Cuma Mayıs 17, 2024

"Deniz" olmalıydım.../ Deniz Gülünay

Hasan Gülünay bu ülkede sayısı bile tam olarak tespit edilemeyen "kayıplardan" biri. İşe gitmek üzere İstanbul Tarabya’daki evinden ayrıldığı 20 Temmuz 1992 sabahından bu yana kendisinden haber yok.

Sirkeci'de arzuhalcilik yapan Gülünay'ın işyerini 22 Temmmuz'da  telefonla arayan ve kendisini Terörle Mücadele Şubesi’nden bir polis olarak tanıtan kişi, onun gözaltında olduğunu söyledi. Fakat ailenin başvuruları üzerine Terörle Mücadele Şubesi'nden bilgi isteyen savcılığa şube, Gülünay’ın 19 Temmuz 1992’de başlatılan TKP/ML TİKKO operasyonu kapsamında ehliyetinin Şavşat’ta gözaltında ölen Ali Ekber Atmaca’nın üzerinden çıkması nedeni ile arandığı, fakat gözaltına alınmadığı bilgisi verdi.

Oysaki gerek telefonla arayan polisin söyledikleri, gerekse Hasan Gülünay'la aynı anda TMŞ'de bulunan Erol Çam ve Yüksel Özdemir'in onu şubede gördüklerini ve “Ben Hasan Gülünay. Beni kaybedecekler” diye bağırdığını beyan etmeleri ne olup bittiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Hatta kontrgerillanın bir parçası olup Susurluk'taki "kazada" ölen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ da -daha sonra inkar etse de- Hasan'ın eşi Birsen Gülünay’a onun şubede olduğunu ve gördüğü ağır işkenceler nedeni ile yaralarının iyileşmesinin beklendiğini söylemişti.

Gülünay dosyası ailenin çabalarıyla, 2009 yılında yeniden açıldı. Savcılık, Emniyet’e, Gülünay’ın gözaltına alınıp alınmadığını yeniden sordu. Emniyet’in yanıtı da yine Gülünay’ın 1992’den beri arandığı, yakalandığına dair bir kaydının olmadığıydı. Soruşturma, 31 Ekim 2012’de, 20 yıllık zamanaşımı süresi dolduğu için "kovuşturmaya yer olmadığı" kararıyla kapatıldı.  Birsen Gülünay’ın avukatı Gül Altay’ın, savcılık kararına yaptığı itiraz ise 22 Ocak 2013’te Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Dava şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde...

Hasan Gülünay işkenceci katiller tarafından "kaybedildiğinde" henüz küçük bir çocuk olan kızı Deniz'in tüm çocukluğu ve gençliği babasını aramak, olmazsa mezarına ulaşma çabası ile geçti. Deniz bu yıllar boyunca yaşadıklarını, özlem ve umutlarını bir mektupla babasına yollamak istedi:

Sevgili Babam’a...


Bu sana ilk mektubum olacak. Yazmak hem çok zor olacak, hem de çok heyecan verici ve anlamlı... Seninle paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki aslında, bunun heyecanı içindeyim...


20 Temmuz ve öncesi günlere gelmeden önceki süreç çok fazla hafızamda yok. Çocukluğuma dair pek bir şey hatırlamıyorum. Oysaki seninle kim bilir ne kadar eğlenceli şeyler yaşamışızdır... Anılarımı hatırlayamamak çok acı aslında. Tek hatırladığım “Denizin anahtarı” var... İşlerin yoğun olduğu için bizi denize götüremezdin, ben de ısrarla “ne zaman gideceğiz?” diye sorunca, “Denizin anahtarı arkadaşımda, alıp geleceğim” demiştin... Çocuk aklı, ben de bu sefer sürekli anahtarı alıp almadığını sorardım. Sen gittikten sonra, ben uzun bir zaman denizin anahtarını almaya gittiğini hayal etmiştim.


Seni en son gördüğüm günü hatırlamıyorum; ne yapmıştık, acaba en son yemekte ne vardı?.. Bunların cevaplarını almak imkansız artık. Bunlar insanın canını yakıp duruyor, çünkü insan babasıyla anıları paylaştıkça daha mutlu olur; ama...
 

20 Temmuz gecesi seni bir daha göremeyeceğimiz bir kavganın içinde bulduk kendimizi...

Ömrümün en uzun ve en acı veren serüveninin içinde buldum kendimi. "Serüven" diyorum, çünkü seni bulmak için yapılan eylemler bana bir oyun gibi geliyordu. Oysaki bu oyunda kontrgerillalar vardı ve seni bize vermemek için çabalıyorlardı.

Annemin gencecik yüzündeki hüznü dün gibi hatırlıyorum. Seni, sevdiceğini bir daha bulamayacak olmanın hüznü... Annemin hüzünlü yüzünü kalbimin en ücra köşesine sakladım. Sakladım ki; o hüzne baktıkça öfkem artsın diye...

Hep bir an önce büyümeyi hayal ettim. Büyümeliyim ki, seni daha çabuk bulma hayalini hayata geçirmeliydim. Büyümeliydim, çünkü bu acıyı annem tek başına taşımamalıydı; öfkesini yalnız başına haykırmamalıydı...

Sen bize “Büyü de baban sana...” parçasını okurken ninni gibi gelirdi. Halbuki biz daha büyümeden devlet bize acıların en büyüğünü; baskılar, işkenceler yaşatmıştı bile...


Evet büyümeliydim. Ama sensiz değil, seninle birlikte büyüdüm.S

eni bir daha bulamayacağımı anladığım gün kendime bir söz vermiştim. Babama layık bir kız olmalıydım. Adıma anlam katan “Deniz” olmalıydım. İyi bir insan olmanın yanında, halkın acılarına merhem olmak da vardı hedeflerim arasında.


Büyüdüm, babamın kızı oldum, seninle hep gurur duydum. ”İyi ki babam devrimci, direngen bir baba” dedim...İşkencehanede direngen bir tavır takındığına hiç kuşku duymadım ve hep onur duydum seninle...


Hayallerimle birlikte sen bana hep rehber oldun aslında. Senden ilham alarak devrimci olmaya çabaladım... Ama başka hayallerim de oldu. Bir sürü soru sordum kendime cevabını alamadığım... Eğer babam devlet tarafından katledilmeseydi ben yine devrimci olacak mıydım? Ya da seninle birlikte eylemlerde direnecek miydim? Cevapların çoğu seninle başlıyor, senin varlığın verecekti aslında...


Çoğu kez ikimizi bir barikatta direnirken hayal ettim... Yüzümdeki mutluluk paha biçilemez cinstendi, görmeni isterdim. Gözaltına alınırkenki tavrımı değerlendirmeni isterdim. Ya da ilk gözaltımda senin gelip beni teslim almanı... Devrimci bir babanın kızının hayalleri böyle mi olur bilmiyorum; ama hayal kurarken senin beni gördüğünü düşünürdüm hep... Hatalarımı da seni düşünerek,”acaba babam olsa ne yapardı, ne derdi?” diye sorguladım. Devlet senin bedenini almıştı ama senin varlığını alamamıştı; başaramamıştı Hasan Gülünay’ı yok etmeyi...


İnsan büyüyünce daha çok babaya ihtiyaç duyuyor aslında... Umutsuzluğa kapılıp ağladığım zamanlarda “keşke babam olsaydı” diyorum halen. Seni her gün daha çok seviyor ve daha çok özlüyorum... Dayım sürekli beni sana benzetiyor. Gülümsememi senden almışım; inatçı ve direngen olmam hep seni hatırlatıyormuş dayıma... Seni yaşatmak için hep gülümsüyorum ve sen bizimle, soframızda sıcak çayını yudumluyorsun...


Seninle yapmak istediğim çok şey var aslında, sana anlatmak istediğim... Ve ben hala sana çok ihtiyaç duyuyorum. Seni kaybettikten sonra “ya annemi de kaybedersem?” korkusunu yaşadım yıllarca; halen de yaşıyorum. Ve sebepsiz yere sessizce ağlıyorum...


Seni kaybetmenin acısının yanı sıra, sana ilk aldığım karnemi ve kurdelamı gösterememenin hüznü var içimde. Senin güvenliğin için okullar kapanır kapanmaz taşındığımız için, karnemi alamamıştım, tabi kurdelamı da... Sen alındıktan sonra tekrar taşınınca alabilmiştim. Okumayı söktüğüm için kırmızı kurdela da vardı karnemde...Sana mutlaka göstermek istiyordum. Bunun için kırmızı kurdelamı giydiğim her kıyafete takıp gezmeye başlamıştım. Sen aniden gelirsen kurdelamı bulamam diye... Aylarca gezmiştim öyle; ama sen gelmemiştin halen... Psikolojimin bozuk olduğunu düşünerek çıkartmışlardı yakamdan. Halbuki ben kaybetmekten korkuyordum kurdelamı... Sen gör, gurur duy diye takıyordum. Ama çocuk olmamdan faydalanıp çıkarmışlardı... Çok ağladığımı hatırlıyorum o zaman. Benim için, yaptıkları hareketin iyi olduğunu düşünmüşlerdi belki ama, tam tersi bir etki oldu bende... Uzun süre affetmedim onları... Ama seni bulduğum zaman yakamda kırmızı kurdelam mutlaka olacak; geç kalınmış bir onur var ortada ve sen mutlaka görmelisin...


Senin yokluğun travmatik bir hale dönüştü zaman içinde... Alışmak istemediğim bir yokluğu yaşıyorum halen... Babasız kalmak, savaşta komutansız kalmaya benziyor aynı... Sen olmayınca hayata bir- sıfır yenik başladım; yönümü bulmakta zorlandım çoğu kez...

94095

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Sayfalar