Perşembe Mayıs 9, 2024

BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz

Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.

Günlerden 6 Ağustos idi. O ana kadar benim için her şey olağan seyrindeydi. Günün anlamının şahsımda yarattığı, hasretle harmanlaşmış sevinç ile savaş tünelimizde çalışmaktaydım. Akşamın karanlığı henüz inmişti dağların üzerine. Zarfın üzerindeki el yazısından parti yönetimimizden gelmiş olduğunu anladığım notu yoldaşlar verdiler. Yüreğimde bir çarpıntı…Güne kederin bulaşacağı besbelli. İçerisindeki katlanmış kağıdı açtığımda fotoğrafında asılı kaldı gözlerim. Ağustos’un altısında buz kesti yüreğim.

BORAN,

Düşünceye dönüşse benim etim kemiğim

Yolum kurban gitmez hoyrrat mesafelere:

Ben, tüm uzaklıkları aşıp erişeceğim

Sınırsız ötelerden, senin olduğun yere.

Varsın, sımsıkı bassın ayağım topraklara

Dünyada bir köşede, senden uzak mı uzak,

Çevik düşünce sıçrar, dinlemez deniz, kara.

Ulaşır özlediği yere hayal kurarak.

Ben, düşünce değilim: ah düşündükçe bunu

-sen gittin, ben uçamam- bu öldürüyor beni;”

Hep yoldaştı bana, hep abi. Hep yoldaşıydım, hep kardeşi. Avusturya İşçi Marşı’nın sözleri gibi sanki doğmuştuk bir anadan. 14 yaşımdaydım Boran’ı tanıdığımda, o ise 20’li yaşlarının başında bir delikanlıydı. Uzun saçları vardı. Parti’ye adımımı attığımda tanışmak üzere elimi uzattığım ilk devrimciydi. Elimi tuttu. O günden beri avuçlarında tutuludur elim. Bir kere yola çıktı mı sonuna kadar gidenlerdendi o. Her şeyi yaratmak için istemek, gerçekten istemek ve istenilen şeyi yaratmak için uğraşmak gerektiğini biliyordu. Mutluluğun özgürlük için mücadele etmek demek olduğunu biliyordu. Ve bu nedenle o, 35 yıllık yaşamında mutlu yaşadı. Özgürlük için mücadele ederek yaşadı. Devrimciliğin mücadelenin zorluklarına, ağır bedeline hazır olmak olduğunu gösterdi. Hep ileriye doğru attı adımlarını, hep zafere doğru yürüdü. Göğü fethe çıkanlara daima bağlı kaldı. Kanatlarını ateş kuşlarının diyarına çırptı. Yarattığı fırtına ile tutuşturdu tüm yürekleri.

Cigaramı sardım karşı sahile / Yaktım ucunda acıları

Ağları attım anılar doldu / Ağlar hasretimin kıyıları

Yareme tuz diye yakamoz bastım

Tek şahidim aydı –aman aman

Bir elimde defne bir elimde sevdan/ Kalbim Ege’de kaldı

Kadehimi vurdum karşı yakaya / Efeler kalktı şerefe

Sevgimi attım dostlar tuttu / Bir ağıt yaktık kadere

Yoldaşım,

Bütün yaralarıma, dertlerime şifa bildim varlığını. Bir hayat yaşadık yan yana, omuz omuza, soluk soluğa. Her an’ı devrimin zaferine adanmış bir hayat yaşadık. Sofrada ekmeğimizi bölüştük, barikatta kavgayı, cephelerde savaşı. Adına sevda dediklerimizin özlemiyle ısındık yıldızların aydınlattığı en soğuk gecelerde. Mevzilerde şafak sökerkenki kızıllığı karşıladık. Kandiller yaktık denize karşı. Şarkılar, türküler söyledik kendini rüzgara katanlar için. Devrim siperlerinde savaştık. Ve şimdi bir hüzün örtüyor bütün yaşanılanların üzerini, yağmurdan sonra yükselen toprak kokusu gibi doluyor ciğerlerime keder. Yan yana geçirdiğimiz 15 yıl içerisinde çok şey öğrettin. Kostik hazırlamayı, afiş asmayı, kavga etmeyi, savaşmayı, yoldaşlığı, komutanlığı, yüreğe sevda diye girenlerin hiç eskimeyeceğini…En komik olanlarındandı bana araba kullanmayı öğretişin. “Rojava caddelerinde araba kullanmayı öğrenirsen, her yerde sürebilirsin. Çünkü trafik kurallarının ve ihlallerinin kurallaştığı bir yer burası” demiştin. Rojava caddelerinde araba kullanmaya başladığımda anlayacaktım ne demek istediğini. Ne güzeldi seninle sabahın serinliğinde yollara çıkmak ve o yollarda şarkılar dinlemek, “Kalbim Ege’de Kaldı” demek. Bir de beraber mutfakçı olmalarımız var. Senin mutfaktaki profesyonelliğin aşikardı, bense başlangıçta yalnızca getir-götür vb. geri hizmetle sınırlanmış acemi bir çıraktım ama azimli bir çıraktım. Hiç anlam vermez, kızardın bombalardan değil de düdüklü tencerenin patlamasından korkuşuma. Çünkü benim neznimde düdüklü tencereler bombalardan daha tehlikeliydi. Yemek yapmayı da diğer pek çok şey gibi seninle sevdim ben, senden öğrendim. Şimdi bütün hatıralarımızın üzerine göz yaşlarım damlıyor.”Güzel olan her şeye sinmiş o kederden.”

Paylaştıkça çoğalan bir hayattı bizimkisi. Paylaşmak… Paylaşmak, kendinden çıkıp başkası olma, başkasına yaşam suyu akıtmaktır. Başkasında yaşamaktır. Bu olmadan insanında olmayacağını, varoluşun da olmayacağını bilmektir. Paylaştık biz seninle, güzele dair ne varsa, yüreğimize ne aldıysak. Heybemize doldurduklarımızla yürüdük yolumuzu. Seninle birlikte adımladığımız yollarda şimdi hatıralarımızla yürüyorum. Yürek yangın yeri… O zaman için son olduğunu bilmediğim, son sarılmamız geliyor hatırıma. Medya Savunma Alanları için görev aldığımda, Avrupa’ya geçmek üzere yol bekliyordun. Seninle gelmemi istiyordun. Ama görev yerine getirildiğinde ayrılığın zor olmadığını da bana sen öğretmiştin. Üstelik ilk defa gitme önceliği bendeydi, kalan sen oluyordun. “Abi ben şimdi gidiyorum. Yüreğimi sana yoldaş ederek gidiyorum. Birkaç güne sende yola çıkacaksın. Ve böylece ikimiz de bizi buluşturan Rojava topraklarından sevdalarımızla, özlemlerimizle, sevinçlerimizle, acılarımızla.. velhasıl tüm yaşanmışlıklarımızla ayrılmış olacağız. Seninle burada kavuşmak büyük bir mutluluktu, şimdi aynı yerde ayrılıyor olmak da bir o kadar büyük bir hüzün benim için. Hatıralarımız ayak izlerimizi bıraktığımız, terimizi, kanımızı döktüğümüz bu topraklarda duracaklar. Gittiğin yerde kendine çok iyi bak, bir nevi memlekete dönüyorsun sayılır. Bana ait iki can emanet ediyorum sana, onlara iyi bak. Sevdiklerime, İzmir’e selam söyle. İzmir’in ışıklarına baktığında bir gün mutlaka yeniden sokaklarında dolaşacağımızı düşle. Elimizde Komünar bayrağı ile. Seni çok seviyorum.”

“Sen şimdi gidiyorsun. İsterdim ki benimle gel. Ama sen dağları istiyorsun. Peki öyleyse git. Söz vereceksin. Kendine iyi bakacak, kendini koruyacaksın. Duyarım ki sana bir şey olmuş o vakit gerisini sen düşün.” Gözlerim dolmuştu, “tamam savaş uçaklarından hızlı koşacağım.” demiştim, gülmüştük. Görüyordum, kaygılıydın geride bırakıyor olduğun için. Çünkü sanırız ki ölüm haberleri hep savaş mevzilerinden gelir. Öyle olmadı. Birkaç ay sonra İzmir’e komşu topraklardan göndermiş olduğun bir paket ulaşmıştı elime. Kırmızı, camdan bir küreydi avuçlarımdaki. Tek bir cümle yazmamıştın. Çünkü ne yazmış olsanda o kürenin anlamına yetmeyeceğini iyi bilmiştin. Dağlarda, çantamın içinde taşıdığım kiloda hafif, anlamda ağır en değerli yüküm oldu kırmızı küremiz. Sonra bir gün, günlerin ışıl ışıl cıvıltısına kapkara bir sıkıntı damlası düştü. Artık gönül koydum Temmuz ayına. Bir temmuz gününde varmıştım karargaha kavuşmuştuk birbirimize yine bir temmuz gününde sonsuzluğa kanat açtın. Bir yürek yarası daha açtı Temmuz. Canımı can diye verebilmek sana, nefesimi nefes diye katabilmek soluğuna, sen çiçekli yolda yürürken Rasih’e Mehmet Ali’ye, göğsünün kafesinde yürek olup çarpabilmekti yaşam. Ömrümü ömür diye verebilmekti. Elbette ki doğru zamanda doğru yerde yürüdüğünüz çiçekli yoldan bizler de geçeceğiz. Ama şimdi ne olur bir de sen gitme!

“Gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime.

Yok, gitme!

Gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor,

Özlemeyi yutkunuyorum;

Sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor

Şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor,

Yok… gitme!

Gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle…”

Hoşça kal yerine,

Ayrılığı ölümden zor belleyenlerin, ölümün ayırıcı yakıcılığını yaşamadıklarını düşünürüm. Büyüklerimiz ölümden gayrı her şeyin çaresi var demişler. Yaşanılan toplumsal deneyimlerin vardığı bir sonuçtur bu. Annem de “yedi dağın ardında olsun, canı sağ olsun” derdi. Devrimci mücadele içerisinde bu söz her daim benim yürek heybemde taşıdığım gücüm olageldi. Kimin ne zaman nerede olacağını parti bilir. Yoldaşlarımızla mücadele alanlarımızın ayrılığı yüreğimize hep hasret doldurur. Olduğumuz mücadele alanlarında, -dağda, şehirde, zindanda- parti değerlerimizi yüceltiyor olduğumuz, partimizin kesin zaferine pratiğimizle katkı sağlıyor olduğumuz müddetçe bu fiziki ayrılıkların anlam kazandığının bilincindeyiz. Ayrılığın, bedenlerimizin uzaklaşmasıyla değil partiyi, yoldaşlarımı kendinde hissetmemekle başladığının bilincindeyiz. Öncüm “bizler ne bu zamanın gerillası ne de bu zamanın hakikat savaşçılarıyız. Mücadele bizlere zamansız ve mekansız olmayı zorunlu kılıyor” diye yazmıştı mektubunda. Mehmet yoldaşın deyimiyle “hiçbir yerdeyken her yerde” olmaktır bu. Bizler… komünarlar….yanan gökyüzünde hiç durmadan uçan ateş kuşları…Bir şeyin gerçek olduğunu biliyoruz, yoldaşlarımızın yüreklerinin. Paramaz Kızılbaş yoldaşın söylediği gibi, her yürek devrimci bir hücredir. Boran’ın yüreği devrim mücadelemizin zaferine, bu zaferin gerillaları komünarlara bağlı devrimci bir hücreydi. O yürek atmaya devam edecek. Çünkü Boran yüreklerimize gücümüzün kaynağı sevme eyleminin tohumunu ekti. O tohum toprağına tutundu ve tomurcuk patladı: yürek yürek hücre hücre.

15 Ekim günü yazıyorum sana bu satırları. Dağlarımıza yağmur yeni yeni düşmeye başlarken, selam etmek için sana, yoldaşa, abiye, yürekte olana. Biliyorum “sana hoşçakal diyemem, ama şimdi gitme vakti, yüreğimde hasret biter, umutsuz olma yeter! ”

İmera Fera Yeşilgöz

Medya Savunma Alanları

15.10.2022

2437

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Sayfalar