Cuma Nisan 26, 2024

“Bir can daha çoğalacağız bu kış, gün olur devran döner ve umut yetişir”*

İbrahim Kaypakkaya, yoldaşlarıyla birlikte, partinin, ordunun ve aynı zamanda komünist gençlik örgütünün temellerini atarken tarihteki birçok benzerleri gibi “genç” bir önder sıfatı taşıyordu. Komünizm uğruna yürüttüğü mücadelede şehit düştüğünde, bu durumu değişmemişti. Nitekim kuruluşundan günümüze Proletarya Partisi’nin vermiş olduğu şehitlerin büyük çoğunluğu bu gerçekliğin “yaşatıcısı” oldular. Daha geniş bir perspektifle bakıldığında görülecek olan ise, birden fazla yaş kuşağının devrim mücadelesini omuzlamakla yükümlü olabileceğidir.

Bu durum, öncü kuşakların “feda” bilincini komünizm ufkuyla donattıkları takdirde yerli yerine oturtabileceklerini göstermektedir. Aksi takdirde uzun soluklu mücadelenin yakalanabilmesi son derece zordur. Nitekim tasnifi yapılan ’68 ve ’78 kuşaklarından günümüze, değil Proletarya Partisi’nin saflarında, devrimci çizgide kalabilenlerin dahi sınırlı sayıda olabilmesi “anlamlıdır”. Ortalığa düşen bir takım nostalji tacirlerinin, bitmez “tükenmez”lerin, “Vartinik” artıklarının ve bütün “vicdan azaplı” müzeliklerin  bit pazarına nur yağdırma çabaları ibretle izlenmektedir.

Ders alınmalıdır; komünistlerin yaşamlarından ve mücadelesinden, kavgasından ve direnişinden öğrenilmelidir. Ders alınmalıdır; mücadeleyi terk edip gidenlerin bireysel yaşamlarından ve tercihlerinden de öğrenilmelidir. Bu kişilerin bizlere, genç kuşaklara aktaracakları “çok önemli” şeyleri olmalıdır. Onların anlatacakları, eğer bir nebze farkındalarsa, sınıf mücadelesine seyirci kalmanın ne menem bir şey olduğudur! Bunların geçmişteki mücadeleye ilişkin “askerlik anıları” gibi söyleyeceklerini kimsenin dinleyeceği yoktur. Onları gerçeklere ruhunu katarak bize şehitlerimiz anlattı ve anlatıyor. Onlar bugün de alasıyla yaşanıyor ve hep yaşanacak, yaşatılacak. Kavganın elbette dünü önemliydi ama daha önemlisi bugünü var, daha da önemlisi yarını var!

Marksist-Lenist-Maoistler halka karşı kavrayıcı ve kuşatıcı yaklaşmayı prensip edinirler. En geniş kesimleri bir araya getirmeyi hedeflerler. Düşmanları ile dostlarını ayırmaya özen gösterirler. Dolayısıyla dostlarına da buna uygun titizlikle davranırlar. Devrimin kitlelerin eseri, halk savaşının halkın savaşı olduğunun bilincinde çalışma yürütürler. Faaliyetlerinin merkezine her alanda örgütlenmeyi koymuşlardır. Bu anlayış, ilke ve perspektifle hareket ederken gerçekçi olmak durumundadırlar. Dejenere olmuş, kirlenmiş, iflah olmaz unsurlar ve çevrelerle uğraşmazlar. Ölüyü diriltmenin nafile çabasına kalkışmazlar. Parti faaliyetinin bu konuda harcamasına izin vermezler.

Yaygın biçimde işlendiği üzere, devrimci mücadelenin yükseliş yılları bakımından 68 ve 78 dönemlerinde, şu veya bu biçimde herhangi bir “sol” etiketli siyasi hareketin saflarında yer alanlar “kuşak” olarak adlandırılmaktadır. Bu ortak payda, aradan ancak onyıllar geçtikten sonra nostaljik bir temelde “anlam” kazanmakta ve yaşlılıkta “oyalanılacak” bir “hobi” halini almaktadır. Bunun için elbetteki bir takım gerekçeler yaratılmakta (anti-emperyalist gelenek, 12 Eylül ile hesaplaşma gibi), işe yarar işler de yapar gözükülmekte ama esasen verilen görüntü, yayılan mesaj apaçık, ayan beyan; “olan bitenler bir gençlik heyecanıydı”, “rüyaydı”, “gerçekçi değildi” şeklinde olmaktadır. Çoğu tuzu kuru, iş güç sahibi bir dolu devrimci eskisi, “ömrünün baharında hayata doyamadan belki de yok yere, pisi pisine vb. ölen” arkadaşlarına “vefa” borcu için kurdukları “mezunlar derneği”nde mevlüt okutup günah çıkartmakta, yaşadıklarına dua etmeyi de ihmal etmemektedirler.

Emperyalizmin, ağırlıklı olarak 90’lardan sonra ve de reformizm ile kolkola açtığı “devrimler tükendi”, “sınıflar tarihe karıştı”, “sosyalizm alternatif olmaktan çıktı”, “Marksizm/Komünizm iflas etti” kampanyasına “mütevazı” bir saf tutuş olarak adlandırılabilecek bu faaliyetler; “ne yazık ki” sınıf mücadelesinin yakıcı gerçeği karşısında traji-komik bir soytarılıktan öteye gidememektedir.

Devrimci mücadeleyi bir çırpıda “tarihe gömen”, olmadı “gençlik hastalığı” olarak tanımlayan, hele ki silahlı mücadeleden “veba” gibi uzak durulmasını salık verenler; emperyalizmin dünya halklarına reva gördüğü sömürü ve zumün bunca koyulaştığı günümüz koşullarında, bir parça olsun “imana gelip”, pili bitmiş saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesine nazire yapsa ve mücadeleyi/direnişi sürdürenleri selamlasalar insan olduklarını hatırlayabileceklerdir.

Ancak emperyalist-kapitalist sistemin açmazları ve çıkmazları neticesinde geldiğimiz aşama; değil onların, hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı ve safını açıkça belirlemek zorunda olacağı bir noktaya hızla yaklaştığımıza işaret etmektedir.

“Kımıldayan her şeye ateş edin” emri, beklenmedik direniş karşısında bozguna uğrayan gözü dönmüş emperyalist işgalciler tarafından,“hareketsiz durumdakilere her ihtimale karşı kurşun yağdırmayı ihmal etmeyin”e çevrilmiştir. Bunun daha ileri bir noktası şüphesiz vardır. İnsan aklının çılgınlaşmasının ve vahşileşmesinin egemenler aracılığıyla tanık olduğumuz sayısız örneklerindeki gibi… Bu emrin her yerde uygulanmasının yanı sıra özel manada camide görüntülenmesinin ayrı bir mesaj içerdiği, iyice acizleştiği şu süreçte ABD emperyalizminin gövde ve kararlılık gösterisinde bulunduğu ise ayrıca belirtilmesi gereken bir husustur.

Geleceğe yönelik geçmişte yapılan hesapların adımları çok daha önceden; yani dünden olduğu gibi bugünden atılmaktadır. Bilindiği üzere en büyük yatırım insanadır. Evrensel bir gerçeklik odur ki, sınıflar arasında en ciddi kapışma gençliğe sahip olma konusunda yaşanmaktadır. Bu mücadelede gençliğin ellerini ve ayaklarını “eski kuşaklar”la bağlamaya çalışmak boşuna bir çabadır. Geniş manada “gençlik”, özel vurgusuyla “devrimci gençlik” “demir kuşakları” bile parçalayan bir geleneğin sürdürücüsüdür.

Feda ruhunu en üst düzeyde göstererek “kuşak”ları birbirine bağlayan, bütün toplumlar tarihinde genç kesim olmuştur. Bunun özellikle devrimler öncesinde pek tabii bir durum olduğu bilinen bir gerçekliktir. İşçi sınıfının tarihsel rolünü oynaması için yolunu açan, ona bayraktarlık yapan, her daim genç komünistlerdir. Genç komünistler proletarya partisinin biricik güvencesi ve sigortası, en değerli hazinesidirler. Onların varlık derecesi ve gelişme potansiyeli, proletarya partisinin devrim ve iktidar meselesini ne kadar ciddiye aldığının birebir göstergesidir.

Umudun nerede olduğu açıktır. Geleceği kimlerin kucaklayacağı bellidir. Kavgayı kimlerin omuzlayacağı ve ileriye taşıyacağı görülmelidir. Yüzümüzü taze, aydınlık ve diri yanımıza dönelim. Proletarya Partisi’nin önderliğindeki Komsomol’un 2. Kongresi, günümüzün kritik koşullarında, bu yüzden bir düzine programdan daha ileri bir adım olarak değerlendirilmelidir.

* Ahmet Arif

(03-16 Aralık 2004 tarihli İşçi Köylü gazetesinden alınmıştır.) 

46375

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Sayfalar