Cuma Mayıs 3, 2024

Çelişkilerden faydalanabilmek doğru konumlanmayı gerektirir!

İçinden geçtiğimiz süreci doğru anlayabilmek için pek çok gelişmeyi bir arada değerlendirmemiz gerekmektedir. Ortadoğu'daki değişimler, Kürt ulusal hareketinin gelişim seyri, egemen kliklerin arasındaki çelişkiler, ezilenlerin durumu, devrimci hareketler... Bunlar ilk akla gelen başlıklardır. Sonuç olarak süreç, birçok çelişkiyi barındırdığı oranda ezilenler için fırsatlar da yaratmaktadır. Fakat bu fırsatlardan yararlanabilmek süreci doğru analiz edebilmeyi ve doğru bir ideolojik-politik ve örgütsel konumlanışı gerektirir. Burjuva ideolojisinin/politikasının içinde kalınarak ezilenler adına zafere götürücü kazanımlar elde etmek mümkün değildir.

2015 Temmuz’unda başta Kürt hareketi olmak üzere ezilenlerin çeşitli bölüklerine yönelik başlayan saldırılar tüm şiddetiyle sürerken 15 Temmuz yaşandı. 15 Temmuz darbe girişimiyle aldığı darbelerle ciddi bir sendeleme yaşayan iktidar partisi AKP, mevcut tabanını milliyetçi-şovenist ve dinci söylemlerle daha fazla konsolide ederek egemenler arası çatışmada önemli bir avantaj elde etti. Kısa bir süre içinde devletin kritik noktalarını ele geçirdi. İlan edilen OHAL ile kendi yasalarını dahi bağlayıcı olan tüm esaslarından sıyrıldı. Devletin içinde tasfiyecilerle yerini sağlamlaştırırken ekonomik olarak müsadere yöntemini kullanarak önemli ölçüde kendisini ve yandaşlarını palazlandırdı. Devletin yeniden restorasyonunu hedefleyen ve kendisi dışındaki egemen kliklerin hareket alanını daraltan, Başkanlık sistemini açık hileyle kabul ettirdi.

Cumhuriyet kurulduğundan beri, hükümette olup olmamasından bağımsız olarak devlet içinde sahip olduğu kurumsal gücüyle hegemonik klik olan CHP ise hiç olmadığı kadar güç kaybettiği bir döneme girdi. CHP'yi ayakta ve birarada tutan Kemalist ideoloji hızlı bir aşınma süreci içine girdi. Ve bu durumdan kurtulmak için böyle bir kapasitesi hiç olmadığı halde AKP karşıtlığı üzerinden MHP'den ayrılanlardan SP'lilere ve çeşitli “sol” kesimlere yönelik söylemler geliştirmeye başladı. Kendisine “hayır”a oy veren kesimlere önderlik yapma görevi biçip ve bu kapsamda görüşmeler vb. yaptı. CHP'nin bu girişimlerinin MHP ve SP'liler ve burjuva parti ve çevreler içinde sonuç verip vermeyeceği kendi iç çelişkilerine bağlıdır. Fakat asıl sorun Türkiye'de kendine “sol, “sosyalist” veya “komünist” diyen bazı kesimlerin CHP ve onun ideolojisi Kemalizm'den bir türlü kopuşamamasıdır. Bu devleti kurucu kliği ve çelik çekirdek ordu aracılığıyla yaklaşık bir asırdır devleti yöneten birçok katliamın sorumlusu olan, Kürt ulusunu yok sayan, işçi ve emekçilere yönelik sömürü politikalarının sahibi olan egemen sınıfın bu kliği nasıl olur da “sol”cu olduğunu söyleyenler üzerinde etkide bulunmaya devam eder?

Türkiye’de burjuva ideolojisinin ana çizgilerinden biri olan Kemalizm’le aynı düzlemde buluşabilir, bunu sahiplenip söylemlerini, amacını bunun üzerinden tarifleyebilir? CHP ile “sol”un bir türlü kopuşamaması yeni ortaya çıkan veya sadece bugünün sorunu değildir. TKP'nin Mustafa Suphiler sonrası izlediği tarihsel ilerlemeci çizginin bir sonucu olarak solun gündemini hep meşgul etmiştir. Kaypakkaya başta Kemalizm ve Kürt sorunu olmak üzere bu çizgiye önemli bir darbe vurduysa da varlığını bazen güçlenerek bazen zayıflayarak sürdürmektedir.

“Devrimci bir cumhuriyet!”

“Türkiye'nin kurtuluşu için devrimci bir cumhuriyet için, yeni bir sol atılım için buluşuyoruz”, şiarıyla HTKP tarafından yapılan etkinlikte “Devrimci bir cumhuriyet kavgası”nın çağrısı yapılıyor. HTKP (ya da TKP) genel başkanı Erkan Baş konuşmasında şunları söylüyor; “Bugün Cumhuriyetçi kuvvetler bir yol ayrımındadır. Ya iktidarın, rejimin muhalefeti olarak konum alınacak, ya da düzeni tam boy karşısına alacak devrimci bir cumhuriyetçi damar kuvvetlenecek. Saray rejimini yıkmanın ilk şartı, cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı kuvvetlendirmektir... (Bunun için; bn) Türkiye'nin tüm ilerici kuvvetlerine, emekçi halkımıza bir çağrı yapıyoruz.” (5.06.2017, Cumhuriyet)

Kendilerini burjuvazinin rejimine ait görmelerinin sonucu olarak “cumhuriyetçi kuvvetler” içinde tanımlayan, adında komünist olan bir partinin başkanının konuşmaları bunlar. Hedefleri ise cumhuriyetçi olmayan AKP/Saray rejimidir.

Kimlerle birlikte? “Tüm ilerici kuvvetlerle” birlikte! Bu ilerici kuvvetlerin sanırız henüz ayrışım yaşamadan önce yaptıkları 11. Kongre kararlarında sıraladıkları doktor, mühendis, öğretmen gibi eğitimli ve kalifiye emekçiler, sanatçı ve bilim insanları gibi aydın kesimler, öğrenci gençlik yani orta sınıf olduğunu ve bunların seküler bir yaşamı benimsemiş, aydınlanmacılığı savunan kesimler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

TKP'nin bu teorisi yeni değildir. İçinde yaşanan kopuşmalara, dönem dönem başta Kürt meselesi olmak üzere daha ileri noktalarda konumlanabilmelerine rağmen dönüp dolaşıp burjuvazinin ideolojisi ve politikasına yedeklendiklerini görüyoruz. Onlara göre emekçi hareketi de devrimci olabilmesi için kendini seküler bir perspektifle tanımlamalıdır. Kürt hareketi de kadın hareketi de... Bu konuşmalar sanki ’90 öncesinden gelir gibidir. “Arkadaş önce kara kuvvetlerle hesaplaşalım” diyen ses kendini şu anda yeni duruma uydurmuştur. Şeyh Sait, Zilan, Ağrı isyanlarını gerici, feodal kara kuvvetlerin isyanları olarak görüp yine “cumhuriyetçi kuvvetler” devleti sarmış durumda. Ve bunun karşısında yine “cumhuriyetçi kuvvetler olarak” ve önüne “devrimci” sıfatı konmuş bir “cumhuriyet” için aynı saflaşmaya çağırıyorlar.

TKP geleneği o günlerden bugüne duruşunu sınıfsal zemin üzerinden değil ilericilik/gericilik üzerinden yaptığından burjuvazinin bir kliği peşinden sürüklenip durmuştur. Bir komünist açısından Kemalizm’le simgelenen ve ilkeleri arasında “milliyetçilik”, “devletçilik” olan bir cumhuriyetin gidip yerine İslamcılıkla simgelenen başka bir milliyetçi devletçi kliğin gelmesi nasıl bir nitelik farkı oluşturur? Meseleyi her türlü burjuva cumhuriyetin gitmesi olarak koyabilmeleri zaten kendini “cumhuriyetçi kuvvet” olarak görenler için mümkün değildir. Burada TKP her zamanki hatasına tam da sınıfsal duruşu dolayısıyla düşmüştür. Aydınlanmacılığa özsel bir ilerilik, dine de özsel bir gerilik yüklemiştir. Bu durum, burjuvaziyle yan yana durmayı, aynı ideolojiden, politik zeminden beslenmeyi getirmektedir.

