Çarşamba Mayıs 15, 2024

"Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren üç yiğit çocuk!"

Ankara: 21 Ekim günü Dersim’in Pulur ilçesi Şahverdi köyünde TC askerleriyle girdikleri çatışmada ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO savaşçıları Cengiz İçli, Hakan Çakır ve Özgüç Yalçın için dün Ankara’da anma toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıda Şahverdi’de TC askerleri tarafından işkenceyle katledilen Özgüç Yalçın (Sefkan)’ın babası Sermet Yalçın tarafından yapılan konuşmayı paylaşıyoruz:

“Dostlar,

Burada, efsaneler diyarı Dersim’in söylenceleri arasında kendilerine de yer açarak unutulmazlaşan üç çocuğumuzu; 21 Ekim’i 22 Ekim’e bağlayan gece Dersim’in Pulur (Ovacık) ilçesi Şahverdi Köyü çıkışında kendilerine pusu kuran TC güçlerinin açtığı ateşe ateşle karşılık veren, yaşanan çatışma sonucunda ölümsüzleşen iki yiğit evladımız Hakan Çakır ve Cengiz İçli ile gerek köylülerin anlatımı, gerekse bedeni üzerindeki bariz izlerin gösterdiği üzere, sonuna kadar sürdürdüğü çatışmanın ardından sağ olarak ele geçen, bilgi almak için kendisine yapılan vahşice işkenceler karşısında ağzından sadece devrimci sloganlar çıkan, düşmanına sırrını vermiş biri olarak yaşamaktansa gözünü kırpmadan ölümü tercih eden ve 22 Ekim sabahına karşı ölümsüzleşen oğlumuz, yoldaşımız, her şeyimiz Özgüç’ümüzü anmak üzere toplanmış bulunuyoruz.

İlkin, bu anma toplantısının Özgüç’ümüzün çok sevdiği, her sokağını karış karış bildiği, insanlarına sevgi ve saygı duygularıyla bağlandığı ve onlardan da aynı biçimde sevgi ve saygı gördüğü Tuzluçayır’da yapılmasını çok anlamlı bulduğumuzu belirtmek ve toplantıyı düzenleyen arkadaşlara teşekkürlerimizi sunmak istiyoruz.

Dostlar,

Eşitlik, adalet, özgürlük, sosyalizm, komünizm mücadelesinde akıttıkları kanları Mercan Vadisi’nde birbirine karışan yiğit üçlünün hepsi bizim çocuğumuzdur, hepsi yoldaşımızdır ve yaşadığımız sürece de hep çocuğumuz ve yoldaşımız olarak kalacaklardır. Ancak elbette biz onların arasından, yaşam sürecinin gelişimine çok yakından tanık olduğumuz Özgüç’ümüz hakkında daha etraflı bir değerlendirme yapma şansına sahibiz.

Burada uzun uzun Özgüç’ün yaşam öyküsünü anlatmayı düşünmüyoruz; sadece önemli gördüğümüz birtakım noktaların altını çizmek istiyoruz.

Her şeyden önce Özgüç’ün kimliği ve mücadelesi Türkiye devrimci ve komünist hareketi açısından sembolik bazı özellikler taşımaktadır.

Özgüç 1987 yılında Ankara’da büyük bir sevinç ve neşe kaynağı olarak ailemize katıldığında, ona hangi ismi koyacağımız konusunda hiçbir sıkıntı ve tereddüt yaşamadık. Zira hayatımızdan çok derin izler bırakarak geçen çok sevdiğimiz bir Özgüç’ümüz daha vardı. Özgüç Tuncay, oğlumuzdan tam 30 yıl önce, bizim de asıl köyümüz olan Artvin’in merkez ilçesine bağlı Orcuk (Oruçlu) Köyü’nde doğmuştu. Benim öz dayımdı, ama aramızdaki yaş farkı bir yıl bile değildi. Yakın çocukluk ve gençlik arkadaşım, sırdaşım, bu dünyanın gördüğü en güzel insanlardan biri ve yine yiğit bir Devrimci Yol militanı olan Özgüç Tuncay, 1980 Kasımında, 12 Eylül döneminin en karanlık döneminde Fatsa kırsalında devlet güçleriyle girdiği bir çatışmada ölümsüzleşmişti. İşte oğlumuza, akıbetinin sarsıcı bir şekilde onunkine benzeyeceği bu cesur ve güzel insanın adını verdik.  

İki Özgüç’ün yaşam ve ölümsüzleşme biçimleri, ülkemiz üzerindeki karanlığın aynen devam ettiğini, ancak buna karşı verilen mücadelenin de aralıksız sürdüğünün açık bir göstergesidir.

Oğlumuz biraz büyüyünce adını aldığı Özgüç Tuncay’ın hayatını öğrendi, onun arkadaşlarıyla tanıştı ve onlardan birçok bilgi edindi. Özgüç’ümüz böylece Devrimci Yol’cuların da çocuğu oldu. Bugün onların bir kısmı da çeşitli biçimlerde Özgüç Yalçın’ı çocuğumuz diye anıyorlar.

Özgüç’ün anne-babası olarak biz, bir kısmınızın bildiği gibi siyaseten Mustafa Suphi TKP’sinden geliyoruz. Onun saflarında mücadele ettik ve sosyalizm-komünizm mücadelesinde kendi çapımızda bedeller ödedik. Özgüç, ailesinden ve çevresinden dolayı TKP’yi tanıdı, öğrendi. Bugün eski TKP’liler de çeşitli etkinliklerinde ve yayınlarında onu çocuğumuz diyerek anmaktadırlar.

Özgüç üniversite sınavını kazanıp Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü’ne girdiğinde ESP’li oldu ve böylece sosyalist hareketin başka bir kulvarını daha tanıdı. Daha sonra oradan ayrılsa da, buradan da bir şeyler öğrendi.

Aslında o, bunların dışında, kendi sıcak ve girişken yapısıyla başka birtakım hareketlerle de değme noktaları kurdu, onları da tanıdı.

Bu siyasal şekillenme süreci iki özelliğe işaret etmektedir:

Birincisi, Özgüç’ün siyasal kimliği Türkiye devrimci ve komünist hareketinin geniş bir kesiminden beslenmiştir; yani yaygın metaforu kullanırsak, bu çelik suyunu birçok kaynaktan almıştır. Tabii ki sadece sudan çelik oluşmaz, işlenecek demir de gerekir. Her zaman özgün bir kişiliğe sahip olmuş Özgüç’te sağlam bir çelik olmak için gereken temel fazlasıyla vardı.

İkincisi, bu tanışıklıklar, onun Türkiye devrimci ve komünist hareketinin teorik-ideolojik-siyasal genel durumuna önemli oranda vakıf olmasını sağlamıştır.

Hareketin genel perspektifler anlamında yaşadığı tıkanıklıkların tamamen farkında olan Özgüç, yaklaşık otuz yıldır süren ve hâlâ ciddi bir sonuç üretmemiş “büyük” tartışmalara yakından aşinaydı, ama o, bu tartışmaya çok sıcak bakmadı, kendi kişiliğine de uygun biçimde hep kavganın en ortasına atlamayı seçti, bugünkü tıkanma noktalarını aşmak için en doğru yolun böylesi bir pratik olduğunu düşündü.

Böylece sonunda kendi mücadele anlayışına en uygun hareket olarak gördüğü Partizan saflarına katıldı. Zaten önceden önemli oranda çelikleşmiş böyle bir kadronun kendisinin saflarını seçmiş olmasının, bu hareket tarafından da bir gurur kaynağı olarak görülmesi gerektiği fikrindeyiz.

Özgüç, asıl olarak, hareketin “büyük” tartışmalar tarafını değil, insan sıcaklığı, özveri, mücadelecilik, çalışkanlık, paylaşımcılık, yiğitlik, mütevazılık, direngenlik gibi taraflarını, yani akıldan ziyade yürek tarafını temsil etmektedir.

Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin, Özgüç’ün de yetkin temsilcilerinden birisi olduğu bu yürek tarafını kaldırırsanız hareketten geriye pek fazla şey kalmaz. Toplum içinde, özellikle de genç kuşaklar arasında harekete yönelik hâlâ şu veya bu oranda süren ilginin temel kaynağı da bu tarafımız değil midir zaten?

Bu sadece bir saptamadır. Devrimci akılla ve gerçekle bağı yeterince güçlü olmayan yüreğin romantizm demek olup olmadığı, bu yoğun romantizmin gündemi kendi dışından belirlenen, tepkiciliğin sınırlarını aşamayan müzmin muhalif bir harekete yol açıp açmayacağı ve bu tarzın kazanmamıza yetip yetmeyeceği tartışması elbette önemlidir, ama bu tartışmanın yeri burası değildir.

Burada öz olarak söylemek istediğimiz, Özgüç’ün, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin üretmeyi ve sürdürmeyi başardığı ana değerleri kişiliğinde toplamış olduğudur.

Dostlar,

Bir anne-baba, çocuğundan, onun kendilerine onur ve gurur getirmesinden öte ne bekleyebilir? Özgüç’ümüz hep bizim en büyük onur ve gurur kaynağımız olmuştur ve her zaman da öyle olacaktır.

Çocuğumuzla olan ilişkimize en ufak bir suçluluk veya pişmanlık duygusunun gölgesi düşmemiştir, düşemez. Özgüç’ün devrimciliğin ne olduğunu öğrenmesinde, o müthiş insan sıcaklığını, kocaman yüreğini, paylaşımcılığını, çalışkanlığını, yiğitliğini, mütevazılığını ve direngenliğini edinmesinde biraz olsun katkımız varsa bundan sadece gurur duyarız. Onu hep büyük bir sevgi ve saygıyla büyüttük, ondan da aynı sevgi ve saygıyı gördük. Artık kendi kararlarını verecek yaşa geldiğinde, kararlarını bazen eleştirdik, ama ona hep güvendik ve hiçbir zaman onun kişiliğini çiğnemedik. O kendi kararlarını kendisi verdi, biz de saygı gösterdik.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerden birisi, belki de birincisi, varoluşunu anlamlandırma zorunluluğudur. Zira insan, akla sahip olmakla bir trajediye de mahkûm olmuştur. Bir yandan bu aklın nimetlerinden yararlanır, ama öte yandan ölümün kaçınılmazlığına karşın doğup yaşamanın ve insan ömrünün sonsuz yaşam döngüsünde neredeyse bir nokta bile olmamasının saçmalık derecesindeki tuhaflığını bilme durumuyla da baş etmek zorundadır. Bu baş döndürücü hiçlik uçurumuna yuvarlanmamayı da ancak varoluşunu anlamlandırarak başarabilir. Özgüç varoluşunu, hayatını, en güzel değerlerle anlamlandırmıştır. Bu anlamlandırma, ölüm ya da ihanetten başka seçenek bulunmayan korkunç bir son sınava sokulduğunda, o bu sınavdan da alnının akıyla çıkmış, hepimize o çok korkulan ölümün de bir başarı biçimi olabileceğini göstermiştir; bu tavrıyla düşmanına korku, dostuna güven ve onur vermiştir. Bu yüzdendir ki Özgüç’ün bu sınavdaki mağduriyetinden ziyade başarısının öne çıkarılması bizce daha doğrudur.

Elbette bu, ona yaşatılanların peşini bırakacağız anlamına gelmiyor, elimizden gelen her şeyi yapacak ve eninde sonunda, şöyle ya da böyle, bütün bunların hesabını soracağız. Adli süreçleri başlatmak için ön hazırlıklarımızı yaptık, otopsi raporunu bekliyoruz. Rapor elimize geçince süreci başlatacağız.

Biz, sistemin dayattığı “ye, iç, üre, tüket, çalış, itaat et ve öl” yani kısaca “bir böcek gibi yaşa” düsturuna dayalı hayat formunu, asla tek ve mutlak yaşam formu olarak görmedik. Şu da açıktır ki bir hayatın değeri uzunluğu veya kısalığıyla ölçülemez. Oğlumuz, kendi yaşama biçimiyle 28 yıllık ömrüne birkaç ömür sığdırdı; gümbür gümbür yaşadı, gümbür gümbür gitti ve dünyaya silinmez bir imza attı. Bunu kaç kişi becerebilir?

Bu yüzdendir ki yılgınlık, yıkılmışlık, suçluluk ve korku görmek isteyenler boşuna bakacaklar gözlerimize. İnsanız, belki en güzel ve en büyük varlığımızı kaybetmiş olmanın verdiği acımızı gizleyemeyeceğiz, ancak gözlerimize bakanlar daha çok öfke, isyan, mücadele azmi ve kararlılık görecekler onlarda.

Şunu da söylemek gerek: Biz Özgüç’e sadece bir şeyler vermedik, o da bize hep yeni ufuklar açtı. Örneğin onun sayesinde Dersim’i ve onun güzel, çilekeş, zulme karşı inatla direnen yiğit insanlarını yakından tanıma fırsatını bulduk. Bu vesileyle, burada, Özgüç’ü ve bizi anlatılması zor bir dostluk ve sevgiyle kuşatan Dersimlilere, özellikle de onu, hepimizi derinden etkileyen bir içtenlik ve sahiplenmeyle hak ettiği gibi uğurlayan ve bizi hiçbir karşılık beklemeksizin bağrına basan yüce gönüllü Hozatlılara en derin şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz. Oğlumuzun Hozat’taki mezarının yanında kendi yerlerimizi de ayırttık; Artvinli olduğumuz kadar Dersimliyiz, Hozatlıyız da artık.

Dostlar,

Neredeyse hep Özgüç’ümüzden söz ettik. Umarız onun kardeşlerine, Hakan’ımıza ve Cengiz’imize haksızlık etmiyoruzdur. Sorun şu ki maalesef henüz onların yaşam öykülerini Özgüç’ünkü gibi yakından bilmiyoruz. Buna karşın onların da aynen Özgüç gibi büyük cevherler olduğuna yürekten inanıyoruz. Ne yazık ki bizi ancak ölüm yan yana getirse de, ailelerimiz arasındaki bağ güçlüdür. En kısa zamanda Hakan’ımızı ve Cengiz’imizi de daha yakından tanımak, bu konudaki kusurumuzu gidermek üzere harekete geçeceğiz.

Son olarak şunu belirtmek isteriz: Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren bu üç yiğit çocuğumuzu anmanın en güzel yolunun, onların yaşamları pahasına verdikleri özgürlük, eşitlik, adalet, sosyalizm, komünizm mücadelesinin bayrağını daha da yukarıya kaldırmak, onların hülyalarını gerçekleştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmak olduğuna inanıyoruz. Biz kendi payımıza, bu çabayı ömrümüz oldukça sürdüreceğimize bir kez daha söz veriyoruz.

Biliyoruz, yeni çocuklar doğacak ve onlara Cengiz’in, Hakan’ın, Özgüç’ün adları verilecek. Biliyoruz, Türkiye devrimci ve komünist hareketi er ya da geç kendine bir çeki düzen verip çok daha güçlü bir biçimde ayağa kalkacak. Biliyoruz, sonunda biz kazanacağız.

Yaşasın Marksizm-Leninizm!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!

Yaşasın Komünizm!

Yaşasın Halkların Kardeşliği!

Kahrolsun Zulüm ve Sömürü Düzeni Kapitalizm!”

45300

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar