veren Azaduhi’yi, ne paranın ne de korkunun tanrıları öldürebildi. Ölüm onu en zayıf yerinde, memleket hasreti çekerken buldu.

1882

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Sayfalar