Salı Mayıs 14, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -1-

İçinden geçtiğimiz sürecin önderlikten, kadro ve militanların tamamına kadar her zamankinden çok daha fazla görev ve sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur. Elbette, kolektifin bütün kademelerine aynı sorumluluk veya görevin yüklendiğinden bahsetmiyoruz. Bahsedilen, örgütlü tüm yoldaşlarımızın yani kolektifin bütününün şu ana kadarki bütün sınırlarımızı hızlıca ve etkili bir şekilde aşmak zorunda olduğudur. Bu, zorunlu bir ihtiyaçtır. Yapılabilmesinin önündeki en büyük engel de sadece kendimiziz. Etrafımızdaki sınırları görme ve tanımlamada dahi sorun yaşarsak, ideolojik/teorik/politik ve örgütsel sınırlarımızın varlığını reddedersek; bunları aşma gibi bir gayret de olmaz.

Kolektifimizin yaşadığı krizin, bizi yıllardır tutuklaştıran yanlarımızla güçlü bir kopuşma olanağı doğurduğunu hep vurguladık. İstisnasız “tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, yüzeyseli, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır.” (Lenin) Fakat bu “gizli”, “sınırlı” ve “yüzeysel” olan krizle birlikte açığa çıktığında bile, gerçek bir ilerlemenin sağlanması, bunlarla yüzleşmeyi, ortaya çıkan politik moloz yığınını kabul etmeyi ve yapılan hesaplaşma ile beraber kopuşmayı gerektirir. Bunun sağlanamaması durumunda, yani bizi tutuklaştıran ideolojik/teorik/politik ve örgütsel meselelerin tek tek ayrıntılı çözümlemesinin ayrıntılı tahlillerinin yapılamaması durumunda, ileriye doğru tek bir adım dahi atamayacağımızı görmeliyiz.

Aslında devrimcilik, her zaman için sınırları aşmak, zamanı geçmiş olanı geride bırakmak, yaratıcılık ve disiplini iç içe geçirerek mücadelede özne olabilmektir. Yani yerinde sayma, kendini tekrar edip/durma, faaliyet alanının on yıllarca aynı kalması, rutinlik, var olanla barışık yaşama, sorgulamama... devrimciliğe aykırıdır. Devrimcilikte toplamda bir aşınma, bir kırılma yaşanmaktadır, bu sadece kolektife ait bir durum da değildir. Bu aşınmanın, kırılmanın sadece bireylere, bireylerin düzenle bağlarını kesememelerine, teknik meselelere bağlı olduğunu düşünmek yapılabilecek en büyük hatadır. Bu KP’nin kendi ideolojik/politik/örgütsel rolünün reddidir. KP’nin, tüm bu düzeylerdeki yetersizlikleri, alanlara ve bireylere devrimciliği üretememe olarak dönmektedir. Bir süreden sonra da etkili bir hamle yapılamaması durumunda bu, birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşmektedir. Devrimci hareketin ve özelde kolektifimizin son yıllarda yaşadığı durum budur. Kolektifte yaşanan kriz de bu kısır döngünün kırılması ve sınıfı mücadelesinin gerektirdiği mücadele yöntemlerine/biçimlerine ayak uydurulması için açılmış önemli bir kapıdır.

Yaşanan krizin ortaya çıkardığı en önemli sorunun dogmatik bürokratizm olduğunu biliyoruz.

Dogmatizmde, “inanmak, bilmekten önce gelir” (Skolastiğin ilkelerinden biri). Savunulanın doğruluğu veya yanlışlığı, mücadelede önümüzü açıp açmaması vs. önemli değildir. Oluşturulan ve teorik/politik olarak geliştirilemediği için kemikleşen düşünce kümeleri savunulup durulur. Esasa ilişkin olup olmadığına bakılmadan, her şey düşünceye kanıt gibi sunulur.

Dogmatizmi ortaya çıkaran ve besleyen en önemli olgunun devrimci teorinin üretimindeki kısırlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eldeki mevcut bilgi kümesine kutsallık ölçüsünde dokunulmazlık sağlanmasının nedeni, bunun dışında bir şey üretilemediğinin fark edilmesi/görülmesidir. Sanki evrenin sonuna gelinmiş gibi, bir yerde çakılı durmak, kötü niyetle vs. değil, tamamen eldeki kemikleşmiş teorinin artık bulunan yere cevap vermemesiyle ilgilidir. O halde dogmatizmle mücadele en başta bu kemikleşmiş teoriyi, artık kendini bile var etmekte zorlanan bu yığını bir tarafa bırakmak, bunu oluşturan nedenlerle birlikte toplu bir hesaplaşma yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Lenin, bir dönemin Marksist ustaları olan Kautsky, Otto Bauer, Plehanov için şunları söyler:

“İflaslarının ana nedeni, işçi hareketinin ve sosyalizmin gelişmesinin belli bir biçiminde ‘takılıp kalmaları’, bunun tek yanlılığını unutmaları, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği ani değişikliği görmekten korkmaları, ve örneğin üç ikiden fazladır gibi basit, ezbere öğrendikleri, ilk bakışta tartışmasız gerçekleri tekrarlamaya devam etmeleriydi. Ne var ki politika aritmetikten çok cebire, basit matematikten çok yüksek matematiğe benzer. Gerçekte sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir içerikle dolmuştu, o nedenle rakamların önünde yeni bir işaret belirdi: ‘eksi’ işareti, fakat çokbilmişlerimiz ısrarla, kendilerini ve başkalarını, ‘eksi üç’ün ‘eksi iki’den daha fazla olduğuna inandırmaya çalışmaya devam ettiler.” (Lenin, S.E., c. 10, s. 163, İnter Yayınları)

Bizim artık cebiri, yüksek matematiği öğrenmemiz, çıkan ani değişiklikleri görmekten korkmamamız ve yeni bir içerikle dolan sosyalist hareketin bütün biçimlerine hiçbir tutuculuk göstermeden vakıf olarak, yaşama geçirmemiz gereklidir. Bu dogmatizmi kırmayı, onunla hesaplaşmayı ve devrimci teori üretimini zorunlu kılmaktadır.

 

“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!”

Sanırız ki devrimcilikle yeni tanışan herkesin ilk öğrendiği şiarlardan biri “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz”dır. Elbette ki ilk öğrenilen olması ve sıklıkla tekrarlanması bunun gereklerinin yerine getirildiğini göstermemektedir. Hatta teorik üretimi bırakalım, binbir emekle çıkarılan legal-illegal yayınların tamamının ne kadar okunduğu, tartışıldığı bile sorgulanmaya muhtaçtır.

Teorik çalışmalara, teori üretimine ilgisizliğin pek çok nedeni mevcuttur. Teorik kültüre dair olan eksikliğin saflara yansımaları, teorinin öneminin kavranmaması/küçümsenmesi, teorik çalışmanın gerektirdiği disiplinden ve istikrarın zorlayıcılığından kaçınmak akla gelen ilk nedenlerdir. Elbette, yoldaşlarımız arasında yapılacak ayrıntılı bir araştırma daha pek çok nedenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sayılabilecek önemli bir nedenin de pratikçi yoldaşlarımızın teoriyi “kendi işleri” olarak görmemeleri, teorinin başka bir yerde (laboratuarda veya uzayda belki) beklemeleri olduğunu da söyleyebiliriz.

Teoriyi bir fener gibi pratiklerinde hiç kullanmamış olanlar, karanlıkla aydınlık arasındaki farkı görmemiş olduklarından, teorinin yaratacağı etkiyi de bilmezler. Dolayısıyla böyle yoldaşlarımız için teori, duvarda asılı duran ama kullanılmayan bir fener gibidir! Kendileri düşe kalka, duvarlara çarparak, yaralanarak yolu bulacaklarına emindirler. (Dar pratikçilik...) Bu sırada hem kendilerini çok yorduklarının ve zaman kaybettirdiklerinin hem de kolektifi yavaşlatıp bahsini ettiğimiz kısır döngüye girmede katkılarının olduğunu dahi görmezler.

Devrimci teorinin üretilememesi, kendiliğindenlik içerisinde debelenip durmayı getirir. Mevcut seviyenin aşılması, yaşanan tıkanıklıklara vakıf olunması ve çözüm getirilmesi; bütünlüklü bir Marksist teorinin yardımıyla gerçekleşir. Teori üretiminin güncele dair bir-iki cümle kurmaya, ustalardan hareketle bazı konulara dair yazılar yazmaya, alıntılar yapmaya sıkıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bütünlüklü bir teori üretimi, Marksizm’in bilim/felsefe ve politik alanlarının her üçüne dair hem tarihsel olarak hem de günümüz gelişmelerine vakıf olmayı sağlayacak, yoğun, istikrarlı ve disiplinli bir çalışmayı gerektirmektedir.

Şunu açıklıkla belirtmeliyiz ki; Türkiye’de devrimci hareketinin önünü açacak, güçlü bir teorik geleneğin olmayışı, teorik kısırlığın farkında olanların omuzlarına çok daha fazla yükün binmesini getirmektedir. TDH, kendini esas alarak politik alanda, devletin saldırılarına karşı sürekli refleks vermekle var etmiştir. Bu da devrimci teorinin yokluğunda devrimci pratiğin olamayacağını, ancak düşman karşısında diz çökmeyip ayakta durmanın onurlu geleneğinin yaşatıldığının göstergesidir. Fakat ezilen kesimleri iktidar mücadelesine yöneltmeyi hedefleyen bir KP, bu onurlu, baş eğmez tutumla yetinemez; bu geleneğin verdiği güce dayanarak devrimci teori ve devrimci pratiği yakalamayı amaç edinir.

(Devam edecek)

45378

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar