Perşembe Mayıs 9, 2024

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

Hatırlanacağı üzere bundan bir süre önce eski ABD Başkanı Trump da dünyanın top yekün bir nükleer savaş tehdidi altında olduğu uyarısında bulunarak şu sözleri sarf etmişti:

“Bu, Biden yönetiminin liderliğinde top yekün bir nükleer Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilir. İster inanın ister inanmayın, ondan çok uzakta değiliz.” (2)

Yapılan haber de konu şu sözlerle aktarılıyordu: “Eski ABD Başkanı Donald Trump, Washington’da ‘savaş yanlısı’ bir düzen olduğunu öne sürerek, ‘3. Dünya Savaşı hiç bu kadar yakın olmamıştı’ dedi.”

Gayet tabii ki dünyada bir 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı rüzgarının şiddetlenerek artmakta olduğu ve maalesef ki bugün dünyada savaş etmelerinin esas hale geçtiği yönündeki tespitleri çok daha önceden yapanlar da oldu. (3)

Bir bütün olarak insanlığa ve doğaya ölümcül/yıkıcı etkileri olacak yeni bir dünya savaşı kabusunu yaşatacak olan emperyalist/kapitalist barbarlığın karşıt kutuplarda yer alan bu iki önemli temsilcisinden artarda gelen, ‘tehdit’boyutu da taşıyan bu uyarılar, aslında yeni bir dünya savaşı (ve hem de bu kez nükleer bir savaş olacaktır kaçınılmaz bir sürüklenişle.) olasılığının artık ne kadar olgunlaşmış yakın bir tehlike olduğunun da yalın birer ifadesidir aslında.

Bazı sol-sosyalist ve komünist çevreler ise; artık iyice ayyuka çıkmış olan bu gerçekliği, adeta büyük bir miyopluk ve aymazlık örneği sergilercesine, es geçmeye devam ediyor. Bunlara göre savaş etmenleri biraz artmış olsa da ama dünyada hali hazırda esas akımhala devrim etmeniymiş. Dolayısıyla da gerçekleşecek devrimler yeni bir emperyalist dünya savaşının çıkmasını engelleyeceğinden, kaygılanmaya da gerek yokmuş.

Yani özcesi, saflarımızda “sol-komünizm bir çocukluk hastalığı” yaygın bir virüs olarak maalesef ki hala devam ediyor.

Hiç, ama hiç mi hiç şakası yok; emperyalist/kapitalist barbarlığın zorba baş aktörleri arasında artan oranlarla tırmanışa geçen ölümcül rekabet, bir türlü atlatılamayan süreğen karakterli iktisadi krizler, dünya pazarlarını yeni baştan yağmalamayı ‘tek seçenek’ haline getirmiş olduğundan; artık kontrol edilmesi zor bir hızla, ‘dönülmez yol’ virajına doğru bodoslama sürüklemekte onları.

‘Dünya barışı’, her geçen gün katlanarak arttan oranda, artık çok daha büyük bir tehdit altına girmiş bulunuyor. Öncelikli olarak bunun kabul edilerek, dünya halklarına ilan edilmesi bir zaruriyethaline gelmiştir.

Ve de “3. Dünya Savaşına geçit yok. Emperyalist paylaşım savaşına hayır.” Vb. şiarlar etrafında acilen örgütlü bir güç oluşturmak, ertelenemez tarihi bir görev ve sorumluluk olmuştur.

Hiç zaman yitirmeden sokakları, meydanları, üretimden gelen gücümüzle savaş gereçleri üreten fabrikaları, okulları ve de parlamento meclislerini savaş karşıtı cephenin sesini yükselteceği platformlara çevirmek, anın görevleri arasına girmiştir.

Tarihitecrübelerle sabittir ki bu türden tarihi görev ve sorumlulukların yerine getirilmesin de öncelikli görev elbette ki sol-sosyalist ve komünist güçler başta olmak üzere tüm ilerici-demokrat çevrelere, kadın örgütlerine, doğayı koruma görevi edinmiş örgütlü kurum ve kuruluşlara, burjuva aydınlara ve savaş istemeyen tüm toplumsal kesimlere düşüyor.

Yine tarihi tecrübelerle sabittir ki bu tür durumlarda etkin ve caydırıcı büyük toplumsal tepkiler örgütlenmedikçe (veya bunda geç kalındığında); cehennemin kapıları ardına dek açılmış olacaktır.

 Bir süreden beridir, artık çok daha keskinleşmiş olarak, emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme, sürecin baş çelişmesi haline gelmiştir. Haliyle de bu tür durumlarda öncelikli temel görev, saldırgan emperyalist devletlerin teşhir ve tecriti propagandasıyla birlikte, onların ‘iç cephe’ tahkimlerini ve diğer stratejik savaş hazırlıklarını sabote edip, boşa çıkarmak olacaktır. Bu, elbette ki bu ülkelerde sınıf savaşımında okun sivri ucunun savaş kışkırtıcısı ve istemcisi tekelci burjuvaziye ve bizzat emperyalist devletin kendisine ve doğrudan temsilcilerine yöneltilmesini gerektirecektir.

Bu süreçte, ‘dünya barışının’ baş düşmanı anlamında, dünya halklarının baş düşmanı elbette ki ABD emperyalizmi ve onun askeri otoritesi altında daha şimdiden tereddütsüzce saf tutmuş emperyalist devletlerdir. Dahaspesifik olarak ifade edilecek olursa; ABD ve NATO’ dur.

Yüksek sesle ve güçlü kitlesel eylemliliklerle bu iki güç odağı teşhir edilmeli ve NATO’nun derhal dağıtılması istenmelidir.

Keza teşhir edilmeli ve dünya halkları ikna edilmelidir ki bugün Ukrayna cephesinde tırmandırılarak sürdürülmekte olan savaş, aslında asla Rusya-Ukrayna savaşı değildir. Bu savaş doğrudan ABD ve NATO’nun Rusya ile savaşıdır. Ukrayna devleti bu savaşta bir ‘taşeron’ olarak kullanılmaktadır. Tüm olgularla sabittir ki kendisine ihale edilmiş olan bir ‘vekalet savaşı’nı sürdürüyor kendi halkının kanı canı pahasına.

Görünür boyutuyla Rusya ile ABD ve NATO güçleri arasında süren bu savaş, aslında ABD ile Çin arasında, çok da uzak olmayan bir gelecekte, yaşanacağı kuvvetle muhtemel olan ‘zorunlu’ kapışmanın ön evre savaşları kapsamındadır.

Yani o büyük kapışmaya hazırlık kapsamında geliştirilen bir stratejinin; alan tutma-saha kaybettirme, cephe genişletme-güç kaybettirme ve yıpratarak zayıflatma, karşılıklı reaksiyon ölçme ve karşılıklı olarak rakibin savaş kabiliyetlerini ve kapasitesini sınama tarzında, bir nevi, sahada fiili ‘savaş tatbikatları’/’provaları’ yaparak, savaş hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlar.

Görmek isteyenlerce aleni olan bu durumu, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in söz konusu NATO Liderler Zirvesi’nin akabinde, bir soru üzerine yaptığı itiraf vari şu açıklamasında da esas karın ağrılarının Çin ve pohpohladıkları ‘Çin korkusu’ ile hem Batılı diğer emperyalist güçleri ve hem de “NATO’nun Hint-Pasifik bölgesi ortakları olan Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Japonya” yı, ABD’nin başını çektiği NATO şemsiyesi altında daha sıkı kenetlenmeye motive etmek olduğu ve keza hem de yeni bir paylaşım savaşında NATO’ya tam olarak nasıl bir rol biçtiklerini de  görmek pekala mümkün. Şöyle diyor ‘ekselansları’:

“Çin’in 2035 yılına kadar Kuzey Amerika ve Avrupa’nın tamamına, yani NATO topraklarına ulaşabilecek füzelerde 1500 nükleer savaş başlığına sahip olmasını bekliyoruz. Çin’in ne kadar yakınımıza geldiğini görüyoruz.” (4)

ABD ve NATO, gerek Avrupa ve Asya kıtasındaki stratejik jeopolitik konumu ve gerekse sahip olduğu büyük askeri kapasitesiyle Çin’in en güçlü müttefiki Rusya’yı, uzunca bir süreçte kurguladığı ‘kuşatarak sınırlayıp daraltma’ ve tali sahalarda ‘yıpratarak güçten düşürme’ savaş senaryosu gereğince nihayet Ukrayna’da bu tezgaha çekmeyi başardı. Öyle ki Avrupa’nın göbeğinde oluşturulan ‘Rus saldırganlığı’ algısıyla, daha kısa bir süre öncesine kadar işlevsizleştiği gerekçesiyle kimi çevrelerde dağıtılması bile tartışma konusu yapılan NATO, oluşan bu algı ve pompalanan korku senaryolarıyla, birden kıymete binmekle kalmayıp, ABD ve Batı Avrupalı emperyalist güçlerin kıymetlisi oluverdi. Böylece ABD emperyalizmi bir taşla birkaç kuşu birden vurarak hem Avrupalı başlıca emperyalist güçleri ‘soğuk savaş’ döneminde olduğu gibi yeniden NATO şemsiyesi altında toplayarak ve hemde yeni üye devletler ile etki ve nüfuz alanlarını Baltık kıyılarına dek genişleterek, kelimenin gerçek anlamıyla, Rusya’nın ta burnunun dibine kadar sokulmuş oldu.

İşte bütün bunlar ABD’nin kendisine ‘ölümcül rakip’ olarak ilan ettiği Çin ile kurguladığı olası o nihai top yekün savaşın ön hazırlıkları olarak okunmalı ve bu işin hafife alınır bir yanının kalmadığının bilinciyle, bu gidişe dur diyebilecek dinamikleri derhal harekete geçirmeye odaklanılmalı. Aksi takdirde her şey için çok geç kalınabilir.

---------------------------------

  1. Cumhuriyet Gazetesi
  2. Haber Türk
  3. Örneğin benim “Dünyada artan savaş etmenleri ve bu eksende sürecin ana taktiği” başlıklı yazım ve keza MLDP‘nin ve İCOR bileşeni başka parti ve grupların ilgili bildirileri.
  4. mynet
1486

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar