Pazar Mayıs 19, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -2-

Sürecin tüm örgütlü yoldaşlarımıza çok daha fazla sorumluluk ve görev yüklediğini belirtmiştik. Bunlardan biri de dogmatizmle mücadele yöntemlerinden en önemlilerinden biri olan devrimci teori üretimi üzerine yoğunlaşmaktır. Devrimci teoriyle yeterince ilgilenmeme sebeplerinden birinin de ezilenlere ait bir teorik kültürün eksikliği olduğunu vurgulamıştık. Teorik kültürün eksikliği, artık üniversite okuyanların dahi teorik ilgisizliğini ve ayrıca teoriyle ilgilenenler için de önceden az çok belli olan güçlü teorik çizgilerden yoksun olmayı getirmektedir. Konuyu biraz daha açalım.

Engels, Alman işçilerinin Avrupa’nın diğer işçilerinden en önemli üstünlüklerinden birini, Avrupa’nın en teorisyen halkına mensup olmaları olarak gösterir. Engels, Alman işçilerinin teorik anlayışını “paha biçilmez bir üstünlük” olarak görmüş ve şu yorumu yapmıştır: “Eğer ondan önce gelmiş olan Alman felsefesi, özellikle Hegel’inki olmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi –olup olan tek bilimsel sosyalizm- asla almazdı. İşçiler arasında teorik anlayış olmasaydı, bu bilimsel sosyalizm asla şimdi olduğu gibi onların eti-kemiği haline gelmezdi. Ve bunun en paha biçilmez bir üstünlük olduğu, bir yanda, tek tek mesleklerin tüm mükemmel örgütlülüğüne rağmen, İngiliz işçi hareketinin son derece yavaş ilerlemesinin temel nedenlerinden biri olan her türlü teoriye karşı kayıtsızlıktan; öte yanda Proudhonculuğun ilk biçiminin Fransız ve Belçikalılarda, Bakunin tarafından daha da karikatürize edilmiş biçiminin ise İspanyol ve İtalyanlarda yarattığı, fesat ve karışıklıktan görülebilir.” (Engels’ten aktaran Lenin, S.E., c. 2, s. 56-57, İnter Yayınları)

Türkiye’de tam da Engels’in vurguladığı içerikte işçi sınıfı hareketinin bu “paha biçilemez üstünlükten” fazlasıyla yoksun kaldığını görüyoruz. Marksist filozof veya teorisyenler olarak tarihimize geçen ve gerçek bir teorik kültür yaratan bir geleneğe sahip değiliz. Politik geleneğin çizgisi, Osmanlı dönemindeki Ermeni devrimcilerden M. Suphilere, 1971 devrimcilerine ve Kaypakkaya’nın kopuşuna çok berrak bir şekilde günümüze kadar gelebilmekteyken teorik kültürden bu netlikle bahsedemiyoruz.

Politik geleneğimizin kendisi ve ardılları; yaptıkları politikanın teorisini dahi (politik teori) oluşturamadan, hep çok şiddetli yaşanan sınıf mücadelesine pratik olarak yanıt olma uğraşı içerisinde olmuşlardır. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik uğraşları önemli bir yerde dursa da, sorgusunu yaptığımız teorik kültür geleneğinin oluşturulmasında önemli bir etkisinin olmadığı açıktır. Kaypakkaya’nın bıraktığı eser ise, kendisinde var olan Marksist teorinin Türkiye’nin çeşitli politik konularına ustalıkla uygulanmasının mükemmel örneğidir. Fakat bu eser, yine politik teori veya bilimsel teori çalışması değildir. Bunu yapabilme kapasitesine sahip olduğunu eseriyle ortaya koymuş olduğu halde genç yaşta katledilmesi bunun önüne geçmiştir.

Teorik kültür derken Marksizm üzerine yazan ve Marksist klasikleri değerlendiren, bu eserleri inceleyip yorumlayan ve Türkiye koşullarına her değişen dönemeçle birlikte uyarlayan bir gelenekten/kültürden bahsediyoruz. Mesela Lenin’in tarihsel solculuğa karşı mücadelesini, bunun hem uluslararası komünist harekette hem de Türkiye’deki karşılığını, Marks’ın Hegel’den kopuşarak tarih bilimini oluşturmasını, gençlik eserleri ve olgunluk eserleri arasındaki farkı, Mao’nun Çin Devrimi ve BPKD’de izlediği politik devrimciliğin çözümlemesini vb. şeklinde uzatabileceğimiz “Bizim tarihimizden doğmuş, erişebileceğimiz ve bize yakın Marksist ustaların varlığı”ndan (L. Althusser, Marx İçin, s. 24, İthaki Yayınları) bahsediyoruz.

Yani TDH ve kolektifimiz, Marks, Engels gibi bir bilim kurabilen veya bu bilimin teorisini yapan (bir dönem için) Kautsky ve Plehanov veya Lenin, Rosa, Gramsci gibi Althusser’in deyimiyle “militan entelektüeller”in oluşturduğu bir teori olmadan, “devrimci pratik” üretmeye çalışmaktadır. Türkiye’ye Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao’nun tüm eserleri bile çevrilmiş değildir. Ki çevrilmiş olanların bahsi geçen şekilde okunmasını bırakalım, tamamının bile örgütlü devrimcilik yapanlarca okunup okunmadığı tartışmalıdır. Hatırlamalıyız ki, Marks, Kapital’i işçilerin okuması için yazdığını belirtir. O dönemin eğitim çalışmalarında da Kapital’in kendisi kullanılmıştır.

Yaşanan teorik kuraklığın boyutunu anlamamız için Althusser’in kendi tarihsel geleneklerini tartışırken belirttiği gibi “başka geleneklerin zenginliklerinden belirgin olarak ayrılan bir yoksulluğun farkına varmak için tam bir tarihsel analiz gerekir.” (age, s. 31)

Teorik çalışmalara sistemli bir yönelim gereklidir

Bahsi geçen nitelikte bir teorik kültürün var olmayışının/eksikliğinin yarattığı/yaratacağı sonuçlar Engels’in de dikkat çektiği gibi hareketin yavaş ilerlemesinden, tamamen reformist, revizyonist veya anarşist akımların etkisine girmeye kadar çok yönlü olacaktır. Çoğunlukla da bu akımların ortaya çıkışı ve mahkum edilebilmesi de aynı eksiklik dolayısıyla yapılamayacaktır. M. Suphi’den sonra TKP’nin girdiği reformist-revizyonist hattın 50 yıl boyunca çözümlenememesi ve bunu ancak tarihsel solculuğu BPKD’nin de etkisiyle genç yaşta aşan Kaypakkaya’nın yapabilmesi gibi.

Bahsini ettiğimiz teorik kültürün eksikliği apaçık bir olgudur. Elbette ihtiyacı duyulan bu teorik kültürün yaratılması, bahsi geçen “militan entelektüellerin” ve Marksist filozof veya teorisyenlerin ortaya çıkıp etkide bulunmaları, belki yılları bulacaktır. Fakat bu yoksunluğu bilip kavramanın büyük avantajları vardır. Bu, bir gerçeğin kabulü ve artık buna göre şekillenmeye çalışmanın ilk adımıdır. Bu teoriyi üretmeye yönelmek, bu kapsamda uğraş verenlere algımızı sonuna kadar açmak gibi sonuçlar oluşuyorsa, bu olumludur. Ayrıca bu durumun görülmesi, saflarımıza gelen yeni yoldaşların teorik ilgisizliklerinin nedenlerinden birinin saptanması anlamına gelmiş olacağından önemlidir.

Sorunların kökenine inilmesi, palyatif (geçiştirici) çözümlerle vakit kaybetmememiz mücadelenin bize dayattığı bir görevdir. Aslında tüm sorunlara her daim böyle yaklaşılması gerekirken, hep sonuçlara müdahale veya teknik değişimler üzerinden hareket edilmiştir. Bunun mücadelenin gereklerini karşılamada, uzun vadede zafere götürmede yetmeyeceği açıktır. Dogmatizme gerçek bir darbe vurup, saflarımızda etkisizleştirmenin ve başka kılıklarla karşımıza çıkmasının engellenmesinin yolu budur.

Mevcut durumda yapılması gereken teorik çalışmalara sistemli bir yönelimin başlatılmasıdır. Örgütlü yoldaşlarımızın tamamının katılacağı ve sürekliliği sağlanmış, alınan sonuçların takip edildiği bir yönelimden bahsediyoruz.

Kolektifimizin mevcut krizi, mücadelenin yeni aşamaları ve yeni biçimlerini kavrayarak ve gereklerini yerine getirerek aşabilmesi için ideolojik/teorik/politik ve örgütsel eğitimi kapsayan bir çalışmayı planlayıp yürütmesi en önemli adımlardan biri olacaktır. Tutuklamaların, gözaltıların, zorunluluktan faaliyet alanı değişenlerin, şehitlerin yerlerini bir pratikle hareket etmek ancak böyle mümkün olacaktır.

Bizler politik pratiklerimiz kadar teorik pratikte de adım attıkça “militan entelektüellerin” hem ortaya çıkışına vesile olacağız hem de çok çeşitli teorik alanlarda üretimi olanların yüzünü bize dönmesini sağlayacağız.

Balibar’dan Poulentzas’a ve “teorik yoksunluk” belirlemesini yapan Althusser’e kadar birçok teorisyen yetiştirmiş Fransa Komünist Partisi’ne ve akademiye Althusser şöyle seslenir: “Marksist felsefeye biraz yaşam ve teorik dayanıklılık vermek istiyorsak, bugün, bizim payımıza düşen şey ve görevimiz, çok basit olarak, bu sorunları açık açık ortaya koymak ve bunlarla açıktan yüzleşmektir.” (age, s. 40)  

45390

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)

"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"

Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)

Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor. 

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!

Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.

Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.

Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz

Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.

Katliamlar Cumhuriyeti

13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.

Çamur at…[ismail cem özkan]

Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…

Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…

BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz

Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor.

Kaypakkaya’nın Yoldaşı Olmak! (OKUR POSTASI)

Bazen bulunduğumuz yerlerin, taşıdıkları değeri istemesek de göz ardı edebiliyoruz. Benim Partizan’la tanışmam yılları alıyor ama aktif olmam 3 seneyi buluyor. Birçok insandan şunu duyardım İbo’nun kültüründen gelenler sağlam olur. O kültürü almışsan uzakta da olsa onu yaşatmaya çalışırsın. O bağlılık hiç bitmez.

CHP'NİN İHANETLERİ /Mehmet Emin Gündoğdu

 


   Bu yazının amacı kısa bir CHP değerlendirmesi yaparak, bu partinin izlediği politik hattı ortaya çıkarmak ve okuyucuya bir fikir vermek. Çünkü bu parti tarihi boyunca hep mevcut düzenin koruyucusu olmuştur. Düzen ne zaman tıkansa CHP yardıma koşar. En son marifeti unutulmuş bir konuyu yani türbanı gündeme getirerek Erdoğan hükümetine koz vermiştir.

Sayfalar