TKP'nin yaşadığı bu handikap sadece ona ait değildir. Marksizm’in uluslararası çizgisinde de bu tarihsel ilerlemeci yaklaşım çok önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. “Burjuvazinin üretici güçleri geliştirecek olması” dolayısıyla ona devrimci rol biçilmesi ideoloji ve politikada onun peşinden sürüklenmeyi getirmiştir birçok kesim açısından. Türkiye'de de bu görevi üstlenenler olarak Kemalistlerin görülmesi, onlara yedeklenme sorununu hep ortaya çıkarmıştır ve egemen klikler arasındaki çelişkide gönül rahatlığıyla CHP'nin ideolojik/politik evrenine girilmiştir. Aslında TKP'nin girdiği bu yola en büyük darbeyi kesin ve köklü bir şekilde Kaypakkaya vurmuştur. Hem ezilen-ezen hareketlerini “ilerici-gerici”lik üzerinden değil tamamen sınıfsal konumlanmayla belirlemesiyle hem de “komünistler iki gerici klikten birini tercih etmez” belirlemesiyle...

Ezilenlerle buluşmak zorunludur!

Ezilenlerin dünya genelindeki isyanlarında cihadçı örgütlerin sayısının artması, bu ilericilik-gericilik ayrımına her zamankinden fazla kan-can taşımaktadır. Komünistlerin bu ayrımın tuzağına düşmemesinin pratik tek yolu, bu eksen üzerinden kutuplaştırılmak istenen emekçilerin arasına mezhep, din, dil ayrımı yapmadan gitmeleridir. Sadece “AKP/Saray rejimine” karşı değil kuruluşundan bugüne halkları sömüren, Kürt ulusa yönelik imha ve inkar siyasetinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Kemalist “CHP” kliğine ve topyekün bu devlete karşı mücadeleyi yükseltmenin yollarını bulmaktır. “Cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı güçlendirmek” gibi şaşalı ifadelerin götürdüğü ve götüreceği yer her zaman bu ülkede egemen sınıflardan birine yedeklenmek olacaktır. 

39114

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih! Yarım Asırlık Mücadele Yolumuzu Aydınlatıyor

Proletarya partisinin kuruluşunun ve mücadeleye atılışının 50. yılındayız. Bu süre içinde mücadelesini kesintisiz sürdüren proletarya partisi, onu var eden koşullar devam ettikçe kuşkusuz varlığını devam ettirecektir.

Sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesinin ülkemizdeki varlık nedenleri, sistemin çöküntü içine girdiği günümüz koşullarında kendisini çok daha yakıcı dayatır duruma gelmiştir. Ve elbette ki proletarya partisi üstlendiği tarihsel rolü yerine getirecektir. Çünkü onun mücadelesine yol gösteren sağlam temellere dayalı ideolojik-politik pusulası vardır.

Eski sloganlar bugüne hitap etmiyor…(İsmail Cem Özkan )

Eski sloganlar atılıyor, eskisi gibi heyecanlı değil, çünkü ortam ve zaman değişmişti, eski sloganların ruhu da çoktan bizi terk etmişti... İnat ile eskiden kalan sloganlar atılıyordu ama o sloganlar bugünün sorununa yanıt vermiyor, sadece eski arkadaşlara "biz ayaktayız, yok olmadık, gelin bir arada olalım!" çağrısıydı. Fakat çoktan ayrılmıştık, ruhen bir arada ama eskinin yaratılmış öyküleri de abartılarak anlatılırken gerçeklikten uzaklaşmış ve eskinin yeniden yaşayacağı iyimserlik dışında bir arada olacağımıza dair her hangi bir şey söz konusu değildi...

