Pazartesi Nisan 29, 2024

"Devletin Kürtajı" : Roboski

“Aslında tek bir ırk vardır insanlık.”[1]

Unutmuş olamazsınız, “her kürtaj bir Uludere’dir,” buyuruvermişti zatın teki, suçüstü yakalanmış olmanın telaşı ve ağız kalabalığıyla. “Olay”ı unutturmaya, bu konuda konuşanları susturmaya çabalıyor; “Ne yani, karım ayağınıza kadar geldi, ortada bir hata olduğunu söyledik, kan parası da verdik, daha ne istiyorsunuz?” diye dikleniyordu. Baktı ki susmuyorlar, gargaraya getirmek için patlatıvermişti: “Her kürtaj bir Uludere’dir!” Saçlarımızın diplerinden tırnaklarımıza kadar sızlamıştı içimiz…

Kürtaj, malûm, istenmeyen çocuklara yönelik bir operasyon... Bir kadın, yapıştırdı bu durumda sorulabilecek tek doğru soruyu: “E o zaman devlet Roboskî’de istemediği çocuklarını mı öldürdü?”

Acı acı da olsa, hâlâ gülümseyebilmek, güzel… İnsana insan olduğunu anımsatıyor. Bunca vurdumduymaz hoyratlığın, bunca pişkinliğin, bunca yavuz hırsızlığın orta yerinde, buna ihtiyacımız var. İnsan olduğumuzu hatırlamaya… İnsanîleşmeye!

Müge Tuzcuoğlu’nun derlediği “İstenmeyen Çocuklar/ Zarokên Nexwestî” başlıklı kitap,[2] adını bu anekdottan alıyor. Ve iki şeyi hedefliyor: Anımsatmayı ve gülümsetmeyi: “Dilerim,” diyor kitap için yazdığı Giriş’te Müge, “her bir okuyucunun da okurken gözyaşları duramasa da, yüzü gülümser! Değerli okur, Herşeye rağmen gülümse!”… 

Kitapta farklı kesimlerden farklı kişilerin yazıları yer alıyor: akademisyen, yayıncı, gazeteci, insan hakları aktivisti, sağlıkçı, yazar, vicdani retçi, eski tutsak, Roboskîli… Bazıları Kürt, bazıları değil… Hayır, herkesin konuyu kendi alanına göre “irdelediği” bir uzmanlık çalışması değil, “İstenmeyen Çocuklar”. İnsanlar yüreklerinden geçeni paylaşmışlar. Bir sayfa Türkçe, bir sayfa Kürtçe… 

Daha çok da, çoğumuzun yüreklerine karabasan gibi çöken, üzerinden binbirin üzerinde gün ve gece geçmesine karşın hâlâ “keşke doğru olmasa!”yı dilediğimiz biz “dışarıdakiler”in “Roboskî’yi nasıl anımsadığımızı anlatıyor kitap bizlere. Ortak duygusu, hâlâ (boşlukta yankılanan) bir çığlık; yo, hayır, böğründen apansız bıçak yemeninin şaşkınlığındaki bir böğürtü -oysa ne var bu kadar şaşıracak? Bu devlet “istemediği çocukları”na hep aynı muameleyi reva görmüyor mu? Haftalarca aç, susuz Der Zor’a sürgün ederken “tesadüfen” zindanlardan salıverdiği katilleri Ermenilerin üzerine salıvermek… Dersim’de yaşlı-çocuk-kadın demeden insanları mağaralara sıkıştırıp zehirli gazla boğmak… Alevileri Maraş’ta, Çorum’da boğazlamak, Sivas’ta “Allahuekber!” nidalarıyla diri diri yakmak… İsyancı çocukların canını kurşunla, gaz kapsülüyle, sopayla, tekmeyle almak… Ve bunları yapanların sırtlarını sıvazlamak…

“Biz dışarıdakiler” mi dedim? Aslında ne kadar azız, Roboskî’de -bedenleri olmasa da- yüreği parçalananlar…

Roboskî’ye ulaşmaya çalışan Kadir Bal, Mersin’den çıktığı yolun duraklarından aktarıyor: “Roo? Rob? Ne?... Ha Roboskî! Orası nerede? Uludere haa! Uludere nerde ya? Şırnak? Haa şu 34 kaçakçı… Şimdi oldu. Oranın adı ne zaman Kürtçe olmuş? Yakında AKP ülkeyi Kürtlere satacak zaten. Neydi o Rob… Neydi? Roboskî… Kaçakçılardı ha! Eee, napacan oraya gidip?” (Mersin)

“Biz el Nusra’danız. Tevhidi Müslümanlarız! Tipin mücahitlere benziyor! Roboskî’ye gitme, biz seni Rojava’ya gönderelim? (…) Haaa, sen Roboskî diyorsun? Şu Uludere di mi? E tamam. Suriye’de de çocuklar ölüyor, onunla da ilgilen biraz!” (Urfa)

“Cizre’ye gidisen? Öğretmensin? Tipin öyledir valla! Önemli olan insanlıktır yaw. … Roboskî? Ne yapacaksın orada? Boşver Cizre’de gez kendine, Roboskî uzaktır. Boş koy!” (Cizre’de otobüs muavini)

“Elini kolunu sallayarak dolaşamazsın Beytüşşebab’ta… Bak, dikkat çekiyorsun, hem ihbar geldi emniyete. Ne verdin o çocuklara? Elalemin çocuklarına oyuncak almak sana mı kaldı? Burası terör alanı… Veli Encü ile geldin demek. Kimdir bu Veli? Ne iş yapar? Katledilen çocuklar ne demek? Kavramları doğru kullan sen önce. Çocuk değil onlar KAÇAKÇI! … Afyon’da askerler öldü; onların da ailelerine gittin mi? O kadar şehidimiz var, onlara da gidiyor musun?...” (Beytüşşebab, tahmin edin kim…)

“Ya iyi ki bir Roboskî oldu. Kardeşim ülkenin başka meselesi mi kalmadı?” (Sosyal medyadan) (ss.211-212)

Bir de Hüda Kaya’ya kulak verelim…

“İç Anadolu’dan bir şehir… Bir avuç dindar insan, Roboskî’ye destek için bir kermes düzenliyorlar. Her zaman dolup taşan kermeslere uğrayan, tek tük gelenler vardır. Bir de ne olduğuna anlamadan girenler. Alışverişlerini yaparlar, ellerini doldururlar. Bir ara, kimin yararına bu kermes?” derler. ‘Roboskî’ cevabını alınca ellerindekini geri bırakıp ‘teröristlere yardım etmek istemediklerini’ söyleyip giderler.

Erzurum’da bir kadın, elinde tesbihi ile seccadesini sererken Roboskî’yi anlatan bir kanalın sesini kısar ve ‘Huzur bozuculara fırsat, devletimize zeval vermesin Allah’ diyerek namaza durabilir…” (s.158)

Evet, bilmek, hatırlamak, seçmeli bir eylem. İnsanlar belleklerini sürekli olarak yeniden biçimlendirirler; çoğunlukla kendilerini rahatsız etmeyecek dizaynı verebilmek için. Hatırladıklarımız ve hatırlamamayı seçtiklerimiz sayesindedir ki, mamur, müreffeh, uyumlu, müsterih, keyfi yerinde yurttaşlar olarak sürdürebiliriz yaşamlarımızı. Ya da vicdanlarımızı kanatan, akıllarımızı acıtan, yüreklerimizi isyana sürükleyen anıları seçeriz… Seçeriz ve bir yandan acılar içinde yaşarken, bir yandan da devletin “istenmeyen çocukları” arasına katılırız: mimleniriz, GBT’yi bozdururuz, gaza boğuluruz, sokaklarda dayak yeriz, ne bileyim, belki de öldürülürüz…

Ama bunu yapanlar çoğaldığında, bu vicdan bir avuç duyarlı insanın ayrıcalığı olmaktan çıkıp kamusallaştığında, devleti yönetenler adımlarını daha dikkatli atmak zorunda kalırlar. Bundan böyle memleket çiftlikleri, kendileri de o çiftliğin sahibiymiş gibi davranamazlar. Örneğin Roboskî’de kaçağa gitmiş gencecik insanların üzerine bombalar yağdıran askerlere o emri verirken ya da komutanlarını “kutlarken” duraksarlar! “Dersim’de şeyhler, ağalar feodal bir isyan çıkarmıştı, devlet onu bastırdı, iyi de etti;” diye destursuz çene yarıştırmazlar… Ya da “Ne demek soykırım; esas Ermeniler Türklere soykırım uyguladı” diye kostaklanmazlar, Hrant’ı anma günlerinde trafik polislerinin başına beyaz bere geçirttirmezler!

Onlar bunu yapamayınca ise, bu memlekette “öteki” olanların acılarının sürekli deşilip durulması ve çektiklerinden dolayı yargılanıp “suçlu” bulunmalarına (“devlet insanı öldürür, ardından da kurşun parasını ister,” diyor bir kolunu cezaevi duvarını yıkan kepçeye kaptıran ve ödenen tazminatı iade etmesi istenen Veli Saçılık…) bir son verilmiş olur. Türk, Müslüman, Sünni ve sağcı olmayanlar “ne zaman nereden bir saldırıya, linç girişimine, polis müdahalesine uğrayacağım?” tedirginliğinde yaşamazlar artık… İnsanlar içlerinde biriken ağuyla “hiçbir şey olmamış” gibi davranmayı sürdürmezler…

Bu kadar değil… o zaman vurdumduymaz, nobran, empati yoksunu, her an saldırıya hazır çoğunluk… Tuzukurular… Eli palalı esnaf; muhbir vatandaş, “çalıyorlar ama iş yapıyorlar” şükürcülüğündeki mütedeyyin, her gün sosyal medyada Kürtlere, Ermenilere günışığı görmedik küfürler savurmayı vatanseverlik bellemiş boz “trol”… Başını kuma gömerken ya da muktedirlere şakşakçılık yaparken önüne atılan etin, aslında kendi bedeninden kesildiğini anlamaya belki başlar… Belki… belki de hayatında ilk kez, sorular sormaya, daha da tehlikelisi, yanıtlar aramaya koyulur…

Kitaptaki yazılar, acıtıcı bir anımsama biçimi öneriyorlar insanlara - boş vermeyen, başını kuma gömmeyen, “onlar zaten kaçakçıydı” demeyen, “Roboskî’yi boşver, sen akıtılan Müslüman kanına (ya da şehitlere) bak” talkınını vermeyen… Yüzleşmekten kaçınmayan…

Bu toplumun sağlığına kavuşması, insanîleşmesi, böylesi bir anımsama biçimini seçenlerin yaygınlaşmasına, çoğalmasına bağlı… Bu konudaki her çaba, her katkı, son derece değerli. Bu nedenle kutlamak gerek, Müge Tuzcuoğlu’nu ve İstenmeyen Çocuklar/Zarokên Nexwestî’nin tüm yazarlarını…

25 Ocak 2015 12:50:16, Ankara.

N O T L A R

[*] Tîroj, Yıl:13, No:73, Mart-Nisan 2015 

[1] Jean Jaures.

[2] İstenmeyen Çocuklar: Roboskî Katliamını Hatırlamak ve Hatırlatmak / Zarokên Nexwestî: Xebata Bibîranîn û Bibîrxistina Komkujiya Roboskî. Derleyen: Müge Tuzcuoğlu. İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.  

 

76181

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Proletaryasız Burjuva Çağı Hayali(!)

 

Telaşlı diplomasi ve açık savaş hazırlığı Nijer: Afrika'da akut savaş tehlikesi!(Rote Fahne (Kizil Bayrak)

26-27 Temmuz gecesi, yaklaşık 26 milyon nüfusa sahip Batı Afrika ülkesi Nijer'de ordu bir darbe düzenledi. Bir önceki başkan Bazoum'u devirdi ve anayasayı askıya aldı.

Frankfurter Rundschau'ya göre Bazoum döneminde Nijer, "İslamcı teröristlerin Sahel'deki ilerleyişine karşı mücadelede Batı'nın son stratejik ortaklarından biriydi".

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

Sayfalar