Perşembe Mayıs 9, 2024

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor. Sadece bu saldırılara karşı mücadele etmek ve devrimci bilinç geliştirmek ve keskinleştirmek, başlı başına bir görevdir. Ancak bunda da kesinlikle başarısızlığa düşülebilmektedir. Böylece birçok ülkede, tek tek militanların ve hatta devrimci hareketlerin, esasta baskılama saldırıları ile değil; kapitalist düşünce ve eylem tarzlarından kaynaklı felce uğramaları ya da paramparça olmaları bir gerçekliktir. Zorluk sadece tek tek militanlar için belirgin değildir. Sonuç olarak toplumdaki sınıf bilinci zayıflar ve sömürenler ile sömürülenlerin cepheleri, burjuva vaatleri, tüketici odaklı yaşam ve bölünmeler yoluyla ırkçılık, cinsiyetçilik vb. biçiminde perdelenir.

Komünistler için hayatlarımıza yönelik tüm saldırılara karşı cevap nettir; mevcut ilişkilere yönelik olan öfkenin direnişe ve direnişin örgütlülüğe dönüşmesi gerekir.

Zira sadece örgütlü ve kolektif olarak üstten gelen saldırıları karşılayabilir, devrimci mücadeleyi geliştirebilir ve devrimci perspektifi gösterebiliriz. Tek tek militanlar için örgütlülük -ister kitle örgütünde ya da komünist partide olsun- kolektif ilişkilere, politik eğitimlere ve gelişen devrimci bilince yönelik ilk adımdır. Her bir militanın süregelen mücadelesi ve ilerlemesi, bir sonraki zorluğa da yol açtığı ölçüde bir zorunluluktur. Sübjektif durum, devrimci bilinç, mücadelelerin dinamiklerinden tamamen kopuk ve hareketin gücünden -ya da zayıflığından- bağımsız olarak geliştirilemez. Bahsi geçen dinamiklere aşırı bir adaptasyon, durmaya neden olabilir.

Aynı zamanda, ortaya çıkan eş zamanlı olmama durumunda, ileriye doğru atılan adımları daha da zorlaştırıyor. “İlerleme kaydetmeme” hissi, bir “siyasi hüsran” yaratıyor ya da en azından benim durumumda yarattığı gibi.

Öznel varlık ve nesnel durumun bu diyalektiğinde, daha da gelişmiş mücadelelerde tek tek militanların ilerleme, örgütlenmedeki rollerini eleştirel bir şekilde ele alma ve oradaki yoldaşların deneyimlerinden çok şey öğrenme şansını görüyoruz.

Avrupa şehirlerinin -yaşamının- gerçeğini bilen herkes, militanlar için bu tür adımların çoğu zaman yaptıkları rahat yuvalarından çıkmak anlamına geldiğini bilir.

Kapitalizm tarafından şekillenen düşünce ve eylemlerimizden kopma veya onlarla aramıza mesafe koymak suretiyle; birlikte faal olma ve uluslararası devrimci güçlerin bir parçası olmamız, deneyim zenginliğini daha da geliştirerek, “kendi” ülkemizde mücadeleyi güçlendirmeyi mümkün kılar.

Örgütüm, kendisini sınıfsız bir toplum için verilen komünist mücadeleler geleneğinin içinde ve onun bir parçası olarak anlamlandırmaktadır. Hedefimiz, devrim sürecini ilerletmek ve bir kitle örgütü olarak sınıfın bilinçli güçleri örgütlemek, devrimci hareket içinde yönelimi ve işçi sınıfı içinde sınıf bilincini geliştirmektir. Bu noktada proletarya enternasyonalizmi devrimci politikamızın zeminlerinden birisini oluşturur. Emperyalizm zamanının öncesi olan, bugün daha etkili bir şekilde geçerlidir; sınıfın kurtuluşu, komünist devrim salt ulusal karakter taşıyamaz, bilakis tüm proleterlerin ortak talepleri olarak anlaşılması gerekir. Bundan kaynaklı olarak Rojava projesi ve Türkiye’de mücadele eden halklar ile olan bağımız bu şekilde tanımlanmaktadır. Zira, proletarya enternasyonalizminin bizim için anlamı, proleterlerin sermayeye karşı kararlı mücadelelerini desteklemek ve kendi tarafımızdakini (“kendi” ülkemizdekini) güçlendirmektir. Bundan kaynaklı olarak savunduğumuz pozisyon, her bir militanın kendi ülkelerinde örgütlenmesi ve emperyalizme, faşizme ve ataerkiye karşı mücadele etmesi gerektiğidir. Buna rağmen, ne devrimci projeleri aktif olarak tanıma ihtiyacını ne de bunlara -dönemsel- katılım sağlanarak öğrenmeyi ve bu nedenle hem kendi politik bilincimizi hem de örgütümüzü güçlendirmeyi yadsımamaktayız.

Sonuç olarak bilincindeyiz ki, kapitalist egemenliğin zayıflatılması için emperyalist iktidarlara karşı olan mücadeleye aktif katılımın dünya çapındaki sınıf mücadelesine etkilerinin olmaması düşünülemez. Burada ya da orada mücadele etmek, bilindiği üzere sadece siyah veya beyaz olmadığı gibi, sadece birisinin ya da diğerinin kesin doğru olmadığını söylüyoruz. Daha ziyade, tarzımızın kolektif tartışılmasının, geliştirilmesinin ve çeşitli örgütlülük önerileri ve pozisyonlarının uyarlanması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Marksist Leninist bir gelenekten geldiğimden kaynaklı olarak subjektif ihtiyaçlardan ve kolektif gereklilikler sebebiyle, buradaki Rojava devrimine katılmaya karar verdim. Benim Kürdistan’a geçme ve buradaki devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var. Ve bu tesadüfi bir ruhsal durumdan kaynaklı oluşmadı. Rojava’da ortaya çıkan devrim ve gerillanın, teknolojik üstünlüğü ve bir NATO ordusu olan Türk devletinin ordusuna karşı yürüttüğü mücadele, Avrupa’da gelişen ve savunmacı pozisyonda kalan devrimci sol için muazzam derecede anlam ve güç taşımaktadır. Rojava ve dağlarda sürdürülen savaş mevcut düzen ilişkilerine karşı bir alternatif anlam kazanıyor. Elbette Rojava dört dörtlük bir cennet değildir. Devrimci süreç uzun ve farklı süreçlerden oluşur ve ilerletilmesi gerekir. Ancak dış emperyalist çıkarlara, Türk devlet faşizmine, içteki devrim karşıtı ve burjuva güçlere karşı savunulması gerekir. Tam da bu sebepten dolayı burjuvazinin “tarihin sonu” propagandası bir kez daha gerçekliği olmayan propagandist kelime yığınları olarak dağılmaktadır. Bu nedenle, Türkiyeli komünist güçlere katılımım bilinçli bir karardır.

Bir yandan bir komünist olarak her daim diğer komünist örgüt ve partilerin sınıf mücadelesindeki tarihleri ve rolleri, taktikleri ve stratejilerine ilgim vardır ve bunlardan öğrenmek isterim. Diğer yandan bana göre Rojava’yı Türkiye’deki politik durum ve mücadelelerden yalıtmak sadece yanlış olmaz aynı zamanda vahamet olur. Zira Türkiye’deki anti faşist ve sınıf mücadelesinin Rojava Devrimi’nin ilerletilmesine direk etkileri vardır. Aynı zamanda Rojava’daki herhangi bir gelişmenin de her daim Türkiye’deki mücadeleye etkisi olmaktadır. Bununda ötesinde Türk devlet faşizmine karşı ve Türkiye devrimi için mücadele sadece AKP-MHP Rejimi’ne karşı mücadele anlamına gelmez. Bu aynı zamanda NATO’ya, emperyalist devletlere ve onların işbirlikçilerine, sermayeye karşı ve dünya çapındaki ezilen sınıfın kurtuluşu için mücadeledir.

Ve eğer tek tek militanlar sayısız tecrübelerle daha zenginleşerek geri döndüklerinde ve öğrendiklerini ve yaşadıklarını kolektifleştirdiklerinde ve Parti/Örgüt çalışmalarına kanalize edebildiklerinde, emin olabilirim ki militanlarını belli bir dönem diğer mücadele alanlarına göndermek, her devrimci yapılanmanın çıkarına olur… (Bir TİKKO savaşçısı)

1523

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar