Salı Mayıs 21, 2024

Evet ya da Hayır! Her sonuçta direniyoruz/direneceğiz!

Referandum, tarihinin 16 Nisan olarak netleşmesiyle gündemimizi daha da meşgul eden bir mesele olmaya başladı. Daha önce referandumu açığa çıkaran devlet erkinin ihtiyaçlarını, referanduma hangi siyasi atmosfer içerisinde gittiğimizi ve bu süreçte alacağımız tavrı, bu tavrın güncel süreç açısından anlamını tartışmıştık. Referanduma dair “evet”, “hayır” kampanyalarının başladığı, bizim de startını verdiğimiz faaliyetin kapsamını, çalışmanın örgütsel ve politik hedeflerini, çalışma boyunca kullanacağımız araçlardan sloganlara kadar bir dizi tartışmayı faaliyet boyunca canlı tutmak bizlerin kaçınılmaz bir görevidir.

Referanduma karşı aldığımız hayır tavrının bizler açısından sadece “Başkanlık sistemine” karşı olmaktan ibaret olmadığını ve iktidarın güçlendirilmesi, daha da merkezileşmesi hedefiyle düzenin attığı her adımın karşısında olduğumuzu daha önce vurgulamıştık.

Şimdi örgütsel ve politik hedeflerimiz merkezli bir tartışmaya yoğunlaşmalıyız. Elbette tavrımızı belirlerken bu tartışmadan yola çıkarak hareket ettik. Hayır’ın bizler açısından esas olarak anlamı da bu hedeflerimizde gizlidir! Bu tartışmaları güncel tutmalı ve faaliyetin her aşamasına uygulamalıyız. A/P araçlarımızı, sloganlarımızı belirlerken de bu eksenden kopmamalıyız.

Başkanlık sistemi için şu çokça dillendirilen “illegal olanı, Başkanlık Sistemi ile yasalaştırma” meselesini doğru okumalı ve kitle çalışmasında kullandığımız dil ve sloganları da bunun sonucunda belirlemeliyiz. Başkanlık sistemi ile geleceği söylenen “tek adamlık, diktatörlük, ezilenlere yönelik daha fazla baskı, sömürü, sömürü ve katliamların” mevcut sistemde de en üst boyutta yaşandığını gözden kaçırmamalıyız. “Hayır”ın “Evet”i yenmesi durumunda bu saldırıların ortadan kalkmayacağını, OHAL uygulamaları ve KHK’lerin izlerinin bir çırpıda silinmeyeceğini; işin özü/özetinin, “Hayır” kazandığında durumun “normalleşeceği” yanılgısına kapılmamayı ve kitle çalışmasında da bu gerçeklik ekseninde kendimizi ifade etmeyi sürecin en önemli görevlerinden biri olarak gördüğümüzü anlamalı ve kitlelere de bunu aktarmalıyız.

Yönelimimiz örgütlülüklerimizi korumak ve güçlendirmek!

7 Haziran genel seçimleri ile ezilenler cephesinin açığa çıkardığı enerjinin kazanımları, devletin “barış” ile savaş konsepti arasındaki geçişkenliğe yeterli refleks verilmediği, seçim sonrasında açığa çıkacak bu tabloya yeterli hazırlık yapılmadığı için bir çırpıda tuzla buz edilebildi. 7 Haziran ve sonuçlarına, bizim durumumuza bakarak referandum çalışmasının hedeflerini belirlemek bu açıdan önem taşımaktadır. Tam da bu noktada örgütsel hedefler meselesini doğru tartışmak ve somutlamak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.

Hiç tereddütsüz söyleyebiliriz ki; “Evet” ya da “Hayır” yani çıkacak hiçbir sonuç Türkiye’de faşizmin baki olduğu gerçekliğini değiştirecek ya da etkisini azaltacak bir niteliğe ya da içeriğe sahip değildir. Bu yüzden “sömürü ve katliamların son bulması”, “Kürt sorununun çözümü”, “kadın ve LGBTİ”lere dönük şiddetin son bulması” gibi sloganların karşılıksız olduğunu görmeli ve dilimizi, taleplerimizi buna göre belirlemeliyiz. Kitle çalışması yaparken, kitlelere “Hayır” demeleri için sunacağımız gerekçelerin çıkış noktasının burası olmadığı iyi kavranmalı ve kavratılmalı... Çıkış noktamız; AKP-MHP ittifakının, faşist birliğinin yarattığı “evet” cephesine karşı ezilenlerin biraraya gelerek oluşturduğu ve kendine güvenini tazelediği “hayır” cephesinin güçlendirilmesinin önemi olmalı, ön plana çıkaracağımız noktayı tam da burası olarak belirlemeliyiz.

Bu yanıyla örgütlenme meselesinde esas olarak; mevcut düzene ve çeşitli vesilelerle değişkenlik gösteren sindirme ve baskı politikalarına, faşist diktatörlüğün değişen araçlarla ezilenlerin mücadelesine yönelme haline topyekun karşı koyuşun propagandasını yapma göreviyle karşı karşıyayız. Bunu yapabilmenin yolu da örgütsel hedeflerin politikayla bağını doğru kavrayabilmekten geçmektedir. Anda en fazla ihtiyacımız olan, mevcut örgütlülüklerimizi korumak ve güçlendirmektir. Bunun için de referandumda çıkacak herhangi bir sonuca hazırlıklı olmanın belirleyici olduğu açıktır.

Örneğin örgütlülüklerimizi ve örgütsel kazanımlarımızı korumamız gereken önemli alanlardan biri olan toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelemizde; kadın çalışmamızın dört bir yandan erkek egemenliği tarafından çembere alınması çabalarına, yok sayılmasına, küçümsenmesine karşın bu alanımızı güçlendirmeli, patriarkanın saldırganlığı karşısında kadın çalışmasının özgün yapısının korunmasına önem vermeli, siyaset ve politika alanlarından kadınların geri çektirilmeye çalışıldığı bir ortamda emekçi kadınları örgütleme ve politika alanlarında öncelleme yönelimlerimizi korumalıyız. Bu konuda kadınların “hayır” platformlarındaki birleşik mücadele konusundaki çabalarından, emekçi kadınlara dönük çalışmalarından ve A/P yönelimlerinden öğrenilmelidir. Keza benzer bir durum gençlik ve yurtdışındaki çalışmalarda da kendini göstermekte, toplamdaki politik tıkanıklığımıza bu faaliyet alanlarının politik yönelimleri ile darbe vurulmaktadır! Bu pratiklerden öğrenmek ve bunları genişletmek tüm faaliyet alanları/yoldaşlarımızın sorumluluğu ve referandum sürecindeki yönelimimiz olmalıdır.

Hazırlıklarımızı geç olmadan tamamlayalım!

Politikada özne olabilmenin, milyonların hayatını belirleyen siyasette söz sahibi olabilmek gibi bir sorumluluğu olan komünist hareket olarak bizlerin en iyi bildiği, bu sorumluluğun hayata geçirilmesi lafla değil, örgütlenmeyle/örgütlülüklerimizi güçlendirmekle mümkün olabildiğidir! Bir kere girişilen bir işe, göreve yılmadan, sonunu getirme hedefiyle yaklaşmak bir ihtiyaçtır, bu ihtiyaç bugün daha yakıcı bir şekilde kendisini göstermektedir.  Diğer yakıcı bir ihtiyaç da; önümüze çıkan ideolojik, politik her fırsatı örgütlülüklerimizi güçlendirmek, yeni örgütlülükler inşa edebilmek, emekçi halkımızı devrim ve demokrasi mücadelesinin öznesi haline getirebilmek için etkili bir araç olarak kullanma becerisine sahip devrimci kişiliği daha güçlü bir şekilde inşa edebilmektir. Tereddütler, amalar, beklemecilik, kendiliğindenlik, öz gücüne güvenmeme gibi hızımızı kesecek ve bizi hedeflerimizden uzaklaştıracak bir takım özelliklerden arınmamız; bunlardan güçlü bir kopuşa yönelmemiz ve pratiğe, kitle çalışmasına yoğunlaşarak kendimizi yenilememiz kaçınılmaz ve zorunludur! Referandum vesilesi ile örgütleyeceğimiz hayır kampanyasını bu açıdan etkili bir biçimde kullanabilmemizin olanakları mevcuttur. Bu olanaklara “pratik olarak saldıracak” bakış açısını yakalamalıyız.

Demokratik alanlardaki bütün faaliyetlerin baskı ve zor yoluyla boğulmaya çalışıldığı bir süreci uzun bir dönemdir yaşıyoruz. Referandum sürecinde bu baskının boyut atlayacağını şimdiden görmek zor değil. Keza sadece geçtiğimiz hafta 13-14 Şubat tarihlerinde 300’ü aşkın HDP ve HDK bileşeni üyesi kişinin gözaltına alınması durumu bile “Hayır” çalışmalarının henüz kampanyalarının başlangıcında ayaklarının sakatlanmaya çalışıldığının en bariz göstergesidir. Bunun dışında linç ve saldırılar konusunda devletin hazırlık içerisinde olduğu birçok veriyle ortadır. Sedat Peker’in “sokakta bekliyor olacağız” tehdidine ek yapan Başbakan Binali Yıldırım’ın gençlere “hemen enerjinizi harcamayın, daha çok işimiz var” uyarısı, Manisa-Soma’da AKP il başkan yardımcısının “Evet çıkmazsa iç savaşa hazırlıklı olun” söylemi devletin tüm zor aygıtlarını devreye koyma niyetinde olduğunu gösteren “açık deliller”dir. Diğer yandan örtülü ödenekleri, belediyeleri ve devletin tüm kaynaklarını “evet” kampanyası için seferber edilmesi, dolar ve euro’ya geçici bir süreliğine by-pass yapılması bu sürecin egemenler açısından önemini ortaya sermekte, “hayır” cephesinin güçlenmesi ve kazanma ihtimalinin artmasıyla korkulu rüyaları artmaktadır.

Bu süreçten halkımızın lehine, devrim ve demokrasi mücadelemizin lehine edineceğimiz tüm kazanımların egemenler cephesini zayıflatan bir darbe olacağı açıktır. Bu yüzden bu fırsatı değerlendirmeli, sonuç ne çıkarsa çıksın mücadelemizin ve örgütlülüklerimizin güçlenmesi için sorumluluklarımızın artacağını unutmamalı, bunun için hazırlıklarımızı tamamlamalıyız! 

45822

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Ermeni kaldı mı? (Nubar OZANYAN)

12 Eylül’ü 13 Eylül’e bağlayan gece Azerbaycan işgalci ordusu, arkasına ve yanına aldığı TC ordusuyla birlikte Ermenistan topraklarına saldırı başlattı. Birçok sivil yerleşim yeri bombalandı.

Militana Mektuplar…(2)

Merhaba tekrardan…

Yanı başımızda sürüp giden çekişmeli hayatımızdan biriktirdiğimiz anlardan seslenebiliyoruz ancak. Sesimiz ulaşıyorsa korkmaya ve umutsuzluğa kapılmaya gerek yok, tohum mutlaka filizlenmeye yüz tutar.

Hayatımıza geri dönüp bir bakmaya ne dersin. Korkularımızın mı cesaretimizin mi baskın olduğunun muhasebesini yaptığımızda ne görürüz?

İnsan dediğimiz canlı varlık her ikisini birlikte yaşar diyalektiğin gereği olarak. Korkularımız, bastırılmış öfkelerin dışa vurumuna götürür bizi. Burada cesaret denilen olgu karşımıza çıkar.

Tanrıyı Ette Bulma

Demek... öyle...

Dolly...

Dolly...

Bastır etleri leyla.

Çevir mangalı leyla.

Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.

Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.

Ha... ki.... ko.... ko...

Ha... ki.... ko.... ko...

Koltuk sallanıyor... koltuk...

Dolly...

Dollyyy...

Nerdesin kız?

Seni gidi kopya koyun.

Nerdesin?

Korkma kız....

Robotları artı değer üretemi içerisinde saymadılar diye yünlü yoldaşlarımızı yiyecek halimiz yok ya...

Ha... ki.... ko.... ko

Ha... ki.... ko.... ko

Emperyalizm Belli Ülke ve Uluslara Mı Özgü?1

Emperyalizm,  kapitalizme özgü bir olaydır. Kapitalizm öncesi emperyalizm yoktu ve toplumlar kapitalizme geçtiğinde, önce serbest rekabetçi kapitalizmle ve peşinden, kapitalizmin gelişmesi ve uluslararası yönünün daha fazla öne çıkmasıyla emperyalizmle tanıştı.

