Pazar Mayıs 19, 2024

"Deniz" olmalıydım.../ Deniz Gülünay

Hasan Gülünay bu ülkede sayısı bile tam olarak tespit edilemeyen "kayıplardan" biri. İşe gitmek üzere İstanbul Tarabya’daki evinden ayrıldığı 20 Temmuz 1992 sabahından bu yana kendisinden haber yok.

Sirkeci'de arzuhalcilik yapan Gülünay'ın işyerini 22 Temmmuz'da  telefonla arayan ve kendisini Terörle Mücadele Şubesi’nden bir polis olarak tanıtan kişi, onun gözaltında olduğunu söyledi. Fakat ailenin başvuruları üzerine Terörle Mücadele Şubesi'nden bilgi isteyen savcılığa şube, Gülünay’ın 19 Temmuz 1992’de başlatılan TKP/ML TİKKO operasyonu kapsamında ehliyetinin Şavşat’ta gözaltında ölen Ali Ekber Atmaca’nın üzerinden çıkması nedeni ile arandığı, fakat gözaltına alınmadığı bilgisi verdi.

Oysaki gerek telefonla arayan polisin söyledikleri, gerekse Hasan Gülünay'la aynı anda TMŞ'de bulunan Erol Çam ve Yüksel Özdemir'in onu şubede gördüklerini ve “Ben Hasan Gülünay. Beni kaybedecekler” diye bağırdığını beyan etmeleri ne olup bittiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Hatta kontrgerillanın bir parçası olup Susurluk'taki "kazada" ölen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ da -daha sonra inkar etse de- Hasan'ın eşi Birsen Gülünay’a onun şubede olduğunu ve gördüğü ağır işkenceler nedeni ile yaralarının iyileşmesinin beklendiğini söylemişti.

Gülünay dosyası ailenin çabalarıyla, 2009 yılında yeniden açıldı. Savcılık, Emniyet’e, Gülünay’ın gözaltına alınıp alınmadığını yeniden sordu. Emniyet’in yanıtı da yine Gülünay’ın 1992’den beri arandığı, yakalandığına dair bir kaydının olmadığıydı. Soruşturma, 31 Ekim 2012’de, 20 yıllık zamanaşımı süresi dolduğu için "kovuşturmaya yer olmadığı" kararıyla kapatıldı.  Birsen Gülünay’ın avukatı Gül Altay’ın, savcılık kararına yaptığı itiraz ise 22 Ocak 2013’te Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Dava şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde...

Hasan Gülünay işkenceci katiller tarafından "kaybedildiğinde" henüz küçük bir çocuk olan kızı Deniz'in tüm çocukluğu ve gençliği babasını aramak, olmazsa mezarına ulaşma çabası ile geçti. Deniz bu yıllar boyunca yaşadıklarını, özlem ve umutlarını bir mektupla babasına yollamak istedi:

Sevgili Babam’a...


Bu sana ilk mektubum olacak. Yazmak hem çok zor olacak, hem de çok heyecan verici ve anlamlı... Seninle paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki aslında, bunun heyecanı içindeyim...


20 Temmuz ve öncesi günlere gelmeden önceki süreç çok fazla hafızamda yok. Çocukluğuma dair pek bir şey hatırlamıyorum. Oysaki seninle kim bilir ne kadar eğlenceli şeyler yaşamışızdır... Anılarımı hatırlayamamak çok acı aslında. Tek hatırladığım “Denizin anahtarı” var... İşlerin yoğun olduğu için bizi denize götüremezdin, ben de ısrarla “ne zaman gideceğiz?” diye sorunca, “Denizin anahtarı arkadaşımda, alıp geleceğim” demiştin... Çocuk aklı, ben de bu sefer sürekli anahtarı alıp almadığını sorardım. Sen gittikten sonra, ben uzun bir zaman denizin anahtarını almaya gittiğini hayal etmiştim.


Seni en son gördüğüm günü hatırlamıyorum; ne yapmıştık, acaba en son yemekte ne vardı?.. Bunların cevaplarını almak imkansız artık. Bunlar insanın canını yakıp duruyor, çünkü insan babasıyla anıları paylaştıkça daha mutlu olur; ama...
 

20 Temmuz gecesi seni bir daha göremeyeceğimiz bir kavganın içinde bulduk kendimizi...

Ömrümün en uzun ve en acı veren serüveninin içinde buldum kendimi. "Serüven" diyorum, çünkü seni bulmak için yapılan eylemler bana bir oyun gibi geliyordu. Oysaki bu oyunda kontrgerillalar vardı ve seni bize vermemek için çabalıyorlardı.

Annemin gencecik yüzündeki hüznü dün gibi hatırlıyorum. Seni, sevdiceğini bir daha bulamayacak olmanın hüznü... Annemin hüzünlü yüzünü kalbimin en ücra köşesine sakladım. Sakladım ki; o hüzne baktıkça öfkem artsın diye...

Hep bir an önce büyümeyi hayal ettim. Büyümeliyim ki, seni daha çabuk bulma hayalini hayata geçirmeliydim. Büyümeliydim, çünkü bu acıyı annem tek başına taşımamalıydı; öfkesini yalnız başına haykırmamalıydı...

Sen bize “Büyü de baban sana...” parçasını okurken ninni gibi gelirdi. Halbuki biz daha büyümeden devlet bize acıların en büyüğünü; baskılar, işkenceler yaşatmıştı bile...


Evet büyümeliydim. Ama sensiz değil, seninle birlikte büyüdüm.S

eni bir daha bulamayacağımı anladığım gün kendime bir söz vermiştim. Babama layık bir kız olmalıydım. Adıma anlam katan “Deniz” olmalıydım. İyi bir insan olmanın yanında, halkın acılarına merhem olmak da vardı hedeflerim arasında.


Büyüdüm, babamın kızı oldum, seninle hep gurur duydum. ”İyi ki babam devrimci, direngen bir baba” dedim...İşkencehanede direngen bir tavır takındığına hiç kuşku duymadım ve hep onur duydum seninle...


Hayallerimle birlikte sen bana hep rehber oldun aslında. Senden ilham alarak devrimci olmaya çabaladım... Ama başka hayallerim de oldu. Bir sürü soru sordum kendime cevabını alamadığım... Eğer babam devlet tarafından katledilmeseydi ben yine devrimci olacak mıydım? Ya da seninle birlikte eylemlerde direnecek miydim? Cevapların çoğu seninle başlıyor, senin varlığın verecekti aslında...


Çoğu kez ikimizi bir barikatta direnirken hayal ettim... Yüzümdeki mutluluk paha biçilemez cinstendi, görmeni isterdim. Gözaltına alınırkenki tavrımı değerlendirmeni isterdim. Ya da ilk gözaltımda senin gelip beni teslim almanı... Devrimci bir babanın kızının hayalleri böyle mi olur bilmiyorum; ama hayal kurarken senin beni gördüğünü düşünürdüm hep... Hatalarımı da seni düşünerek,”acaba babam olsa ne yapardı, ne derdi?” diye sorguladım. Devlet senin bedenini almıştı ama senin varlığını alamamıştı; başaramamıştı Hasan Gülünay’ı yok etmeyi...


İnsan büyüyünce daha çok babaya ihtiyaç duyuyor aslında... Umutsuzluğa kapılıp ağladığım zamanlarda “keşke babam olsaydı” diyorum halen. Seni her gün daha çok seviyor ve daha çok özlüyorum... Dayım sürekli beni sana benzetiyor. Gülümsememi senden almışım; inatçı ve direngen olmam hep seni hatırlatıyormuş dayıma... Seni yaşatmak için hep gülümsüyorum ve sen bizimle, soframızda sıcak çayını yudumluyorsun...


Seninle yapmak istediğim çok şey var aslında, sana anlatmak istediğim... Ve ben hala sana çok ihtiyaç duyuyorum. Seni kaybettikten sonra “ya annemi de kaybedersem?” korkusunu yaşadım yıllarca; halen de yaşıyorum. Ve sebepsiz yere sessizce ağlıyorum...


Seni kaybetmenin acısının yanı sıra, sana ilk aldığım karnemi ve kurdelamı gösterememenin hüznü var içimde. Senin güvenliğin için okullar kapanır kapanmaz taşındığımız için, karnemi alamamıştım, tabi kurdelamı da... Sen alındıktan sonra tekrar taşınınca alabilmiştim. Okumayı söktüğüm için kırmızı kurdela da vardı karnemde...Sana mutlaka göstermek istiyordum. Bunun için kırmızı kurdelamı giydiğim her kıyafete takıp gezmeye başlamıştım. Sen aniden gelirsen kurdelamı bulamam diye... Aylarca gezmiştim öyle; ama sen gelmemiştin halen... Psikolojimin bozuk olduğunu düşünerek çıkartmışlardı yakamdan. Halbuki ben kaybetmekten korkuyordum kurdelamı... Sen gör, gurur duy diye takıyordum. Ama çocuk olmamdan faydalanıp çıkarmışlardı... Çok ağladığımı hatırlıyorum o zaman. Benim için, yaptıkları hareketin iyi olduğunu düşünmüşlerdi belki ama, tam tersi bir etki oldu bende... Uzun süre affetmedim onları... Ama seni bulduğum zaman yakamda kırmızı kurdelam mutlaka olacak; geç kalınmış bir onur var ortada ve sen mutlaka görmelisin...


Senin yokluğun travmatik bir hale dönüştü zaman içinde... Alışmak istemediğim bir yokluğu yaşıyorum halen... Babasız kalmak, savaşta komutansız kalmaya benziyor aynı... Sen olmayınca hayata bir- sıfır yenik başladım; yönümü bulmakta zorlandım çoğu kez...

94132

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Sayfalar