Pazartesi Haziran 3, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -1-

İçinden geçtiğimiz sürecin önderlikten, kadro ve militanların tamamına kadar her zamankinden çok daha fazla görev ve sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur. Elbette, kolektifin bütün kademelerine aynı sorumluluk veya görevin yüklendiğinden bahsetmiyoruz. Bahsedilen, örgütlü tüm yoldaşlarımızın yani kolektifin bütününün şu ana kadarki bütün sınırlarımızı hızlıca ve etkili bir şekilde aşmak zorunda olduğudur. Bu, zorunlu bir ihtiyaçtır. Yapılabilmesinin önündeki en büyük engel de sadece kendimiziz. Etrafımızdaki sınırları görme ve tanımlamada dahi sorun yaşarsak, ideolojik/teorik/politik ve örgütsel sınırlarımızın varlığını reddedersek; bunları aşma gibi bir gayret de olmaz.

Kolektifimizin yaşadığı krizin, bizi yıllardır tutuklaştıran yanlarımızla güçlü bir kopuşma olanağı doğurduğunu hep vurguladık. İstisnasız “tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, yüzeyseli, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır.” (Lenin) Fakat bu “gizli”, “sınırlı” ve “yüzeysel” olan krizle birlikte açığa çıktığında bile, gerçek bir ilerlemenin sağlanması, bunlarla yüzleşmeyi, ortaya çıkan politik moloz yığınını kabul etmeyi ve yapılan hesaplaşma ile beraber kopuşmayı gerektirir. Bunun sağlanamaması durumunda, yani bizi tutuklaştıran ideolojik/teorik/politik ve örgütsel meselelerin tek tek ayrıntılı çözümlemesinin ayrıntılı tahlillerinin yapılamaması durumunda, ileriye doğru tek bir adım dahi atamayacağımızı görmeliyiz.

Aslında devrimcilik, her zaman için sınırları aşmak, zamanı geçmiş olanı geride bırakmak, yaratıcılık ve disiplini iç içe geçirerek mücadelede özne olabilmektir. Yani yerinde sayma, kendini tekrar edip/durma, faaliyet alanının on yıllarca aynı kalması, rutinlik, var olanla barışık yaşama, sorgulamama... devrimciliğe aykırıdır. Devrimcilikte toplamda bir aşınma, bir kırılma yaşanmaktadır, bu sadece kolektife ait bir durum da değildir. Bu aşınmanın, kırılmanın sadece bireylere, bireylerin düzenle bağlarını kesememelerine, teknik meselelere bağlı olduğunu düşünmek yapılabilecek en büyük hatadır. Bu KP’nin kendi ideolojik/politik/örgütsel rolünün reddidir. KP’nin, tüm bu düzeylerdeki yetersizlikleri, alanlara ve bireylere devrimciliği üretememe olarak dönmektedir. Bir süreden sonra da etkili bir hamle yapılamaması durumunda bu, birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşmektedir. Devrimci hareketin ve özelde kolektifimizin son yıllarda yaşadığı durum budur. Kolektifte yaşanan kriz de bu kısır döngünün kırılması ve sınıfı mücadelesinin gerektirdiği mücadele yöntemlerine/biçimlerine ayak uydurulması için açılmış önemli bir kapıdır.

Yaşanan krizin ortaya çıkardığı en önemli sorunun dogmatik bürokratizm olduğunu biliyoruz.

Dogmatizmde, “inanmak, bilmekten önce gelir” (Skolastiğin ilkelerinden biri). Savunulanın doğruluğu veya yanlışlığı, mücadelede önümüzü açıp açmaması vs. önemli değildir. Oluşturulan ve teorik/politik olarak geliştirilemediği için kemikleşen düşünce kümeleri savunulup durulur. Esasa ilişkin olup olmadığına bakılmadan, her şey düşünceye kanıt gibi sunulur.

Dogmatizmi ortaya çıkaran ve besleyen en önemli olgunun devrimci teorinin üretimindeki kısırlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eldeki mevcut bilgi kümesine kutsallık ölçüsünde dokunulmazlık sağlanmasının nedeni, bunun dışında bir şey üretilemediğinin fark edilmesi/görülmesidir. Sanki evrenin sonuna gelinmiş gibi, bir yerde çakılı durmak, kötü niyetle vs. değil, tamamen eldeki kemikleşmiş teorinin artık bulunan yere cevap vermemesiyle ilgilidir. O halde dogmatizmle mücadele en başta bu kemikleşmiş teoriyi, artık kendini bile var etmekte zorlanan bu yığını bir tarafa bırakmak, bunu oluşturan nedenlerle birlikte toplu bir hesaplaşma yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Lenin, bir dönemin Marksist ustaları olan Kautsky, Otto Bauer, Plehanov için şunları söyler:

“İflaslarının ana nedeni, işçi hareketinin ve sosyalizmin gelişmesinin belli bir biçiminde ‘takılıp kalmaları’, bunun tek yanlılığını unutmaları, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği ani değişikliği görmekten korkmaları, ve örneğin üç ikiden fazladır gibi basit, ezbere öğrendikleri, ilk bakışta tartışmasız gerçekleri tekrarlamaya devam etmeleriydi. Ne var ki politika aritmetikten çok cebire, basit matematikten çok yüksek matematiğe benzer. Gerçekte sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir içerikle dolmuştu, o nedenle rakamların önünde yeni bir işaret belirdi: ‘eksi’ işareti, fakat çokbilmişlerimiz ısrarla, kendilerini ve başkalarını, ‘eksi üç’ün ‘eksi iki’den daha fazla olduğuna inandırmaya çalışmaya devam ettiler.” (Lenin, S.E., c. 10, s. 163, İnter Yayınları)

Bizim artık cebiri, yüksek matematiği öğrenmemiz, çıkan ani değişiklikleri görmekten korkmamamız ve yeni bir içerikle dolan sosyalist hareketin bütün biçimlerine hiçbir tutuculuk göstermeden vakıf olarak, yaşama geçirmemiz gereklidir. Bu dogmatizmi kırmayı, onunla hesaplaşmayı ve devrimci teori üretimini zorunlu kılmaktadır.

 

“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!”

Sanırız ki devrimcilikle yeni tanışan herkesin ilk öğrendiği şiarlardan biri “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz”dır. Elbette ki ilk öğrenilen olması ve sıklıkla tekrarlanması bunun gereklerinin yerine getirildiğini göstermemektedir. Hatta teorik üretimi bırakalım, binbir emekle çıkarılan legal-illegal yayınların tamamının ne kadar okunduğu, tartışıldığı bile sorgulanmaya muhtaçtır.

Teorik çalışmalara, teori üretimine ilgisizliğin pek çok nedeni mevcuttur. Teorik kültüre dair olan eksikliğin saflara yansımaları, teorinin öneminin kavranmaması/küçümsenmesi, teorik çalışmanın gerektirdiği disiplinden ve istikrarın zorlayıcılığından kaçınmak akla gelen ilk nedenlerdir. Elbette, yoldaşlarımız arasında yapılacak ayrıntılı bir araştırma daha pek çok nedenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sayılabilecek önemli bir nedenin de pratikçi yoldaşlarımızın teoriyi “kendi işleri” olarak görmemeleri, teorinin başka bir yerde (laboratuarda veya uzayda belki) beklemeleri olduğunu da söyleyebiliriz.

Teoriyi bir fener gibi pratiklerinde hiç kullanmamış olanlar, karanlıkla aydınlık arasındaki farkı görmemiş olduklarından, teorinin yaratacağı etkiyi de bilmezler. Dolayısıyla böyle yoldaşlarımız için teori, duvarda asılı duran ama kullanılmayan bir fener gibidir! Kendileri düşe kalka, duvarlara çarparak, yaralanarak yolu bulacaklarına emindirler. (Dar pratikçilik...) Bu sırada hem kendilerini çok yorduklarının ve zaman kaybettirdiklerinin hem de kolektifi yavaşlatıp bahsini ettiğimiz kısır döngüye girmede katkılarının olduğunu dahi görmezler.

Devrimci teorinin üretilememesi, kendiliğindenlik içerisinde debelenip durmayı getirir. Mevcut seviyenin aşılması, yaşanan tıkanıklıklara vakıf olunması ve çözüm getirilmesi; bütünlüklü bir Marksist teorinin yardımıyla gerçekleşir. Teori üretiminin güncele dair bir-iki cümle kurmaya, ustalardan hareketle bazı konulara dair yazılar yazmaya, alıntılar yapmaya sıkıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bütünlüklü bir teori üretimi, Marksizm’in bilim/felsefe ve politik alanlarının her üçüne dair hem tarihsel olarak hem de günümüz gelişmelerine vakıf olmayı sağlayacak, yoğun, istikrarlı ve disiplinli bir çalışmayı gerektirmektedir.

Şunu açıklıkla belirtmeliyiz ki; Türkiye’de devrimci hareketinin önünü açacak, güçlü bir teorik geleneğin olmayışı, teorik kısırlığın farkında olanların omuzlarına çok daha fazla yükün binmesini getirmektedir. TDH, kendini esas alarak politik alanda, devletin saldırılarına karşı sürekli refleks vermekle var etmiştir. Bu da devrimci teorinin yokluğunda devrimci pratiğin olamayacağını, ancak düşman karşısında diz çökmeyip ayakta durmanın onurlu geleneğinin yaşatıldığının göstergesidir. Fakat ezilen kesimleri iktidar mücadelesine yöneltmeyi hedefleyen bir KP, bu onurlu, baş eğmez tutumla yetinemez; bu geleneğin verdiği güce dayanarak devrimci teori ve devrimci pratiği yakalamayı amaç edinir.

(Devam edecek)

45875

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih! Yarım Asırlık Mücadele Yolumuzu Aydınlatıyor

Proletarya partisinin kuruluşunun ve mücadeleye atılışının 50. yılındayız. Bu süre içinde mücadelesini kesintisiz sürdüren proletarya partisi, onu var eden koşullar devam ettikçe kuşkusuz varlığını devam ettirecektir.

Sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesinin ülkemizdeki varlık nedenleri, sistemin çöküntü içine girdiği günümüz koşullarında kendisini çok daha yakıcı dayatır duruma gelmiştir. Ve elbette ki proletarya partisi üstlendiği tarihsel rolü yerine getirecektir. Çünkü onun mücadelesine yol gösteren sağlam temellere dayalı ideolojik-politik pusulası vardır.

Eski sloganlar bugüne hitap etmiyor…(İsmail Cem Özkan )

Eski sloganlar atılıyor, eskisi gibi heyecanlı değil, çünkü ortam ve zaman değişmişti, eski sloganların ruhu da çoktan bizi terk etmişti... İnat ile eskiden kalan sloganlar atılıyordu ama o sloganlar bugünün sorununa yanıt vermiyor, sadece eski arkadaşlara "biz ayaktayız, yok olmadık, gelin bir arada olalım!" çağrısıydı. Fakat çoktan ayrılmıştık, ruhen bir arada ama eskinin yaratılmış öyküleri de abartılarak anlatılırken gerçeklikten uzaklaşmış ve eskinin yeniden yaşayacağı iyimserlik dışında bir arada olacağımıza dair her hangi bir şey söz konusu değildi...

Siyaset Yapma Tarzımız ve Verili Koşulların Önemi Üzerine

 


   Son dönemlerde kurumlarımızın yaptığı konferanslarda, basın açıklamalarında `Verili koşullar` dan bahsediliyor. Verili koşullardan kasıt, somut koşulların somut tahlili.

Ölümsüz(ümüz)dür NÂZIM HİKMET[1]

Pişman değilim yaşadıklarımdan,

öfkem belki de yaşayamadıklarımdan.[2]

 

“Ew çend giringî pê bide jiyana xwe ku di/ heftêyem de jî wek mînak çandina darzeytûnê bibe// Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,” dizelerinin hakkını bir komünist gibi yaşayarak verdi. Eylül 1961’in Doğu Berlin’indeki, “sözün kısası yoldaşlar/ bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da/ insanca yaşadım diyebilirim,” demeyi de sonuna kadar hak etti…

Türkiye’de Durum: Çürüme ve “Çökme!”

Açıklama: Aşağıdaki makale Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Merkezi Yayın Organı Komünist’in Mayıs/2022 tarihli 76. sayısından alınmıştır.

İnsanî Mecburiyet(İmiz)dir Aşk[*]

 

 

“Güzelliğin beş para etmez,

bu bendeki aşk olmazsa.”[1]

 

Lev Tolstoy’un “Gerçekten aşk var mı?” sorusu bana hep itici gelmiştir; William Faulkner’in, “Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı,” tespiti gibi.

“Neden” mi?

Var olmayan şey soru(n) da ol(a)maz, ders kitaplarına da gir(e)mez…

SADAT

Son günlerde gündem olan SADAT ve Özel Savaş Şirketleri'ni, yeni yayınlanan “EMPERYALİST TÜRKİYE” (El Yayınları) kitabımda ele almıştım. Oradan kısa bir bölümü yayınlıyorum

Türk Tekelci Devleti’nin Paramiliter Gücü[1]

 

Yusuf Köse

TKP-ML -MKP: Cesaretimizin Sönmeyen Meşalesi Komünist Önder İbrahim KAYPAKKAYA Ölümsüzdür!

Dostlar, Yoldaşlar;

Bugün burada, ülkemiz devriminin önderini, kökleri asla sökülmemecesine toprağın derinliklerine işlemiş bir geleneğin yaratıcısı İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anıyoruz.

Bugün burada, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in usta bir öğrencisi olan komünist önderimizi anıyoruz.

İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır zindanlarında işkenceyle katledilmesinden bugüne kadar geçen 49 yıl içinde gerek mücadele yaşamı gerekse de ileriye sürmüş olduğu tezler nedeniyle güncelliğini korumaktadır.

Anlamak, Hatırlamak Zamanıdır Şimdi[*]

 

 

“-Prometheus: Ölüm kaygısından kurtardım ölümlüleri.

- Koro: Nasıl bir deva buldun bu derde karşı?

- Prometheus: Kör umutlar saldım içlerine.”[1]

 

O sadece kasketli değil; kasketin en çok yakıştığı insandı.

Benjamin Franklin’in, “Bazıları 25’inde ölür ama 75’ine kadar gömülmezler,” saptamasını tekzip eden bir mücadelenin, direncin, tarihin -ve elbette acının- adıydı.

KAZAKİSTAN İSYANI[*]

 

 

“Emekçi insanlığını,

ancak burjuvaziye nefret

ve isyanla kurtarabilir.”[1]

 

Eduardo Galeano’nun ifadesiyle, “Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte”yken; BBC’ye bile, “Kıyamet filmlerinden çıkmış gibi”[2] dedirten bir fırtına koptu Kazakistan’da.

18 Mayıs… (Nubar OZANYAN)

Dağ başlarında yanan çoban ateşidir İbrahim Kaypakkaya. Yüreği, özgürlük ve eşitlik için çarpanların bilincinde ve öfkesinde yaşayandır. O daima hafızalarda korkusuz bir komünist, inançlı bir önder, unutulmayan bir direnişçi olarak yaşayacaktır.

Sayfalar