Perşembe Mayıs 2, 2024

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Çalışma tarzımızda en önemli konuların başında komiteler gelmektedir. Nasıl ki insan vücudunun temel yapı taşı hücrelerse komünist partilerin temel yapı taşı da komitelerdir. Komitelerin en başat özelliklerinden birisi de onların iç demokrasi aracı olmalarıdır. Bilinir ki merkeziyetçilik kadar demokratik çalışma biçimi de Bolşevik-Maoist örgüt yapısının vazgeçilmezidir.

Aynı zamanda çalışan, işlevli komiteler demokratik merkeziyetçiliğin tesisinde önemli bir rol üstlenir. Kolektifin politikalarının belirlenmesinde her katılımcının söz hakkı olabilmesi, ancak işleyen komitelerle mümkündür. Bununla birlikte uygun adım yürüyebilen bir kolektif yaratmanın anahtarı da komitelerden geçmektedir. Mevcuttaki durum ise bu gerçekliğin oldukça gerisindedir.

Bu gerçekliğe paralel olarak gelişen bürokrasi hastalığı, hantallık ve kitlelerden-pratikten kopuk çalışma biçimleri şaşırtıcı görünse de durum böyle değildir. Zira komiteler toplanmamakta, işlevsizleşmekte ve bürokrasi tam da bu hastalığın üzerinde yükselebilmektedir. İşlevsizleşen kolektif çalışma tarzı doğal olarak anti-demokratik yaklaşımları, şefçiliği, bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Kolektif karar alma mekanizmaları bozuldukça tek insan kararları öne çıkmakta, bu süreçte oluşan eksiklikler, yanlışlıklar da kurumun vebal defterine işlenmektedir.

Sorumlu ile faaliyetçileri birbirinden yapay olarak ayrıştıran bu biçim, sorumluları pratikten koparmakta, sorumlularda da “ben söyledim ama yapılmadı” anlayışını büyütmektedir. Bu zaten eşyanın tabiatı gereğidir. Şefçi biçimler hem tepkisellikleri hem de kolektif yerine tek kişiye bağlanmayı beraberinde getirir. Kurumun politikalarının tartışılmadığı, anlaşılmadığı bir ortamı hâkim hale getiren bu yüzeysellikte sorgulama yerine beğenmediğini mahkûm etme anlayışının egemen olması kaçınılmazdır.

Hantallıkların, kitlelerden kopmanın vb. temelinde ya bu çalışma tarzı vardır ya da bu hastalıklar bu çalışma tarzını beraberinde getirirler. Kolektifin her zerresini birbirinden koparan, kafayı ayrı vücudu ayrı yere sürüklemeye çalışan bir tarza karşılık tek doğru yöntem daha katılımcı bir yapı oluşturmaktır.

Politikleşme ve politik şekilleniş

Temelde çalışma tarzını sekteye uğratan meselelerin başında elbette ki politikleşme(me) seviyemiz gelmektedir. Politikleşme konusunun ana halkasını, politik konuların tespiti oluştursa da bizler için mesele burada başlamamaktadır. Keza kolektifimiz tespitte iyi ancak pratikte kötü bir seyir izlemektedir. Sayfalarca politik tespitin, kırk yılı aşkın pratik deneyimin varlığına rağmen pratik etkisizliğimizin bu derece üst boyutta olması sorunun başka yerde olduğunu göstermektedir.

Bu durumun bazı önemli nedenleri bulunmaktadır. İlk olarak ara kadro yetiştirme yöntemimizde bazı hataların varlığına dikkat çekmek gerekmektedir. Nitelikli her ara kadromuzun politikleşmesinde aynı seviyeyi tutturamadığımız açıktır. Neredeyse tüm ara kadrolarımızın pratikte hantal bir dönemin ürünü olarak şekillendiğini gözönünde bulundurduğumuzda daha başta bir sıkıntımızın olduğunu anlayabiliriz.

Bu içsel nedene ek olarak dışsal olarak da emperyalist-kapitalist dünya düzeninin etkili biçimlendirme uğraşından hepimizin etkilendiğini söyleyebiliriz. Tasfiyeciliğin bu denli yaygın olduğu bir ortamda politikleşme düzeyimizin iyi olması esasta bizlere bağlıdır. Dışsal nedeni bu sorun açısından ilk elden çözemeyeceğimiz açıktır. İyi, doğru ve yerinde tespitler yapıyoruz ama yaptığımız tespitlere paralel müdahalelerde bulunmuyoruz, dahası öyle yaşamıyoruz da. Söylemle pratik arasında her zaman bir farklılığın olacağı kuşkusuzdur.

Bununla beraber kolektifin politikalarını anlama çabası da yüzeyselliğe mahkûm edilmektedir. Politikleşme konusu, aslında örgütlenme ve örgütlü yaşama konusu ile ilgilidir. Kendisini örgütlü gören, örgütlü kimliğinin esas olduğunu kavrayan birey doğal olarak her müdahalesini politik ele alma kaygısı içerisine girecektir. Bu nedenle politikleşmenin sadece siyasal seviyeyle, nitelikle ilgisi yoktur. Çok yerinde ve doğru tespitler yapan bir kişi yaptığı tespitlere paralel bir yaşam sürmüyorsa, örgütlü değilse ya da örgütlü ama işlevsizse burada politikleşmeden söz edemeyiz.

Bilakis daha mücadeleye yeni başlamış, henüz temel kavramları dahi bilmeyen birisinin kitleleri örgütleme ateşiyle yanıp tutuştuğu, herkesle politik bir ilişki kurduğu örnekler fazlasıyla mevcuttur. İşte tam da bu ikisinin sentezini yapabilmek, daha idealize bir politikleşme seviyesine ulaşabilmek demektir. Profesyonel çalışma tarzı ama kitleleri örgütleme konusunda amatör bir ruha ihtiyaç duyduğumuz açıktır.

Bu sentezi sağlayamamamızın nedeni, şekillendiğimiz dönemin de etkisiyle beraber düşünürsek, kolektife, kitlelere ve devrime güvensizliğimizle paraleldir. Sözde proleter tespitler yapılırken gayet küçük-burjuva yaşamanın, sadece söz üretmenin, eleştiri yerine mahkûm etmenin arkasında bu derin güvensizlikler bulunmaktadır. Ancak bellidir ki devrim sadece tespitlerle yapılmayacaktır.

Bununla birlikte güvensizliklerin temelinde bulunan konuların başında rutinleşme bulunmaktadır. Belki de bizim yaşadığımız sıkıntının en fazla bu konuda kendisini hissettirdiği söylenebilir. Çok tinsel görünen heyecan olgusu aslında oldukça maddi bir temele dayanmaktadır. Sınıf mücadelesinin temel yasalarını kavrayarak aynı heyecanla mücadeleye devam etmek işin bir yanıyken diğer yanı rutinleşme, sıradanlaşma, yüzeyselleşme ve doğal sonuç olarak da kitlelere, kolektife ve devrime güvensizleşmedir.

Bugün özellikle de OHAL süreciyle birlikte, dışımızdaki süreç rutin çalışmayı dahi imkansız kılmasına karşın, yeni duruma (somut koşullara) uygun bir çalışma tarzı oluşturmamak hareketsizliği dayatmaktadır. Ki hareketsizlik, bir devrimci için ölümle eş anlamlıdır. (Devam edecek)

45067

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Sayfalar