Cuma Mayıs 3, 2024

Devrimin objektif ve subjektif koşulları üzerine kısa bir değini

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu uluslararası müzmin kriz varlığını devam ettiriyor. İstikrarlı sürece bir türlü giremeyen bu ülkelerin finans kapitali, krizin faturasını kendi ülke proletaryasına ve bağımlı ülke halklarına çıkarıyor.

Nitekim çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı da bu külfetten payını aldı. Bunun sonucu 20 Temmuz OHAL darbesiyle uygulamaya konan siyasi, ekonomik ve sosyal baskı ve yaptırımlar daha katmerli boyutlara tırmandırılmıştır. OHAL ilanıyla parlamentoyu iyice işlevsiz kılan ve faşist kararnamelerle ülkeyi yöneten cumhurbaşkanı liderliğindeki devlet erki, tamamen kontrolden çıkmış, baskı ve saldırı unsuru doruğa çıkarılmıştır. Ama bu durum aynı zamanda sınıf mücadelesinin objektif (nesnel) koşullarının daha ivme kazanması demektir... Mevcut konjonktürde objektif duruma kıyasla zayıf olan subjektif (öznel) durumun lehine yeni bir sürece girilmesi demektir...

Objektif Koşullar

İçinde bulunduğumuz uluslararası konjonktür sınıf çelişkilerinin ve siyasi baskıların giderek üst düzeylere tırmandığı bir sürece tekabül ediyor. Öyle ki, emperyalist ülkelerde ve ekonomik olarak ilhak ettiği ve siyasi olarak bağımlı kıldığı yarı-sömürge ülkelerde sömürü, baskı ve tahakküm doruğa çıkmıştır. Bu durum uluslararası düzeyde mevcut toplumların objektif koşullarını daha olgunlaştırmıştır. Objektif koşullar, tarihsel olarak bir toplumun istek ve irade dışı varoluş yasalarıyla oluşmuş halidir. Bu durum, üretici güçler ile üretim ilişkilerinin bileşiminden oluşan üretim tarzının kendi iç yapısındaki durumun dışa vurumudur. Üretim tarzında, üretici güçler geliştikçe, ilk başlarda üretim ilişkileriyle olan uyum, yerini uyumsuzluğa bırakır. Üretici güçler, toplumun tarihsel evriminde üretimin ilerici, devrimci yanını oluştururken; üretim ilişkileri engel teşkil eden, muhafazakar, gerici yanını oluşturur. Ve bu uyumsuzluk ve çelişki giderek gelişir ve keskinleşir. Bu tezat durum geliştikçe ve giderek öne çıktığında sınıf mücadelesinin objektif koşulları oluşur ve giderek ivme kazanır. Bu da toplumun çelişkilerini giderek geliştirir.

Tarihsel materyalizme göre oluşan objektif durum her toplumun üretim tarzına göre oluşmuştur.  İlkel komünal toplumda da objektif durum oluşmuştur. Ama bu toplumda sınıflar olmadığı için o toplumun üretim tarzındaki objektif koşullar -sınıf mücadelesi dışında- üretici güçlerin gelişmesine karşın, giderek köhneyen ve miadını tamamlayan üretim ilişkisinin engel teşkil etmesi sonucu oluşan nesnel durumdur. Sonraki toplumlarda üretim tarzı, sınıfları ve sınıf mücadelesini oluşturur. Dolayısıyla oluşan objektif durum sınıflara ve sınıf çelişkilerine tekabül eder. Bunun sonucu köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplumların objektif koşulları nitel olarak birbirinden farklılık içerir.

Emperyalizm ve proleter devrimlerçağında da, üretici güçler geliştikçe, muhafaza edilen gerici sistemin mülkiyet biçimi, oluşan çelişkiyi keskin boyutlara tırmandırmıştır. Bundan dolayı sınıf mücadelesinin ve devrimin objektif koşulları iyice olgunlaşmıştır. Dolayısıyla bu nesnel gerçeklik reddedilemez. Ve sınıf mücadelesinde bu nesnel durumdan kopuk hareket edilemez. Toplumdaki her insan ezen veya ezilen sınıfa mensuptur. Dolayısıyla insanlar toplumsal yapıdan kopuk, sınıflar üstü bir iradeyle hareket edemezler. Tersine mensup oldukları sınıfın maddi varoluş yasalarına göre hareket ederler.

Nitekim Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, Japonya, Çin, Rusya gibi emperyalist ülkelerde sistemin çelişkileri giderek gelişmektedir. Üretici güçlerin iyice gelişerek mevcut konjonktürde en üst düzeye çıkmasına karşın, üretim ilişkilerinin (üretim araçlarının mülkiyet biçiminin) muhafaza edilmesi, uluslararası düzeyde mevcut çelişkileri en üst düzeye tırmandırmıştır. Bunun sonucu üretimde merkezileşmenin ve toplumsallaşmanın kapitalizm-emperyalizm tarihinde doruğa çıkması ve beraberinde meta sermayenin üretildiği oranda pazarlarda tümden tüketilemeyip para sermayeye dönüşmemesi, aşırı üretim ve mali krizi müzmin boyutlara tırmandırmıştır. Üretim tarzının neden olduğu bu mevcut durum sonucu sınıfsal, sosyal ve siyasal çelişkilerin daha gelişmesiyle, bu ülkelerde objektif durum daha olgunlaşıyor.

Diğer bağımlı ülkeler gibi Türkiye açısından da bu durum geçerlidir. Sistemin ürettiği çelişkiler ve sorunlar giderek artıyor. Sınıf çelişkileri, Kürt ulusunu hedef alan baskı ve saldırılar, siyasal baskılar, ekonomik ve sosyal yaptırımlar, artan işsizlik vb. baskı ve tahakküm artmıştır. Mevcut bu durum sonucu AKP/Saray erki kontrolden iyice çıkmış daha saldırgan bir hal almıştır.

Öyle ki, 20 Temmuz darbesiyle AKP/Saray kliği ilan ettiği OHAL üzerinden emekçilere, Kürtlere, devrimci, demokrat kesimlere saldırılarını katbekat artırmıştır. Nitekim 200 bin kişi işten çıkarılmış, on binlerce kişi tutuklanmış, hapishanelere konmuştur. Beraberinde Kürt ulusuna yönelik ulusal baskı ve katliamlar da aynı boyutlarda ivme kazanmıştır. OHAL öncesi Silvan, Sur, Silopi, Cizre, Nusaybin, Batman ve diğer il ve ilçelere yapılan saldırılar ile evleri-barkları yakılıp-yıkılan Kürtler üzerindeki katmerli saldırılar, OHAL ile tırmandırıldı. HDP’li belediye başkanlarının hemen hemen hepsi görevden alınmış, cezaevlerine konularak, yerlerine kayyum atamaları yapılmıştır. 500’ün üzerinde HDP üyesi ve HDP eş başkanlarıyla beraber 12 vekil tutuklanmıştır. Tüm bunlar HDP/Saray erki tarafından yargıya gönderilen fezlekeler üzerinden yapılmıştır.

Anayasa’nın 138. maddesini kendileri ihlal etmiştir. İşçi grevleri yasaklanmış, KHK ile işten çıkarıldıkları için açlık grevine giden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça tutuklanmıştır. 1400’ü aşkın dernek, vakıf gibi kuruluşlar ile 20’den fazla televizyon, radyo kapatılmıştır. İşçilerin kıdem tazminatı hakkının kaldırılması kararı alınmış, ama, tepki sonucu şimdilik geri çekilmiştir. Tüm bunlar OHAL döneminde KHK (Kanun Hükmü Kararnameler) üzerinden yürütülmektedir.

Bu katmerli baskı ve saldırılara karşın AKP ve R.T. Erdoğan yönetimi kitleler nezdinde iyice teşhir olmuştur. Baskı, sömürü, hile, entrika, şaibe, yolsuzluk almış başını gidiyor. Artık AKP/Saray çığırından iyice çıkmış, kitlelerin gözünde iyice teşhir olmuştur. Referandumdaki hile ve entrika mevcut yönetimin gerçek yüzünü iyice deşifre etmiş, halkın ileri kesimlerinin gözünde meşruiyetlerini yitirmişlerdir. Bunun sonucu seçimler öncesi ve sonrası artan baskılara karşın kitlelerin tepki ve öfkesi sindirilememiştir. İlan edilen OHAL ve çıkarılan kararnamelere rağmen emekçi ve ezilen kesimler, muhalif hareketler tepkilerini ve öfkelerini dışa vurmuşlardır.  Ülkemizdeki ezen ve ezilenler arasındaki çelişkinin iyice ayyuka çıkması, devrimin ve sınıf mücadelesinin objektif (nesnel) koşullarını daha olgunlaştırmıştır.

Subjektif Koşullar

Ezilen sınıf ve katmanların sömürü ve baskıya karşı tepki göstermeleri gayet doğaldır. Bu sınıf mücadelesinin sonucudur. İçinde bulunduğumuz çağda sınıf çelişkileri inişler-çıkışlar gösterse de evrensel olarak tüm ülkelerde varlığını devam ettirmiştir. Bunun sonucu işçi sınıfı ve tüm emekçi katmanların yürüyüş, miting, grev, gösteri vb. türden eylem yapmaları çelişki yasasının ürünüdür. Bu eylemler sendika, dernek, kooperatif vb. kurumlar üzerinden yapılabilir ya da kitlelerin kendiliğinden eylemleri olabilir. Bu eylemlerin haklı ve meşru talepleri vardır. Ve demokratik muhteva taşır. Sistemin sömürü ve baskı mekanizması ezen-ezilen çelişkisine nesnel zemin oluşturur. Ancak sorunları, çelişkileri, baskıyı ve zulmü yaratan düzeni ve kökenini hedef almayan düzen içi hareketlerdir. Çünkü bu tür hareketler, eylemler haklı talep ve isteklerine karşın, konumları nedeniyle sistemin temellerini bağrında barındıran üretim tarzını ve üst yapısını pratikte hedef almazlar. Sistem içinde kalan, düzen talepleriyle faaliyet yürüten hareketlerdir.

Dolayısıyla bu eylemler ve bu minvaldeki hareketler mevcut sistemi ve tüm kurumlarını hedef alan örgütlenme ve mücadeleden kopuktur. Ancak bu, ekonomik, demokratik, sosyal taleplerle oluşan bu tarz örgütlenmeye ve harekete ihtiyaç olmadığı anlamına gelmez. Bu örgütler, demokratik ve sosyal hakların mücadelesini verirler. Lakin bu kitle örgütler objektif sürece doğrudan müdahale eden devrim hareketleri değildir. Var olan boşluk ancak subjektif-öznel gücün oluşturulmasıyla doldurulur. 

Subjektif, yani öznel koşulların oluşturulması işçi sınıfı ve tüm ezilen yığınların örgütlenmesini devrim teorisiyle üstlenmektir. Bunun sonucu teori, devrim programı, irade birliği ve devrim perspektifiyle hareket eden subjektif (öznel) güç oluşturulur.  Daha açık bir deyimle, var olan objektif koşullara müdahale eden subjektif gücün inşa edilmesi ve emekçi kesimlerin devrim şiarıyla seferber edilmesidir. Yığınların devrim güzergahında sevk ve idare edilmesi ve yönlendirilmesidir, Bu öznel güç de sınıf bilinçli proleterya partisinin öncü müfrezesinin örgütlenmesiyle ve sosyal pratiğe müdahale rolünü üstlenmesiyle mümkündür.

Subjektif güç, oluştuğunda ve giderek geliştiğinde ve önderlik misyonunu daha etkin olarak oynadığında gelişen objektif duruma müdahale edebilir. Aksi takdirde subjektif güç oluşmadan objektif koşulların bağrından kendiliğinden devrim çıkması söz konusu olmaz. Objektif koşullar istediği kadar gelişsin devrim programına sahip örgütlenme zorunludur. Önderlik rolü de devrimin öncü müfrezesi parti ile yerine getirilir. Bu konuya ısrarla değinen Lenin şöyle der: “Şimdi sadece, öncü savaşçı rolünü ancak öncü-teorinin kılavuzluk ettiği bir partinin yerine getirebileceğine işaret etmek istiyoruz.” (Lenin, Cilt 2, s. 56)

“Öncü-teorinin kılavuzluk ettiği bir partinin”(abç) olmadığı zaman, objektif koşullara müdahale edilemez, eskinin bağrından yeni sistem çıkarılamaz. Objektif koşulların ve devrimci durumun en olgun olduğu anlarda bile, kitleler meydanlara çıksa da, öncü müfreze ve devrim teorisi oluşmamışsa ya da kitlelerle henüz kucaklaşmamışsa, yığınlar devrim fırsatını kaçırır.

Sorun devrim teorisinin oluşturulması ve ezilen, sömürülen kitlelere mal edilmesidir. Marks’ın deyimiyle; ancak o zaman “Teori, yığınları kucakladığı zaman maddi bir güç halini alır.” Görüldüğü gibi, sorun salt teorinin oluşturulması değil; beraberinde yığınları kucaklama sorunudur.

Bunda kitlelerin bilinç düzeyi, öncü müfreze önderliğinde örgütlenme, saflarında yer alma ihtiyacını hissetmelerinin de rolü vardır. Aksi takdirde kitleler subjektif olarak örgütlenmeye hazır olamaz ve kolektif yapı içerisinde yeterince yer almazlar. Dolayısıyla sorun öncü müfrezenin ve teorinin oluşturulmasıyla bitmiyor. Beraberinde kitlelerin öncü müfrezeye ve teorisine inanmaları da gerekiyor. Bunda, kitlelerin edindiği deney ve tecrübenin de rolü vardır. Yığınların deney ve tecrübesiyle beraber, öncü yapının gerçek yapıya uygun önderlik rolünü oynaması, emekçi yığınları kucaklayan bir öncü harekete dönüştürür. 

Ülkemizdeki somut duruma bakıldığında günümüzde objektif koşulların daha olgunlaşmasına karşın, subjektif koşulların aynı düzeyde geliştirilemediği gerçeği görülmelidir. Bunda ülke devrimini üstlenen yapının, olması gereken yerin gerisinde kaldığı görülmeli ve nedenleri üzerine gidilmelidir. Elbette ki programa ve mücadele tarihimize, olumlu yanlarımıza sahip çıkılmalıdır. Ama sahip çıkılan teori ve programla yanlışların üzerine gidilmeli, mahkum edilmeli ve kolektif yapının önü açılmalıdır. Önderlik misyonunu üstlenen hareket bunda kendi payını görebilmeli ve hatalarının üzerine gidebilmelidir. Mevcut durumda kendi iç yapısından çıkan tasfiyeci, benmerkezci, dogmatik çizginin üzerine gitmeli ve bertaraf etmelidir. Ancak o zaman önü açılacak ve yer aldığı minvalde güçlenerek ilerleyecektir. Öznel güç, objektif sürece o zaman müdahale edecektir.

Yukarıda belirtildiği gibi objektif durum son dönemlerde daha olgunlaşmıştır. Alt ve üst yapısıyla kitleler çürüyen, pörsüyen sistemin yüzünü daha iyi görüyorlar. Bunun sonucu Kürdistan’daki mücadeleyle beraber, son yıllarda batı illerinde yığınların mücadelesi TEKEL direnişinde, Gezi İsyanı’nda, seçimler öncesi ve sonrası eylemlerde giderek öne çıktı. Hakim sınıflar arasındaki iktidar kavgasının sonucu CHP’nin başlattığı Ankara-İstanbul yürüyüşünde de kitleler, CHP’ye rağmen aslında bu tepkilerini gösterdiler. Elbette ki CHP’nin öncülüğü tasvip edilmez. Ama diğer yandan kitleler bu düzen partisine de teslim edilmemelidir. Bu ve benzeri eylemler içerisinde yer alarak kitlelerin ileri kesimleriyle bağ kurmalı ve subjektif koşulları geliştirmelidirler. 

Şu anki objektif süreç bunu emrediyor... Şu anki öznel sürecin yüklediği asli görev de budur...

39168

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)

“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]

“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.

Üniversiteyi Öldürmenin Sekiz Yolu (Ya da Üniversite Piyasaya Nasıl Entegre Olur?)[1]

 “Bilimin sürdürülmesi, / bana özel bir yürekliliği / gerektirir gibi gözüküyor.”[2]

 Sevgili dostlar, sıcak bir Haziran’ın ardından, meydanların ardından yeniden burada, birlikteyiz.

Buraya gelirken arkadaşlar bana Melih Gökçek’in “teröristler kamplara çekildiler, sonbaharda daha büyük bir ayaklanma çıkartacaklar,” mealinde bir şeyler söylediğini aktardılar.

İlk defa Melih Gökçek’le aynı fikirdeyim.

Evet, Haziran 2013 sıcak geçti. Ama emin olun önümüzdeki güz ayları daha da sıcak geçecek.

Neo-Liberal AKP, Kautsky'nin 'Ultra Emperyalizmi' , 'Bariscil Kapitalizm' Ve Bir Ruyanin Sonu

Esas savas ,maddi-maddelesmis enerji evreninin zihnimize yansimasinda yuruyor...Dusunce -felsefe enerjisi biri ikiye boluyor...Tek bir soru tum bir evreni boluyor...
Dusmani yakindan izleyin. Onun akli bizden daha geliskin; yuzyillara dayanan sinifli toplumlar yonetme tecrubesine sahip. Akimlari yok edemeyecegini biliyor. Enerji evreninin sabit bir yuk uzerinde hareket eden bir enerji alanlari catismasi oldugunu biliyor...

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu

Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller

  

TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.

Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!

Güya aydınsın, öyle mi?!

Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?

Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!

'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir


'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir

Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.

Tarihin inatçi aynasi

Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm. 
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Sayfalar