Biz bize benzemeyiz! [ismail cem özkan]

Kemalist arkadaşlar bazı sosyalistlerin kendileri gibi hayata baktığını ve yorumladıklarını gördükçe, duydukça diyorlardır “biz sosyalistiz herhalde!”... Ama Marksizimi bilen, onun düşünce yöntemini içselleştirmiş biri asla Kemalist olamaz ve hayata Kemalist gibi bakamaz, çünkü durdukları nokta farklı. Kemalistler burjuva ve sermaye bakış açısından devleti kutsallaştırıp, onu yaşatmak için düşünce yöntemini çizer, sosyalist ya da Marksistler ise tam tersidir, devleti “sönümlendirecek” işçi devleti kurmayı, yani işçi sınıfı ve mazlumların bakış açısına sahiptir...

Örgütlenme, Özgürleşme Ve Devrimin Güncelliği[1]

 

 

“İnsanlara şunu söylüyoruz:

Yalancıların maskelerini kaldırın,

körlerin gözlerini açın!”[2]

 

Sürdürülemez kapitalist çılgınlık şahsında, “Cehennem boşalmış, şeytanların hepsi burada!”[3] betimlenmesindeki bir hâl-i pür melal ile yüzleşiyoruz.

Dört Duvar Arasında Direnenler Dışarıdakiler İçin İnat Etme Manifestosudur

Yıllardır Sosyal medyada zindanları gündemde tutmak için güncel zindan haberlerini dışarıya ulaştırıp tutsak aileleri ve zindan arasında köprü olma misyonu ile tanınan bir hesapsınız. “Rojevazindanan” ismi ile dikkatleri üzerinize çekiyorsunuz. Twitter, instagram ve Facebook gibi geniş kesimlerin kullandığı bu mecraların hepsinde aynı anda aynı haberleri paylaşmanız da ayrıca emek isteyen bir çalışma. Biz Kaypakkayahaber sitesi olarak kitlesel refleks ve duyarlılık yaratmaya çalışan bu hesapları daha da iyi tanımak babında bir röportajı gerçekleştirmek istiyoruz.

Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih! Yarım Asırlık Mücadele Yolumuzu Aydınlatıyor

Proletarya partisinin kuruluşunun ve mücadeleye atılışının 50. yılındayız. Bu süre içinde mücadelesini kesintisiz sürdüren proletarya partisi, onu var eden koşullar devam ettikçe kuşkusuz varlığını devam ettirecektir.

Sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesinin ülkemizdeki varlık nedenleri, sistemin çöküntü içine girdiği günümüz koşullarında kendisini çok daha yakıcı dayatır duruma gelmiştir. Ve elbette ki proletarya partisi üstlendiği tarihsel rolü yerine getirecektir. Çünkü onun mücadelesine yol gösteren sağlam temellere dayalı ideolojik-politik pusulası vardır.

Eski sloganlar bugüne hitap etmiyor…(İsmail Cem Özkan )

Eski sloganlar atılıyor, eskisi gibi heyecanlı değil, çünkü ortam ve zaman değişmişti, eski sloganların ruhu da çoktan bizi terk etmişti... İnat ile eskiden kalan sloganlar atılıyordu ama o sloganlar bugünün sorununa yanıt vermiyor, sadece eski arkadaşlara "biz ayaktayız, yok olmadık, gelin bir arada olalım!" çağrısıydı. Fakat çoktan ayrılmıştık, ruhen bir arada ama eskinin yaratılmış öyküleri de abartılarak anlatılırken gerçeklikten uzaklaşmış ve eskinin yeniden yaşayacağı iyimserlik dışında bir arada olacağımıza dair her hangi bir şey söz konusu değildi...

Siyaset Yapma Tarzımız ve Verili Koşulların Önemi Üzerine

 


   Son dönemlerde kurumlarımızın yaptığı konferanslarda, basın açıklamalarında `Verili koşullar` dan bahsediliyor. Verili koşullardan kasıt, somut koşulların somut tahlili.

Ölümsüz(ümüz)dür NÂZIM HİKMET[1]

Pişman değilim yaşadıklarımdan,

öfkem belki de yaşayamadıklarımdan.[2]

 

“Ew çend giringî pê bide jiyana xwe ku di/ heftêyem de jî wek mînak çandina darzeytûnê bibe// Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,” dizelerinin hakkını bir komünist gibi yaşayarak verdi. Eylül 1961’in Doğu Berlin’indeki, “sözün kısası yoldaşlar/ bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da/ insanca yaşadım diyebilirim,” demeyi de sonuna kadar hak etti…

Sayfalar