Cumartesi Mayıs 4, 2024

Cambaza Değil, Tehlikeye Bak!

IŞİD (şimdi İD) hak ettiğinden daha büyük ölçüde gündemi işgal etmeye devam ediyor. İD ile mücadele bağlamında ABD emperyalizminin önderliğinde batı emperyalistleri ve bölge egemen devletlerinin bir dizi toplantı yaptığı bir süreç yaşanıyor. 4–5 Eylül tarihinde NATO toplantısında ve 10 Eylül’de B. Obama’nın yaptığı konuşmanın hemen akabinde, önce 11 Eylül’de S. Arabistan’ın Cidde kentinde bölgenin Sünni ülkeleri, sonra 16 Eylül’de Fransa’da yine bölge ülkeleri ve NATO üyesi ve bağlaşığı olan 30 devletin toplantıları yapıldı. Bunun yanında ABD’nin ve yakın bölge ülkelerinin ikili bir dizi görüşmesi gerçekleşti. Bu toplantıların ve mekik diplomasisinin gündemi İD’in alt edilmesi.

İD’ye Büyük Gelen Lokma: Rojava’nın En Küçük Parçası Kobanê!

Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan İD S. Kürdistanı’nda yeni bir hamle yaptı. Defalarca denemesine rağmen düşürmeyi başaramadığı Kobanê Kantonu'na 16 Eylül’de YPG’nin açıklamasına göre şimdiye kadarki en kapsamlı saldırılarından birini daha yapmaya başladı. Emperyalistler, kendileri için oldukça soyut olan bu düşmanla nasıl ve ne biçimde mücadele edeceğini düşünürken, Kürtler için son 3 yıldır oldukça somut, vahşi ve kanlı bir düşman olan İD saldırılarına devam etmektedir.

Emperyalistlerin ve gerici devletlerin İD üzerinden yürüttüğü politik hesaplar ve karşılıklı hamleler sürerken, İD’nin yeniden S. Kürdistanı’na güçlerini odaklayarak saldırması oldukça anlamlı görünmektedir. Bu saldırının arkasında, İD’nin kendine yönelecek emperyalist ve gerici müdahale başlamadan, Kobane’de kazanım elde ederek, bu müdahalenin alanını S. Kürdistanı’na kadar uzatma hesabı olduğunu düşünmek için çok sebep var. İD zaten bugün sadece savaşını Kürt cephelerinde yürütmektedir. Ama Kürdistan’ın Irak parçasından da Suriye parçasında da ciddi hiçbir kazanım elde edememiştir. Şimdi başında güya emperyalist ve bölge ülkelerinin “müdahale kılıcı” dolaşırken S. Kürdistanı’na tüm gücüyle yönelmesi emperyalizmi ve bölge gericiliğini S. Kürdistanı’na taşıyacak zemin oluşturma hesabından başka bir şekilde okumak mümkün değildir.

Ki henüz bu saldırılar belirginleşmemişken ve emperyalist patentli “İD karşıtı” koalisyonda ne düzeyde ve hangi eksende rol alacağı “belli olmayan” TC’nin Irak ve Suriye’den gelecek göç dalgasına karşı “tampon bölge” oluşturması tartışmaları gündeme geldi. Erdoğan, 15 Eylül’de Katar ziyareti dönüşü “tampon bölge”nin oluşturulması üzerine Genelkurmayın çalışma yürüttüğünü ve durumu değerlendireceklerini ifade etti. Ve bu sözlerin üzerine İD saldırısı ve Suruç’a Kürtlerin göç dalgası başladı. Daha önceki göç dalgalarının aksine bu defa medya canlı yayınlarla ve manşetlerden vererek bu göç dalgasını büyük görmeyi tercih etti. Elbette ki “tampon bölge” ve İD tehlikesinin sınırlarımıza kadar dayandığı yorumlarıyla birlikte bu haber verildi.

Kanamayı Durdurmak İçin “Tampon”a Sarılmak!

İD’nin, TC’nin iştahını kabartacak şekilde S. Kürdistanı’nda tampon bölge oluşturmaya zemin hazırlamaya çalışması yadırgatıcı olmamalıdır. İD’nin emperyalist saldırıları S. Kürdistanı’nı ve bir bütün olarak Kürdistan üzerinden karşılamayı hesaplaması oldukça mantıklıdır. Oyunun buradan kurulması, emperyalist ve bölgenin gerici güçlerinin S. Kürdistanı’na doğrudan burnunu sokması demektir. İD ile mücadele adı altında S. Kürdistanı’nın bombalanması, Kürtlerin emperyalizme ve başta gerici Türk devleti ve diğer devletlere mahkum hale getirilmesi hesabı göz ardı edilmeyecek kadar güçlüdür. Bu durum Kürt ulusal hak ve kazanımlarına karşı bir saldırı anlamına gelecektir. (ABD Savunma Bakanı Jack Hagel, ordu yönetimi Suriye’de ki İD hedeflerinin vurulması yönlü planını onayladı açıklamasını 18 Eylül’de yaptı.)

Ancak TC’nin tam bu aşamada “tampon bölge” tartışması bir çeşit cambaza bak oyunudur. Zira “tampon bölge” oluşturmak askeri ve politik dengeler açısından ön görülemez bir çatışma, savaş anlamına gelecektir. Hem emperyalistler arası, hem bölgenin güç dengeleri ve ilişkilerin politik karakteri TC’nin işgali anlamına gelecek bu hamlesine müsaade etmemektedir. Ki TC’de bölgedeki tüm iştahına ve saldırganlık arzusuna rağmen böyle bir hamle yapacak kadar dengesini kaybetmiş gözükmüyor. Ama bu tartışmayla birlikte kendi güvenliğine ve bölge içinde alacağı konuma dair bir çeşit mesaj verme kaygısı güdüyor. Bu mesajın esasının Kürt hareketine yönelik olduğu çok açıktır.

TC Suriye’de kolu kanadı kırılmış, kendi politikasına eklemlenmiş ve hamiliğini kabul etmiş bir Kürt politik çizgisi yaratma derdindedir. Bir yandan bölgede şu an aldığı politik tutumla İD’ye cesaret verip, Kürtlerin üzerine daha güçlü gitmesine zemin sunarken, kendi sınırında “tampon bölge” tehdidiyle sınıra dayanan binlerce Kürdün sınırdan geçişine 2 gün müsaade etmeyerek, tel örgüler önünde yığılmasını sağlayıp, bir yandan kendince terbiye etmeyi amaçlarken, diğer yandan kararsızlığının ne boyutta olduğunu gösterir niteliktedir.

Buna bir de A. Öcalan ve PKK ile yürüttüğü “barış” ve “çözüm süreci”nin yumuşak yüzünü eklemekte fayda var. Bu gelişmelere aldığı tavır aynı zamanda görüşmelerde kendi elini güçlü tutmaya dönük yaklaşımlardır. Karşısında elinde olabildiğince fazla güç, koz ve olanakla oturan bir Kürt hareketi istememektedir. Bir yandan görüşmeleri derinleştirirken, diğer yandan bölgede Kürt Ulusal Hareketi'nin kazanımlarını aşındırmak için elinde hangi olanak varsa onu sonuna kadar kullanmaya çalışmaktadır.

TC Cumhurbaşkanı'ndan ve Başbakanı'ndan “Devşirilmiş Terörist” Yapmak!

Ama TC’nin Kürtleri zayıf düşürmek için elinde yeterince koz olmadığı açıktır. “Tampon bölge”, bir dizi aktörün yanında aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi'nin rızası alınmaksızın, ona rağmen yaşama geçirilemeyecektir. Kürtleri hem içerde hem de bölgede zayıf düşürme politikası artık gülünç olmaktadır. Zira TC bölgede kolu kanadı kırılmış durumdadır. İD ile mücadele konusunda efendisi ile belli sorunlar yaşamaktadır. ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry’nin deyimiyle; “zorlukları var önümüzdeki süreçte karar verecekler” (Kongre Dışilişkiler Komitesi Toplantısı 17 Eylül) durumundadır. ABD basını her gün yeni bir haberle TC’nin Suriye’de İslamcı gruplarla ne herzeler yediğini ifşa etmektedir. Hatta İD’nin Hacıbayram Camiini kullanarak “terörist devşirdiğini” T. Erdoğan ve A. Davutoğlu’nun bu camide Cuma namazı çıkışı çekilmiş fotoğrafını yayınlayarak vermektedir. Yani cumhurbaşkanına ve başbakana “devşirilmiş terörist” çağrışımı yapacak kadar saldırganlığı ileri taşımıştır. ABD’nin “saygın” ve egemen basınında bu haberlerin sadece gazetecilik mesleğinin icrası olarak görmek mümkün olmayacağına göre, TC’ye basın yoluyla tehditler savrulduğunu söylemek mümkündür. Bunlara son olarak bölgede bugün en güvenilir müttefiki olan Barzani’nin meclis başkanı aracılığıyla son süreçte TC’den yana yaşadıkları hayal kırıklığı vurgularını da eklemek gerekir.

Bitmeyen ve Bitmeyecek Kürt Politikası: Düşmanlık!

Kendi ajandasını ABD’nin ajandasına uydurmaksızın kendi geleceğini ve çıkarlarını göremeyen faşist TC’nin efendisiyle ilişkisindeki durum bu denli gerilmişken, bölge üzerinde ki etkinliği-itibari sürekli zayıflarken Kürtleri zayıf düşürmeye yönelik hamlelerinin gerçekleşmeyeceği açıktır. Bölgede etkinlik sağlama adı altında elinde kalan yegâne kozun Kürt barışı olduğu açıktır. Ki A. Davutoğlu sürekli “istikrar adası” olduklarını bölgedeki tüm karmaşa ve kaos içinde tek olumlu olanın “çözüm süreci” olduğunu vurgulayarak ifade ediyor.

Kendileri adına bölge politikası için tek olumlu olanın Kürt barış süreci olduğu açıktır. Türk egemen sınıfları bu durumu tespit etmelerine rağmen hala ve ısrarla boyutlu gerginlik vesilesi olacak şekilde Kürt düşmanlığı politikası izlemekten de geri durmamaktadır. Bunu anlamak için son süreçte iki açıklamaya bakmak bile yeterlidir. Kürt hareketinin bölgedeki etkinliği karşısında dışişleri bakanı M. Çavuşoğlu'ndan (PKK’yi kast ederek bölgeye gidecek silahların “terör örgütlerinin” eline geçmesine müsaade edilmemesi açıklaması), Meclis Başkanı Cemil Çiçek'e (PKK’nin İD karşısında başarısının bir ilizyon yaratmaması gerektiği, PKK’nin hala terör yaptığı açıklaması) kadar uzanan ifade edilmiş “kaygı”lar, düşmanlık dozunun dünden hiç de farklı olmadığını gösterir türdendir.  Türk egemen sınıflarının durumu için kullanılacak en uygun deyim ise (kellerden ve fodullardan özür dileyerek) “Hem kel hem fodul”dur.

Türk egemen sınıfları artık Ortadoğu’da oyun kurma, dengeleri belirleme yeteneğinden tümüyle mahrum kalmıştır. Şimdi “tampon bölge” vs tartışmaları ile cambaza bak oyunu oynayarak, gerçekliğini gizlemeye çalışmaktadır. İD’nin saldırılarından kaynaklı göç hareketlerinden dahi Kürtleri kendine mahkum bırakmaya çalışacak kadar ufku daralmış bir zavallılık içindedirler. “İnsani yardım” melekliği ile rol üstleneceğini açıklarken, dün 2000 tırla yapılan “insani yardım” şimdi trenlerle İD militanlarına, S. Kürdistanı’na sevk edilmesine döndü. TC’nin insani yardımdan anladığı tırlarla silah, trenlerle-otobüslerle Kürt katletmek için insan kaynağı sevkiyatına yardım etmek olarak algılanıyor. TC genetiği bozuk bir ürün gibidir. Ezilen halk ve uluslara düşmanlığı ve özellikle Kürt düşmanlığı bakidir. Biçimi, dozu, tarzı değişse de özü-özeti değişmemektedir.  


82156

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Sayfalar