Salı Mayıs 14, 2024

Ճշմարտություն մարտիկներն են ապրում! Şervanên rastiyê dijîn! Hakikat savaşçıları yaşıyor!

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada savaşlar, göç, hastalık, açlık hiç eksik olmamış aksine ivmesi her geçen gün hızla yükselmektedir. Bereketli topraklar paylaşım savaşında emperyalist haydutlar tarafından kan gölüne çevrilirken bütün acı, gözyaşı ve savaşın faturası en ağır biçimde burada yaşayan mazlum halklara ödetilmiştir/ödetilmektedir.

Büyük Felaket ile yurdundan imha edilerek dağılan Ermenilerden sonra bu kez sırada Filistin halkı vardı. Filistinliler Büyük Felaket (El Nakba) ile yüz yüze kaldı.1948 yılında Filistin halkının topraklarını işgal ederek kurulan İsrail devleti,70 yıldır Filistin halkına zulmetmekten geri kalmadı. Milyonlarca Filistinli çeşitli ülkelere göç ederek mülteci konumunda yaşamaktadır. Bir gün vatanlarına, topraklarına, evlerine dönebilmenin kavgasını veren Filistinliler bugün yine bir kez daha katliama maruz kalıyorlar. Yine başka bir halk olan Kürtler önce dört parçaya bölünmüş, ancak ulusal birlik rüyası asla son bulmayan ve bunun çabasında olan Kürtlere dönük katliamlar devam ederken Kürt sorunu dört parçada devletlerin “güvenlik politikalarının” baş gündemine oturmuştur.

Her sınıf, iktidar ve mücadele yürüten örgütlenme ya halka ya burjuvaziye hizmet eder. Bunun arasında üçüncü bir yol olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. 1,5 milyon Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanan Ermeni Soykırımı’nı kabul etmemek, tarih ile yüzleşmemek, Kürtlerin varlığını inkar etmek, UKKTH savunmamak, reddetmek bugün yaşanılan krizlerde devlet açısından hep bir sorun dinamiği olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla bu konuda hak ve özgürlükleri savunmak, Ermeni ile Kürt sorunu karşısında mazlum halkların mı yoksa soykırımcı, talancı bir geleneğin yanında mı olduğumuzu belirleyecektir.

İttihat ve Terakki yöneticileri Talat-Enver-Cemal üçlüsünün önderliğinde gerçekleşen gizli toplantılarda “Hıristiyanların tasfiye edilerek Anadolu’nun Türkleştirilmesi” için raporlar hazırlandı. Uygulamaya konuldu. 3 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir ulus olarak Ermeniler 1.5 milyon insan katledilip, bir o kadarı da sürgünlere yollanılarak bu politikalar doğrultusunda soykırıma uğratıldılar. Soykırıma giden yolun örgütlenmesi ise Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulması ile başladı. İlk önce cezaevlerinden bulunan katil, ağır suçlu kişiler özel afla serbest bırakıldılar. Kafkaslardan, Balkanlardan gelen muhacirler Teşkilat-ı Mahsusa etrafında silahlandırıldı. 15-60 yaş arasında olan Ermeni erkekler seferberlik adı altında toplanarak yol inşaat gibi işlerde çalıştırıldı. Soykırım planının uygulanması için erkek Ermeniler etkisizleştirildi.

Balkanlar ile Afrika’da kontrolden çıkan, Doğu’da Rusların işgal ettiği topraklar Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı arifesinde Osmanlı’nın kötü olan durumunun ağırlaştığına işaret ediyordu. Hakimiyeti altındaki bütün toprak parçalarını kaybetmenin vermiş olduğu dürtü ile elindeki toprakları da kaybetmemek için yeni yol ve yöntemler bulma çabasına itiyordu bu egemenleri. Her ne kadar bu yeni yol ve yöntemler ulus ve azınlıkların kanlı bir şekilde sürülmesini, coğrafyanın acıların coğrafyasına dönüştürülmesine neden olsa da… Bunun için Talat-Enver-Cemal üçlüsü, Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılması için Kanlı Tehcir planını uygulamaya koydu.

1915’te İçişleri Bakanı olan Talat Paşa Halep Valisi’ne gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Hükümet’in Türkiye’de yaşayan mevzu bahis insanları tümüyle yok etmeye karar verdiği konusunda bilgilendirilmiş bulunuyorsunuz. Önlemler ne kadar trajik olursa olsun varlıkları ortadan kaldırılmalıdır. Yaşa, cinsiyete, bakılmadan vicdan muhasebelerine girişilmemelidir.” Bu emir, tüm coğrafyada söylemin kesinliğine ek vicdansızlıklarla birleşerek yürürlüğe konuldu. Muhtemelen planın kurucularına bile parmak ısırtacak şekilde “vicdan muhasebesine girişmekten” uzak bir şekilde hem de!

Binin üzerinde Ermeni halkının önderleri bir şafak vakti evlerinden alınarak tutuklandılar. Ayaş, Çankırı ve Çorum’a sürüldüler. Yine en değerli sosyalist devrimci Hınçak Partisi önderleri 15 Haziran 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler.

 24 Nisan 1915’ten 24 Nisan 1972 Manifestosu’na…

24 Nisan1915 Büyük Felaketi Osmanlı hegemonyası altında bulunan Suriye topraklarında tamamlanmıştır. Mardin, Diyarbakır ve Urfa üzerinden gelen kafileler El Bab, Resul Ayn, Halep, Rakka ve cehennem olarak bilinen Der Zor çöllerinde bulunan Meskene, Dipsi gibi kamplarda 300 bin Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanmıştır. Der Zor Kaymakamı Salih Zeki, Zor soyadını bu şehirden almıştır. Talat Paşa’dan gelen emirler doğrultusunda hareket ederek 200 binden fazla Ermeni’nin kanına girmiştir. Katliamlardan sonra durmamış, Bakü’ye geçmiş, kendini gizleyerek TKP’nin kuruluşunda yer almıştır. Daha ileri giderek Kemalistlerle Mustafa Suphiler arasında diyalog sağlayarak Suphilerin Karadeniz’de hunharca öldürülmesinde önemli rol oynamıştır.

Ermeni ulusunun yok edilmesinden sonra iktidarı ele geçiren yeni cumhuriyet Türkiye’sinde Kemalistler Kürt isyanları ile karşı karşıya geldiler. 1921 Koçgiri,1925 Şeyh Sait, 1928 Ağrı, 1930 Zilan,1938 Dersim İsyanları ve PKK’nin kuruluşuyla bugün doruk noktasına ulaşan Kürt halk hareketinin kökenleridir u isyanlar. Koçgiri halk hareketi, Cumhuriyet tarihinde ilk Kürt ayaklanması olması bakımından ö nemlidir. Eski bir İttihatçı olan Sakallı Nurettin Paşa “Zo’ları hallettik, sıra Lo’larda” diyerek, bu halk hareketini bastırmaya gelmiştir. Ermeni ve Rumlara yönelik gaddarlık ve zalimlikleri ile ün yapmış Nurettin Paşa aynı zamanda İzmir yangınının planlayıcısındandır.

Son olarak Ermeni soykırımından sonra Kemalist dönemin en barbar katliamlarından biri olarak Dersim soykırımını saymalıyız.1937-38 yılında Seyit Rıza ile 6 arkadaşının idamı ile sonuçlanan Dersim Tertelesi, ulus devlet projesinin hayata geçirilmesinin önünde Dersim coğrafyasındaki azınlık ve inanç zenginliğinin, Kızılbaş kimliğinin engel olarak görülmesi, 1915 soykırımında 20 bin Ermeni’ye kucak açan, koruyan, gizleyen Dersimlilere intikam duygusuyla hareket edilmiş olmasının sonucudur.

Kamuoyunda bugün de tartışılan, haklarında övgü ile söz edilen, ulusal kahramanlar olarak gösterilen Kuvay-i Milliyeciler Ermeni ve Rum katliamlarında yer almış, Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almış eli kanlı birliklerdir. Ermenilerin mallarına, mülklerine el koyan bu çeteler aranan, cezaevlerinden salıverilen kesimlerden oluşmuştur. Bu çeteler için Mustafa Kemal, Kürt önderlere mektup göndererek “Ermeniler geri gelecek, kırım nedeniyle intikam alacaklar” şeklinde çağrılar yapmış, bu birlikler savaş sonrası yeniden sahneye çıkarılarak bu kez Kürt halkının katledilmesi planlarında yer almışlardır.

Çetelerden bazıları Marmara bölgesinde Dayı Mesut, Yahya Kaptan (ki kendisi Mustafa Suphileri Karadeniz’de hunharca öldürme emrini yerine getiren kişidir), Kara Aslan, İpsiz Receplerdir. Karadeniz’de Topal Osman’dır. Adana’da Avni Paşalardır. Bu gerçeği göremeyen bazı sol çevreler mahkeme savunmalarında verdikleri mücadelenin “ikinci kurtuluş savaşı”, kendilerinin de “ ikinci Kuvayi Milliyeciler” olduğunu söylemekte; bu gerçekleri görmezden gelmektedirler.

Mustafa Suphilerin ölümünden sonra yanlış bir politik hat izleyen TKP, tamamen Kemalistlerden medet umar duruma düştü. Kanla bastırılan Kürt ulusal hareketler için “Dersim’de feodal gericilik eziliyor” diyerek, bu katliamlara arka çıkmış, Kürt ulusal mücadelesine ta o vakitten Türk egemenler safında yer tutarak mesafesini koymuştur.1925 Şeyh Sait ayaklanması için söyledikleri “arkalarında İngiliz emperyalizminin parmağı var” söylemleri de bu duruşlarının başka bir göstergesi olmuştur. Bu 60 yıllık tarihi koşullanışın analizini yapan ve buradan radikal sonuçlara ulaşan komünist önder Kaypakkaya, 72 Manifestosu’nda bu dönemleri bu bilinçle kaleme almış ve genç yaşında Kürt meselesiyle komünist hareket arasına çekilen duvara güçlü bir darbe vurmuştur.

24 Nisan 1972 yılında kurulan Türkiye Proletaryası’nın öncü müfrezesi, kendi ismini, revizyonist-oportunist akımlar ile TKP’den kesin olarak farklı olduğunu göstermek için TKP/ML olarak ilan etmiştir. Kaypakkaya’nın günümüzde bu kadar güncel olmasının sebebi ileri sürdüğü tezlerin, sosyal pratik karşısında hala hayat buluyor olmasıdır. 60 yıllık aradan sonra bile hala sosyal şoven, milliyetçi akımlarla arasına kalın çizgi çekerek Kürt milli meselesi, Kemalizm tahlili, azınlıklar sorunu ile Ermeni soykırımı konularına verdiği önem ve bu konudaki devrimci tarih okuması hala değerini korumakta ve bugün Türkiye devrimci hareketinin bu konudaki kırılmalarına öncülük etmektedir.

Kuşkusuz Kaypakkaya’nın güncelliğini sürdürme konusunda kendi mücadelesi, tezleri, cüreti bir buz kırmakla birlikte, esasın, onun açtığı gediği büyüterek işçi sınıfının, ezilen cinsiyet, ulus, azınlık ve inançların üzerinden yükselen faşist Kemalist iktidara karşı aynı çizgiden mücadeleyi sürdürmek olduğu açıktır. Bunun güncel karşılığının ise Kürt meselesinde alınan tutumlar üzerinden değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Putin ile Erdoğan’ın eli kanlı

Dört parçaya bölünen Kürt ulusunun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi emperyalist ve uşaklarının uykularını kaçırırken Rojava Kürdistanı’nda Kürt halkının kazanımlarına tahammül edemeyen işgalci, soykırımcı Erdoğan “bedeli ne olursa olsun asla müsaade etmeyeceğiz” açıklamasında bulunarak faşist Kemalist iktidarın güncel kopyası olduğunu kanıtlamıştır bir kez daha. Ve tarihsel devlet refleksine sahip olduğunu göstermiştir.

Bu yüzden Kaypakkayacılar Kürt sorunu ve Rojava devrimine kayıtsız kalmamış, burada yerlerini almıştır. Bedel ödemekten çekinmemiştir. Komutanını şehit vermiştir. Tüm bu koşullarda Kaypakkaya geleneğinin tavırsız kalmaması, bu konuda tarihi misyonunu oynamak için adım atması, büyük idealleri olan bir hareket için olmazsa olmazları arasındadır. Herkesin umutla bu adımı beklediği bir sırada Kaypakkaya geleneği içinde yaşanan ayrılığın önemli bir gerekçesinin Rojava üzerinden olması acı bir durum olsa da tesadüfî değildir.

Kaypakkaya gibi Kürt meselesinde buz kırmış bir önderin ardılları olarak bu tür bir konuda böylesi bir ayrışmaya gitmek acı olan yan olsa da; bilimsel olan ve tesadüfi olmayan olgu ise Kürt meselesi gibi Kemalist faşist diktatörlüğün hedef tahtası gördüğü ve kalıtsal refleksler verdiği bir konuda “gri” duruşun kabul görmeyeceğidir. Yani Kürt meselesine dair güncelin hak ettiği net duruşu sergileyen/bu yönlü adımlar atanlar ise bundan uzak duranlar ve net olamayanların yan yana duramayacağı günlerin gelip çattığının göstergesi olmuştur bu ayrılık… Elbette bu “gri” duruşun altında yatan ideolojik olarak sahip olunan çizgidir. Kürt meselesine yaklaşımda Kaypakkaya’nın söylemlerini taklit etmenin bu gerçeğin önüne geçme durumu olmadığı, bu çizginin sahipleri dışında emekçi halklar nezdinde açıktır.

Her önüne gelenin “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” açıklaması yapmasına karışın Suriye artık bölünmeye doğru gitmektedir. Rusya ile ABD arasında süregelen pazar kavgasında çelişkileri kullanarak Osmanlı hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Türkiye, Zeytin Dalı ile Fırat Kalkanı işgal hareketleri ile Suriye’nin bir parçasına göz dikmiştir. Cerablus, El Bab, Azez’den sonra Efrin’i de işgal ederek iki yüz binden fazla Kürdü evlerinden, yurtlarından etmiş, çeteleri sahiplenerek faşist Kemalist diktatörlüğün hala ilk günkü reflekslerini koruduğunu göstermiştir.

Rusya ile yapılan kirli pazarlıklarda cihatçıların korunması karşılığında önce Halep boşaltıldı. Arkasından Guta’nın boşaltılması karşılığında Efrin’in işgal edilmesine müsaade edildi. Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ÖSO ve çetelerinin yağma, talan, linç, tecavüz olayları yaşandı. Halen devam eden çetelerin yaptıklarının siyasi sorumluları Erdoğan ile Putin’dir. ÖSO’yu öven Erdoğan çetelere “Suriye’nin Kuvayi milliyesi” demektedir. Yoksul Kürt halkının el konulan ganimetlerini “helal” diye teşvik eden, “Efrin’den aldığınız ganimetler size yeter” diyecek kadar, her şeyi alenen ortaya dökmektedirler.

Yüz yıl önceden yaşanan Ermeni trajedisi, bugün Erdoğan tarafından Kürtler üzerinden sürdürülmektedir. Talat Paşa’nın “bir tek Ermeni kalmasın” derken; Erdoğan da bugün çeteler, TSK, istihbarat üyeleri ve atadığı Valiler yoluyla “bir Kürt bırakmamaya” yeminli görünüyor.

Ancak egemenlerin durumları ve konumları bu şekildeyken buna karşı savaşanların durumları yüz yıl öncesinin aynısı değildir! Rojava devrimi sadece Kürt ulusunun mücadele yeteneğine ve olanağına bırakılamayacak denli enternasyonalist mücadelenin odak noktası olmuştur. Jack Klebs (ABD), Alina Sanchez (Arjantin), Anna Campbell (İngiliz), Haukur Hilmarson (İzlanda), Samuel Prada Leon (Fransa), Olivier Francois Jean (İspanya), Sjoerd Heeger (Hollanda), İvana Hoffman (Almanya), Jac Holmes (İngiliz), Oliver Hall (İngiliz), Ryan Logic (Britanya), Robert Gradt (ABD), Soro Zinar (Britanya), Luke Ruttler (İngiliz), Paolo Todd (ABD), Michael Israel (ABD), Anton Leschek (Almanya), Antonio Cassun (Kanada), Ramon Maria Rull Linhoff (İspanya)’lar bu uğurda boşuna şehit düşmemişlerdir.

Türkiyeli devrimcilerin burada konumlanışı, halkların birleşik mücadelesi için bedel ödeyişi bu konuda üzerlerine düşen görevleri yerine getirme çabalarının göstergesi olmuş ve yüz yıllık faşist diktatörlük karşısında Kürt ulusunun yüz yıl önceki kaderle yeniden yüz yüze gelmesine karşılık direnişin adı olmuşlardır. Bu uğurda ölümsüzlüğe uğurladığımız hakikat savaşçıları Ulaş Bayraktaroğlu, Gökhan Taşyakan, Ulaş Adalı, Doğan Kırefe, Mehmet Kurmaz, Muzaffer Kandemir, Destan Temiz, Hasan Ali, Ayşe Deniz Karacagil, Bayram Ali Akdeniz, Nurhak Can, Taylan Demircioğlu, Sinan Ateş, Zeynel Seyid Rıza, Özgür Avaroni, Tiraj Alişer, Suphi Nejat Ağırnaslı, Nubar Ozanyan, Rıfat Horozlar bu hakikat savaşında her daim var olmaya devam edeceklerdir!

38480

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

Sayfalar