Siyaset Yapma Tarzımız ve Verili Koşulların Önemi Üzerine

 


   Son dönemlerde kurumlarımızın yaptığı konferanslarda, basın açıklamalarında `Verili koşullar` dan bahsediliyor. Verili koşullardan kasıt, somut koşulların somut tahlili.

Ölümsüz(ümüz)dür NÂZIM HİKMET[1]

Pişman değilim yaşadıklarımdan,

öfkem belki de yaşayamadıklarımdan.[2]

 

“Ew çend giringî pê bide jiyana xwe ku di/ heftêyem de jî wek mînak çandina darzeytûnê bibe// Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,” dizelerinin hakkını bir komünist gibi yaşayarak verdi. Eylül 1961’in Doğu Berlin’indeki, “sözün kısası yoldaşlar/ bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da/ insanca yaşadım diyebilirim,” demeyi de sonuna kadar hak etti…

Türkiye’de Durum: Çürüme ve “Çökme!”

Açıklama: Aşağıdaki makale Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Merkezi Yayın Organı Komünist’in Mayıs/2022 tarihli 76. sayısından alınmıştır.

İnsanî Mecburiyet(İmiz)dir Aşk[*]

 

 

“Güzelliğin beş para etmez,

bu bendeki aşk olmazsa.”[1]

 

Lev Tolstoy’un “Gerçekten aşk var mı?” sorusu bana hep itici gelmiştir; William Faulkner’in, “Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı,” tespiti gibi.

“Neden” mi?

Var olmayan şey soru(n) da ol(a)maz, ders kitaplarına da gir(e)mez…

SADAT

Son günlerde gündem olan SADAT ve Özel Savaş Şirketleri'ni, yeni yayınlanan “EMPERYALİST TÜRKİYE” (El Yayınları) kitabımda ele almıştım. Oradan kısa bir bölümü yayınlıyorum

Türk Tekelci Devleti’nin Paramiliter Gücü[1]

 

Yusuf Köse

TKP-ML -MKP: Cesaretimizin Sönmeyen Meşalesi Komünist Önder İbrahim KAYPAKKAYA Ölümsüzdür!

Dostlar, Yoldaşlar;

Bugün burada, ülkemiz devriminin önderini, kökleri asla sökülmemecesine toprağın derinliklerine işlemiş bir geleneğin yaratıcısı İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anıyoruz.

Bugün burada, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in usta bir öğrencisi olan komünist önderimizi anıyoruz.

İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır zindanlarında işkenceyle katledilmesinden bugüne kadar geçen 49 yıl içinde gerek mücadele yaşamı gerekse de ileriye sürmüş olduğu tezler nedeniyle güncelliğini korumaktadır.

Anlamak, Hatırlamak Zamanıdır Şimdi[*]

 

 

“-Prometheus: Ölüm kaygısından kurtardım ölümlüleri.

- Koro: Nasıl bir deva buldun bu derde karşı?

- Prometheus: Kör umutlar saldım içlerine.”[1]

 

O sadece kasketli değil; kasketin en çok yakıştığı insandı.

Benjamin Franklin’in, “Bazıları 25’inde ölür ama 75’ine kadar gömülmezler,” saptamasını tekzip eden bir mücadelenin, direncin, tarihin -ve elbette acının- adıydı.

KAZAKİSTAN İSYANI[*]

 

 

“Emekçi insanlığını,

ancak burjuvaziye nefret

ve isyanla kurtarabilir.”[1]

 

Eduardo Galeano’nun ifadesiyle, “Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte”yken; BBC’ye bile, “Kıyamet filmlerinden çıkmış gibi”[2] dedirten bir fırtına koptu Kazakistan’da.

18 Mayıs… (Nubar OZANYAN)

Dağ başlarında yanan çoban ateşidir İbrahim Kaypakkaya. Yüreği, özgürlük ve eşitlik için çarpanların bilincinde ve öfkesinde yaşayandır. O daima hafızalarda korkusuz bir komünist, inançlı bir önder, unutulmayan bir direnişçi olarak yaşayacaktır.

Sayfalar