Perşembe Mayıs 9, 2024

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Lozan, TC devletinin uluslararası alanda siyasi ve hukuki temelde resmiyete dökülmesini sağlamıştı. Nitekim, Kemalistlerin emperyalizm ile işbirliğinin karşılıklı taviz ve teminatlar eşliğinde bir anlaşmayla sonuçlanmasını sağladı. Emperyalistler, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucunda oluşan tabloya son şeklini Lozan’da gerçekleştirdikleri konferansla vermiş oldular. Ortadoğu coğrafyasını, emperyalizme bağımlı ulus devletler ve ilhak edilerek parçalanmış ulusların karmaşıklığı içinde şekillendirdiler.

İttihat Terakki’nin sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırmasına yönelik özellikle Ermeni, Rum, Süryani milliyetlerine yönelik gerçekleştirmiş olduğu soykırım, katliam, tehcir, yağma edilen mallar, mülkler gibi onlarca insanlık ve hukuk dışı uygulamalar Lozan’la birlikte yok sayıldı, üzeri örtüldü ve bu uygulamaları yapanlar imzalanan Anlaşma aracılığıyla uluslararası çıkarlar pazarında aklandı.

Lozan görüşmeleri sürerken, Kemalistlerin bu aklanma ve kabul edilmelerinin karşılığında elbette emperyalistlere bir güven vermeleri gerekiyordu. İşte bu anlamıyla, İzmir İktisat Kongresi hem toplanma zamanlaması hem de gerek bileşeniyle gerekse de aldığı kararlarla dikkat çekicidir. Emperyalistlerle birçok konuda pazarlıkların yürütüldüğü bir dönemde güven verici kararların alınması önemliydi. Bu kongrede, emperyalist-kapitalist sisteme iki önemli mesaj verildi. Birincisi, izlenecek iktisadi politikaların emperyalist-kapitalist sistemin içinde olacağı, ikincisi de Kemalistlerin, Sovyetler’e sırtını kesin olarak çevirmesiydi.

Kemalistlerin Lozan’ı bir “zafer” edasıyla karşılamaları boşuna değildir. Çünkü Lozan, devletleşen Kemalist ideolojinin o döneme kadar yaptıklarının aklanması ve sonrasında yapacaklarına meşruluk ve resmiyet kazandırmasının önünü açtı.

Komünist önder Kaypakkaya’nın “Milli Mesele” makalesinde geçen Lozan Antlaşması’yla Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlığını gözler önüne serdiği bölümlere göz atacak olursak: “Lozan Antlaşması, Kürtleri çeşitli devletler arasında parçaladı. Emperyalistler ve yeni Türk hükümeti, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, Kürt milletinin kendi eğilimini ve isteğini hiçe sayarak, sınırları pazarlıkla tesbit ettiler.

Böylece Kürdistan bölgesi İran, Irak ve Türkiye arasında bölündü.”

“İnönü’nün Lozan’da Kürtlerin de temsilcisi olduğunu iddia etmesi de, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkına açıkça bir saldırıdır. Kürt milletinin kaderini dışarıdan tayin etme alçaklığıdır. Kürt milletinin oturduğu bölgeyi Türkiye sınırlarına yani Türk burjuvazisinin ve toprak ağalarının hakimiyet alanına, emperyalistlerle pazarlık yaparak dahil etme kurnazlığıdır! Ve Türk milliyetçiliğinin en azgın bir biçimde tezahür etmesidir.”

“Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler.”

Kaypakkaya’ya göre Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı olmasına rağmen, bu hak Lozan’la çiğnenmiştir. İşte Kaypakkaya, bu anlamıyla Lozan Antlaşması’nı “tarihsel haksızlık” olarak tanımlamaktadır.

Medya Savunma Alanları’na yeni işgal saldırıları

Kürt ulusunun uğradığı bu tarihsel haksızlığın, faşist TC devletinin kuruluşundan bugüne kadar hız kesmeden sürdüğü bir gerçek. Dönem dönem TC yöneticilerinin Lozan’ı yetersiz gördüklerini ifade eden açıklamaları oldu. Bugün Irak Kürdistanı’nda ve Rojava’da askeri, siyasi ve ekonomik açıdan, işgal saldırılarını sürdürdüğü ve işgal ettiği alanları kendi sınırlarına dahil etme hedefiyle hareket ettiğini söylemek gerekir.

Keza Lozan’nın 100. yıldönümü vesilesiyle R.T.Erdoğan’ın yayımladığı mesajda “Lozan Antlaşması’yla elde ettiğimiz hakları kararlılıkla savunurken, yeni hamlelerle ülkemizin kazanımlarını tahkim edeceğiz” söylemleri de buna işaret etmektedir. Elbette bu mesajla, halihazırda Rojava ve Medya Savunma Alanları’na yönelik devam eden işgal ve ilhak saldırılarının yoğunlaşması, derinleştirilmesi ve yeni askeri operasyonlara kapı araladığını söylemek gerekir. Halihazırda Medya Savunma Alanları’na yönelik yıllardır yürüttüğü savaş, HPG Basın İrtibat Merkezi’nin 21 Temmuz’da faşist TC ordusunun Medya Savunma Alanları’na dönük yeni bir işgal operasyonu başlattığını duyurmasıyla yeni bir boyut kazandı.

HPG BİM açıklamasında, “İşgalci Türk ordusunun kış sürecinde gerilladan aldığı ağır darbelerden dolayı geri çekilmek zorunda kaldığı alanlar, bu yeni saldırının hedefi oldu. 14 Temmuz’da Zap’ın Kurojahro Direniş Alanı, 19 Temmuz’da ise KDP’nin aleni destek ve iş birliği ile Metîna’nın Girê Ortê Direniş Alanı’nda işgal saldırıları başladı.

20 Temmuz gecesi ise yoğun hava bombardımanlarından sonra 21 Temmuz sabahında Şehîd Delîl Batı Zap bölgesinin Girê Cûdî Direniş Alanı’na işgal saldırısı başladı. İşgalci TC ordusunun taktik nükleer bombalarla gerçekleştirdiği saldırılar; 11 ve 12 Temmuz’da Zap’ın Kokerê Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 4 kez taktik nükleer bomba ile bombalandı.

20 Temmuz’da Zap’ın Sîda Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 1 kez taktik nükleer bomba bombalandı” şeklinde verdiği bilançoda saldırıların özellikle Zap bölgesinin Girê Cûdî alanında yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu alan daha önce basına yansıdığı gibi TC ordusunun kendi asker cenazelerini yaktığı alan olarak da TC açısından önemli bir yerdir.

KDP, işbirlikçi pozisyonunu güçlendiriyor!

Faşist TC devleti, Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırılarında KDP’yi kullanmaktadır. Son olarak Mesrur Barzani’nin Türkiye ziyaretinden sonra Savunma Bakanı Yaşar Güler görüşmenin çok verimli geçtiğini ve bunun olumlu sonuçlarının önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağını dile getirmişti. Bu görüşmeyle TC’nin Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne ve gerillalara yönelik savaş konsepti içerisinde KDP’ye yeni misyonlar biçtiği ortaya çıkmıştır. KDP’nin hedeflerinin başında hem geçtiğimiz aylarda kaybettiği petrol üzerindeki denetimi tekrar ele almak hem de YNK’nin etki alanını daraltmak ve PKK’yi Medya Savunma Alanları’ndan çıkarmak vardır, bu minvalde faşist TC devletiyle işbirliğini derinleştirme ve gerillaya yönelik saldırılarda daha fazla uşak rolü üstlenmektedir.

KDP, Süleymaniye’de MİT’e yardım ederek Kürt yurtseverleri ve kadrolarına suikast düzenleyerek katledilmelerine ortak olurken, diğer taraftan kendi işlediği suçları da PKK’nin üzerinde atmaktadır. Geçtiğimiz günlerden Zaxo’da KDP’nin istihbarat örgütlenmesi olan Parastın’ın eski sorumlusu Mihemed Mirza Sindi’ye düzenlenen ve bir iç hesaplaşma olarak değerlendirilecek suikastın hemen ardından Barzani medyası, PKK’nin üzerine yıkmıştır.

Faşist TC ordusu, KDP ile Xakurke’de ortak operasyon düzenlemiş, yine Metîna ve Girê Ortê alanlarına saldırılarında peşmerge üslerinden hareket etmişlerdir. KDP, MİT’e istihbarat sağlamaktan tutalım, TC askerlerinin sevkiyatından lojistik sağlamaya kadar, her alanda TC’ye “hizmet” etmeyi sürdürüyor. NATO’nun kendi envanterinden TC’ye temin ettiği kimyasal ve taktik nükleer silahların gerillaya yönelik kullanıldığının ispat edilmiş olmasına rağmen PKK, çeşitli uluslararası kurumlara çağrı yapmıştı. Ancak faşist TC ordusunun işlediği savaş suçlarını örtme görevini üstlenen KDP’nin bölgede araştırma yapmak için gelmek isteyen bazı uzman heyetlerinin geçişini engelleyerek işbirlikçiliğini güçlendirdi.

Gerilla tarihsel haksızlığa karşı direnişte!

TC devleti, 2015’te Kürt hareketine yönelik yürüttüğü haksız savaşın boyutlarını en yükseğe çıkarmıştı. O zamandan bu yana özellikle Türkiye, Irak ve Suriye Kürdistanı bölgelerinde hem halka hem de gerillaya yönelik her türlü siyasi, askeri ve ekonomik saldırganlığını katmerleştirerek sürdürmektedir. Bu tasfiye saldırılarının en önemli parçasını ise Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirdiği ağır tecrit koşulları oluşturmaktadır. Faşist TC devletinin, A.Öcalan üzerinde uyguladığı ağır tecrit siyaseti, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine yönelik ciddi bir saldırıdır. Bu saldırının diğer ayağını ise Kürt halkının Rojava ve I.Kürdistanı’nda elde ettiği kazanımları tasfiye etmek, Rojava topraklarında işgal ettiği alanları çoğaltarak hem Türkiye hem de Irak Kürdistanı’nda Medya Savunma Alanları üzerinde gerillayı askeri operasyonlarla bitirme hesabını yapmaktadır. Fakat gerillanın geliştirmiş olduğu savaş tünelleri, araziyi etkin kullanması ve etkin vur-kaç taktiği ile Türk ordusu bir bütün istediğini elde etmede zorlanmaktadır. Zaten halihazırda Maraş merkezli depremden sonra eylemsizlik kararı açıklayan gerillanın bu süreci hazırlıklı geçirdiği, özellikle seçimlerden sonra bu tarz işgal saldırılarının gelişeceğine dair öngörülerle bölgede ciddi hazırlıklarının olduğunu, indirme yapan TC askerlerine ilk elden verdikleri cevaptan anlıyoruz. Yine Bitlis Xizan’da faşist TC’nin başlatmış olduğu askeri operasyonlarda, “Teslim ol” çağrılarına direnişle cevap vererek ölümsüzleşen o kahraman gerilladan bu saldırılara karşı gösterilecek en devrimci tavrın ne olduğunu anlıyoruz.

Bu saldırılar karşısında devrimcilerin ve komünistlerin görevi, Lozan Antlaşmasıyla çiğnenen Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkını savunarak, Kürt halkının kazanımlarına yönelik gelişen her saldırının karşısında “en önde” durmak, savaşmaktır.

1427

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar