Cuma Mayıs 3, 2024

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Çalışma tarzımızda en önemli konuların başında komiteler gelmektedir. Nasıl ki insan vücudunun temel yapı taşı hücrelerse komünist partilerin temel yapı taşı da komitelerdir. Komitelerin en başat özelliklerinden birisi de onların iç demokrasi aracı olmalarıdır. Bilinir ki merkeziyetçilik kadar demokratik çalışma biçimi de Bolşevik-Maoist örgüt yapısının vazgeçilmezidir.

Aynı zamanda çalışan, işlevli komiteler demokratik merkeziyetçiliğin tesisinde önemli bir rol üstlenir. Kolektifin politikalarının belirlenmesinde her katılımcının söz hakkı olabilmesi, ancak işleyen komitelerle mümkündür. Bununla birlikte uygun adım yürüyebilen bir kolektif yaratmanın anahtarı da komitelerden geçmektedir. Mevcuttaki durum ise bu gerçekliğin oldukça gerisindedir.

Bu gerçekliğe paralel olarak gelişen bürokrasi hastalığı, hantallık ve kitlelerden-pratikten kopuk çalışma biçimleri şaşırtıcı görünse de durum böyle değildir. Zira komiteler toplanmamakta, işlevsizleşmekte ve bürokrasi tam da bu hastalığın üzerinde yükselebilmektedir. İşlevsizleşen kolektif çalışma tarzı doğal olarak anti-demokratik yaklaşımları, şefçiliği, bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Kolektif karar alma mekanizmaları bozuldukça tek insan kararları öne çıkmakta, bu süreçte oluşan eksiklikler, yanlışlıklar da kurumun vebal defterine işlenmektedir.

Sorumlu ile faaliyetçileri birbirinden yapay olarak ayrıştıran bu biçim, sorumluları pratikten koparmakta, sorumlularda da “ben söyledim ama yapılmadı” anlayışını büyütmektedir. Bu zaten eşyanın tabiatı gereğidir. Şefçi biçimler hem tepkisellikleri hem de kolektif yerine tek kişiye bağlanmayı beraberinde getirir. Kurumun politikalarının tartışılmadığı, anlaşılmadığı bir ortamı hâkim hale getiren bu yüzeysellikte sorgulama yerine beğenmediğini mahkûm etme anlayışının egemen olması kaçınılmazdır.

Hantallıkların, kitlelerden kopmanın vb. temelinde ya bu çalışma tarzı vardır ya da bu hastalıklar bu çalışma tarzını beraberinde getirirler. Kolektifin her zerresini birbirinden koparan, kafayı ayrı vücudu ayrı yere sürüklemeye çalışan bir tarza karşılık tek doğru yöntem daha katılımcı bir yapı oluşturmaktır.

Politikleşme ve politik şekilleniş

Temelde çalışma tarzını sekteye uğratan meselelerin başında elbette ki politikleşme(me) seviyemiz gelmektedir. Politikleşme konusunun ana halkasını, politik konuların tespiti oluştursa da bizler için mesele burada başlamamaktadır. Keza kolektifimiz tespitte iyi ancak pratikte kötü bir seyir izlemektedir. Sayfalarca politik tespitin, kırk yılı aşkın pratik deneyimin varlığına rağmen pratik etkisizliğimizin bu derece üst boyutta olması sorunun başka yerde olduğunu göstermektedir.

Bu durumun bazı önemli nedenleri bulunmaktadır. İlk olarak ara kadro yetiştirme yöntemimizde bazı hataların varlığına dikkat çekmek gerekmektedir. Nitelikli her ara kadromuzun politikleşmesinde aynı seviyeyi tutturamadığımız açıktır. Neredeyse tüm ara kadrolarımızın pratikte hantal bir dönemin ürünü olarak şekillendiğini gözönünde bulundurduğumuzda daha başta bir sıkıntımızın olduğunu anlayabiliriz.

Bu içsel nedene ek olarak dışsal olarak da emperyalist-kapitalist dünya düzeninin etkili biçimlendirme uğraşından hepimizin etkilendiğini söyleyebiliriz. Tasfiyeciliğin bu denli yaygın olduğu bir ortamda politikleşme düzeyimizin iyi olması esasta bizlere bağlıdır. Dışsal nedeni bu sorun açısından ilk elden çözemeyeceğimiz açıktır. İyi, doğru ve yerinde tespitler yapıyoruz ama yaptığımız tespitlere paralel müdahalelerde bulunmuyoruz, dahası öyle yaşamıyoruz da. Söylemle pratik arasında her zaman bir farklılığın olacağı kuşkusuzdur.

Bununla beraber kolektifin politikalarını anlama çabası da yüzeyselliğe mahkûm edilmektedir. Politikleşme konusu, aslında örgütlenme ve örgütlü yaşama konusu ile ilgilidir. Kendisini örgütlü gören, örgütlü kimliğinin esas olduğunu kavrayan birey doğal olarak her müdahalesini politik ele alma kaygısı içerisine girecektir. Bu nedenle politikleşmenin sadece siyasal seviyeyle, nitelikle ilgisi yoktur. Çok yerinde ve doğru tespitler yapan bir kişi yaptığı tespitlere paralel bir yaşam sürmüyorsa, örgütlü değilse ya da örgütlü ama işlevsizse burada politikleşmeden söz edemeyiz.

Bilakis daha mücadeleye yeni başlamış, henüz temel kavramları dahi bilmeyen birisinin kitleleri örgütleme ateşiyle yanıp tutuştuğu, herkesle politik bir ilişki kurduğu örnekler fazlasıyla mevcuttur. İşte tam da bu ikisinin sentezini yapabilmek, daha idealize bir politikleşme seviyesine ulaşabilmek demektir. Profesyonel çalışma tarzı ama kitleleri örgütleme konusunda amatör bir ruha ihtiyaç duyduğumuz açıktır.

Bu sentezi sağlayamamamızın nedeni, şekillendiğimiz dönemin de etkisiyle beraber düşünürsek, kolektife, kitlelere ve devrime güvensizliğimizle paraleldir. Sözde proleter tespitler yapılırken gayet küçük-burjuva yaşamanın, sadece söz üretmenin, eleştiri yerine mahkûm etmenin arkasında bu derin güvensizlikler bulunmaktadır. Ancak bellidir ki devrim sadece tespitlerle yapılmayacaktır.

Bununla birlikte güvensizliklerin temelinde bulunan konuların başında rutinleşme bulunmaktadır. Belki de bizim yaşadığımız sıkıntının en fazla bu konuda kendisini hissettirdiği söylenebilir. Çok tinsel görünen heyecan olgusu aslında oldukça maddi bir temele dayanmaktadır. Sınıf mücadelesinin temel yasalarını kavrayarak aynı heyecanla mücadeleye devam etmek işin bir yanıyken diğer yanı rutinleşme, sıradanlaşma, yüzeyselleşme ve doğal sonuç olarak da kitlelere, kolektife ve devrime güvensizleşmedir.

Bugün özellikle de OHAL süreciyle birlikte, dışımızdaki süreç rutin çalışmayı dahi imkansız kılmasına karşın, yeni duruma (somut koşullara) uygun bir çalışma tarzı oluşturmamak hareketsizliği dayatmaktadır. Ki hareketsizlik, bir devrimci için ölümle eş anlamlıdır. (Devam edecek)

45073

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Zindanlar direnişte ses ver

Bugün Süresiz Açlık Grevinin 58. günü...

T.C. nin  hapishanelerinde eksik olmayan eylem biçimi  Açlık Grevi bugün 58. gününü tamamladı.Ve bu Açlık Grevindeki insanlarımız ' eşiği aşma ' sınırındalar.

Yani yaşam için geriye dönüşün eşiğindeler...

T.C. hapishanelerinde bir süre de olsa kalanlar -özellikle de 12 eylül ve devamındaki süreçte- yaşadıklarından dolayı iyi bilirler 60 lı günlerde geriye-yaşama dönüşün ne denli sancılı,sıkıntılı olduğunu..

Soslandırılmış başkanlığa da geleceksizleştirme saldırılarına da H-A-Y-I-R

“Referandum sürecinde en çok durmam gereken şey 18 yaş meselesidir. Seçme hakkı olan yaş grubuna seçilme hakkını da vermek en büyük reformdur. Bu bizim gençlerimize ufuk getirecek!”

Bu sözler Pakistan dönüşünde uçakta gazetecilere açıklamada bulunan R. T. Erdoğan’a ait. 16 Nisan referandumunda oylanacak olan ve var olan faşist sistemi daha da boyutlandıracak anayasa değişikliğinin gençlere getireceği “en büyük reform” buymuş. Artık 18 yaşında meclise seçilebilecekmişiz!

Toplumsal Tarihin Öne çıkardığı Komünist Kadınlar

Toplumsal tarihin başlangıcından günümüze kadınlar, toplumsal kurtuluş mücadeleleri içinde her zaman yer almışlardır. Kadınlar, yok sayıldıkları toplumsal süreçlerde dahi, tarihi daha ileriye taşıma mücadelesinin dışında kalmamışlardır. Her süreçte onlar kendi önderlerini de yaratmıştır. Özellikle kapitalizmin gelişmesiyle beraber, sınıflar mücadelesinin en önlerinde kadın hakları ve sosyalizm mücadelesinde yerlerini almasını bilmişlerdir.

Kandıra’dan Tutsak Partizan: “Pandora’nın Kutusu’nu açan kadınların siyaset sahnesine çıkması oldu”

Gazetemiz Özgür Gelecek’in bürolarına dönük gaspın devam etmesine ilişkin gazetemize mesaj gönderen Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Tutsak Partizan Resmiye Vatansever “…dinamiklerini yapıya kurumsal olarak mal etmeye kalkışan kadınlar değişmek isteyenlere cesaret, statükoculara ise sıkıntı vermiştir. Bu nedenle saldırıların kadınlara ve kadınların daha fazla çalıştığı, söz sahibi olduğu kurumlara yapılması tesadüf değildir” dedi.

“Pandora’nın Kutusu’nu açan kadınların siyaset sahnesine çıkması oldu”

Parlayan herşey altın değildir -2

Bu kadınlar da nereden çıktı!

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -4-

Mehmet Demirdağ ve “birlik anlayışı” üzerine

Demirdağ yoldaşın tarihsel pratiğini, belirli ve gündeme denk düşen özellikleri ile tartışmaya çalıştığımız yazı dizisinin son bölümünü, onun 94 tasfiyeciliği ile yürüttüğü hesaplaşmadaki en kritik nokta olarak “birlik sorunu”na yaklaşımı olarak belirledik. Zira, Demirdağ yoldaşın “kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa dikme” sürecindeki en kritik manevra alanını ve kolektifin o dönemki tasfiyeci etkiden arındırılması çabasını en net özetleyen yönelimlerin başında birlik sorununa yaklaşım gelmektedir.

Diyalektik

Teori ve Komünist Partisi

„Öncü savaşçı rolünün –der Lenin- ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek istiyoruz.“2

Parlayan herşey altın değildir-1

Sınıflardan müteşekkil bir toplum gerçekliği içinde yaşıyoruz. Özel mülkiyetin ortaya çıktığı günden bugüne bu böyle. Hiçbir şey bunun dışında değil. İktidarı elinde tutan sınıf, bunu korumak ve güçlendirmek adına tüm topluma kendi ideolojisini ve bunun değişik alanlardaki iz düşümlerini dayatır. Bunun en etkin ve öncelikli aracı ise devlettir. Toplum geliştikçe bu mekanizmalar da çoğalır, çeşitlenir ve devleti de içine alan daha büyük bir daire çizer. Bir yanıyla uzlaşmaz karşıtlıkların birbiriyle sürekli bir mücadelesi söz konusu.

Dürüstlük…

Zamanında Engels yoldaş tarafından söylenen “Her şeyin başı dürüstlüktür” sözünün ne kadar anlamlı ve önemli olduğu kolektif içinde proleterleşemeyen küçük burjuva tasfiyeciler tarafından öne sürülen yalanlar karşısında daha iyi anlaşılıyor.

Düşüncesi devrimci olmayanın pratiği devrimci olmaz!

Dünyada ve ülkemizde zulmün yaşanmadığı bir karış toprak parçası yoktur. Ülkemizde burjuva-feodal sistemi, faşist diktatörlüğü alt edip yenilgiye uğratmadan zulüm ortadan kalkmaz. Her bir politikaya, savaş ve kitleleri örgütleme pratiğine devrimci ideoloji yön vermezse zulmün ömrü uzar. Düşünceleri ve pratiği devrimci olan bir kolektif ancak zulme son verebilir.

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Sayfalar