Cumartesi Mayıs 11, 2024

BATI BAĞIMLISI TÜRK BURJUVAZİSİ YÖN MÜ DEĞİŞTİRİYOR?

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra, darbenin arkasından tartışılan konulardan birisi de; “Türkiye eksen mi değiştiriyor?”

AKP-Erdoğan çevresine ve yandaş medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında ise, darbenin arkasındaki ABD ve AB istenmiyor. ABD ve AB medyasına bakıldığında ise Erdoğan'ın artık istenmediği gerçeği vardır.

ABD ve AB’nin Erdoğan yönetimini köşeye sıkıştırmak istediği ve hatta istemediği açık. Ancak, Türk burjuvazisi, ekonomik veriler ortadayken ne ABD’ye ne de AB’ye sırtını dönebilir. Tersi de olmaz. Yani, AB ve ABD’de Türk devletinin kendi kontrolleri dışına çıkmasına izin vermezler. Tersi bir durumda, AB ve ABD Türk devletini sıkıştırmak için elindeki tüm kozlarını masaya sürer ve o zaman da Türk burjuvazisinin kımıldıyacak bir yanı kalmaz.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ve ekonomik ve ticari ilişkilerinin yarıya yakını bu ülkeler ile sürerken, sırtını bu ülkelere dönmesinin olanağı yoktur. Türk burjuvazisi anti-emperyalist bir özelliği olduğu zaman bunu yapabilir ki, günümüzde anti-emperyalist bir "ulusal"  büyük burjuvazi bulmak da artık olanaksızdır. Tekelci burjuvazinin böyle bir niteliği zaten söz konusu değildir.

Türkiye, Şah’ın devrilip 1979 Şubat’ında Hümeyni’nin iktidara gelmesiyle eksen değiştiren İran gibi yapabilir mi? Yapamaz. Çünkü İran’da milli burjuva (sağ) bir devrim oldu. Devrimi gerçekleştiren burjuvazinin anti-emperyalist, en azından güçlü bir anti-ABD’ci bir yanı vardı. Ve bu devrime İran ulusal burjuvazisi önderlik etmiş olmasına karşın, işçiler, şehir küçük burjuvazisi ve köylüler de bu devrimin içinde güçlü bir şekilde yer almıştı. Hatta kendine sol ve komünist diyen örgütlerde bu devrime katıldılar. Sonradan bu hatalarını hayatları pahasına ödemek olsada...

Türkiye’de ise, Türk egemen sınıfların, Batı’yı (ABD ve AB) terk edip Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alması, Türk egemen sınıflarının bağımlılık ilişkileri çerçevesinde olası değildir. Başta buna, Türk egemen sınıfların büyük bir kesimi karşı çıkacaktır. Türk devletinin Batı’ya bağlı olan eksen ipini koparmaya RTE’nin ve arkasındaki “Anadolu Kaplanları” denen sermaye kesimlerinin de gücü yetmez. RTE’nin arkasında olduğu söylenen %50’nin gücü bu ekseni değiştirmeye yeter mi? Yine hayır! Çünkü bu “güç”ün de homejen olduğu söylenemez. Sermaye güçleri arasında bir ittifak ortaklığı söz konusudur.

Türk egemen sınıfların eksen değiştiremeyeceğinin en önemli etkenlerin başında, AB ve ABD sermayesinin Türkiye’deki gücü ve ortaklığının varlığıdır. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yarısı (%48,5)1 AB ülkelerine yapılmaktadır. Bunun 2015 yılı için tutarı 64 milyar ABD doları kadardır. Ayrıca, Türkiye’deki doğrudan yatırımların aslan payı AB ülkelerine aittir. Bu bile Türk egemen sınıflarının AB’ye ve AB içinde ise öncelikli olarak Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya gibi ülkelere bağlı olduğu anlamına gelir.

ABD ile Türkiye arasındaki ticari ilişki AB ile olduğu kadar büyük ve kapsamlı değildir. Türkiye ihracatının %4,4’ünü ABD’ye yapmaktadır. ABD’de toplam ihracatının ancak 0,6’sını Türkiye’ye yapmaktadır. Toplam ticaret hacmi ise 2015 yılında 17,5 milyar dolar2 olmuştur. Ancak, ABD ve Türkiye arasındaki esas ilişki, askeri alandadır ve Türk ordusu üzerinde ABD’nin ciddi etkinliği vardır.

Türk sermayesinin en büyüklerinin ortakları AB ve ABD ortaklıdır. Sermayeler bu derece içiçe geçmiş ve emperyalist Batı ağırlıklı sermayenin bir başka efendi seçmesi kendi ölümü demektir. Türk egemen sınıflarının böyle bir seçme hakları, bu ekonomik ve siyasal koşullar altında olmadığı gibi, bir başka yöne kayma gibi eğilim gösterdikleri anda, artık eski sermaye olamayacaklarını da, bizden çok kendileri daha iyi biliyorlardır.

Ayrıca, Türk egemen sınıfların, efendi değiştirme gibi bir dertleri de yoktur. Erdoğan’ın atıp-tutmaları, onun zayıflığından kaynaklıdır. ABD ve AB’ye “kafa tutuyor” gözükmesi, gözükmenin dışında bir şey değildir. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşemez. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşecek gibi olsa, Türkiye, Suriye gibi olmasa da, Irak’ın durumuna düşme olasılığı daha fazladır. İran saf değiştirdiği için, sadece ekonomik ve siyasal yaptırımlarla karşı karşıya kalmadı, ayrıca, 7-8 yıllık çok yönlü yıkıcı bir savaşa maruz bırakıldığı da unutulmamalıdır. Bu, ABD ve AB’lı emperyalistlerin “yüksek demokrasisi”nin bir gereğidir.

Türk egemen sınıfları Batıya sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da bağımlıdırlar. Türk ordusu NATO ordusudur ve onun dışında hareket edemez. Türk ordusunun elindeki silahlar ABD ve AB patentlidir. Darbe girişiminden sonra TSK içinde bazı değişikliklerin yapılması, Türk ordusunun PENTAGON ve CİA’nın kontrolünden çıktığı ya da çıkarılabileceği anlamına gelmez. Bugünkü koşullarda bu olası gözükmüyor.

Türk egemen sınıfların Rusya ile yeniden “barış”ması, bir zorunluluğun gereğidir. Türk sermayesi RTE’ye, Rusya’dan özür dileterek tükürdüğünü yalattı. Erdoğan sermayenin çıkarları dışına çıktığı ya da ona zarar vermeye başladığı anda kendisininde sonunun geleceğinin iyi biliyor. Yine İsrail ile ilişkilerin resmi düzeyde (ve kamuoyuna açık olarak) düzeltilmesi, daha doğrusu Türk devletinin geri adım atması, bugünkü ekonomik ve siyasal ilişkiler bağlamında kaçınılmazdı.

Türk egemen sınıfların “Osmanlı hayalleri” Kürt direnişine çarptı. Bunu daha önceki bir yazım (http://ruzgarl.blogspot.de/) da belirtmiştim. Osmanlıcılık AKP iktidarını darbe tehdidiyle karşı karşıya bıraktı. Daha ileri gitmesi ise artık olası değildir. Ayrıca “Kürt Sorunu”, Türk devletini, yeniden çevre komşularıyla “dost” olmaya zolayan önemli etkenlerden birisidir. Bu nedenle, Esad ile yeniden anlaşması uzak değildir.

Türkiye’nin islamlaşması Batı’yı fazla ilgilendirmiyor. Batı’yı ilgilendiren yan, Türk egemen sınıfların Batının isteklerini yerine getirmesidir. Sermaye akışının sağlanması, bölgesel çıkarların korunması, Batı sermayesinin büyümesine hizmet edilmesidir.

Ancak, AB ve ABD artık Erdoğan’dan kurtulmak istiyorlar. ABD açısından Erdoğan’ın işi, ABD’nin Suriye politikasının iflas etmesi ve gerilemesiyle bitti. Bundan sonra başka atlara daha fazla oynamaya çalışacaktır. AB için de bu geçerlidir. Bu nedenle de önümüzdeki süreçte Türkiye’nin farklı siyasal gelişme-çatışmalara gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

AB ve ABD, Erdoğan yönetimini uzun bir süre desteklediler. Çünkü, siyasal islam adı altında emperyalist neoliberal politikaların uygulanması ve sürdürülmesi, emperyalizmin çıkarınaydı. İşçi sınıfının baskı altında tutulması devrimci ve ilerici akmuoyunun dıştalanması ve marjinal bir konuma sokulması, RTE’nin politikalarıyla oldu. Bu nedenle de AB ve ABD burjuvazisi Erdoğan’ı el üstünde tuttular. 

Gelinen aşamada Erdoğan onların politikasına ters düştü. Erdoğan’da onlara, arakasındaki %50’lik güçle direnmeye çalışıyor. Ayrıca Erdoğan, bugün CHP, MHP gibi devlet partilerini de yanına alarak, içe ve dışa karşı “milli birlik” şovları yapmak zorunda kalıyor. Kukla başbakan ve bir çok bakan “laiklik” vurguları yapmak zorunda kalıyorlar... CHP’ne Taksim’de miting yaptırılması ve peşinden 7 Auğustos’da Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin Yenikapı mitingine katılacak olması, egemen sınıflar arası bir konsensüs gibi gözükmektedir. Bütün bunlar, Erdoğan’ın ABD ve AB tarafından sıkıştırılmasının bir sonucu olduğunun göstergeleridir.

AKP-Erdoğan iktidarı en zayıf anını yaşıyor saptaması yanlış değildir. “Mili birlik” şovları da bu nedenle yapılıyor. Ne var ki, egemen sınflar arası dalaş durulacağa pek benzemiyor. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı içeride, farklı sermaye kesimleriyle geniş bir uzlaşmaya yanaşmazsa, ömrünün fazla uzun olmasını beklememek gerekiyor.

İşçi sınıfı kendi kaderini eline almadıkça, siyaseti ve gelişmeleri, emperyalistler arası ve yerli egemen sınıflar arası çelişki ve çatışmaların belirlemesi de kaçınılmaz oluyor. Sermaye sınıfları arasındaki çatışmanın yıkıntıları arasında yine işçi ve emekçiler kalıyor. Eğer, Kürt Ulusal Hareketiyle ittifak içinde olan güçlü devrimci kitle hareketleri yaratılıp emperyalistlerin ve Türk egemen sınıfların oyunları bozulmazsa, Türkiye'yi Güney komşularının benzeri karanlık günlerin beklediğini söylemek subjektif bir saptama olmayacaktır.

1http://www.dw.com/tr/gündem/05.08.2016

2www.mfa.gov.tr/türkiye-amerika-birleşik-devletleri-siyasi-ilişkileri 

45225

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sayfalar