Pazar Nisan 28, 2024

Hasretle ve inançla… “Umudun öyküsünü yazmak bize düştü!”

“Umudun öyküsünü yazmak bize düştü / Bize düştü sunmak hayata ömrün baharını / Acıları tas tas içmek / kan tükürmek ihanete / Bize düştü gözyaşsız ağlamak genç ölümlere / Yetim şafaklara kardeş olmak / Alayla gülümsemek karanlıklara / Hasret vurgunuyla yanmak / Vedalaşmadan yürümek sonsuzluğa... / bize düştü / Tarih payıdır kaçınılmaz / Vurun kanatlarınızı dostlarım”*

Tarih paylarını canlarıyla ödeyerek ve son bir veda sözcüğü etmeden sonsuzluğa yürüdü 12 kızıl karanfil. Onlar ki her biri umudun öyküsünü yazdılar kısacık yaşamlarıyla.

Hayata sundukları ömürlerinin baharı kaldı bize… Ki o baharı ezilenlerin baharı olan devrime götürmektir görevimiz!

Tas tas içtikleri acı kaldı bize… Ki yoldaşlarımızın her birine çektirilen acı, intikam yeminlerimizi tazelemiş, öfkemizi bilemiştir!

Kan tükürdükleri ihanet kalmıştır bize… Ki henüz tamamlanmamış bir hesaplaşmayla yok etmektir aslolan o ihaneti!

Artları sıra gözyaşısız ağlamak düşmüştür bize… Ki gözbebeklerimiz kan çanağına dönse de bir damla dökülmeyecektir oradan ve güldürmeyecektir düşmanı!

Onların yetim bıraktığı şafaklar artık bizimdir, onların hasretiyle yanmak, onların ıssız karanlıklardaki yarım kalan ıslıklarını tamamlamak…

Artık hepsi bizimdir!

Tarih payımızı onlar gibi canımızla ödeyene kadar da ne o ıslık yarım kalacak ne şafaklar yetim!

“Durmak yok bu koşuda / Ağıt yok dilimizde / Dizlerde titreme yok / Kaç güneş sönse de sönsün içimizde / Hep aydınlıkta yakalayacağız ölümü.”*

Yetiş, Serkan, Hasan, Samet, Alican, Murat, Ersin, Doğuş, Esrin, Hatayî, Gamze ve de Umut… Her biri içimize; hem kalbimize hem de bilincimize saplanan birer acı oldu.

Özlediklerimizdi her biri… Hasret duyduklarımızdı…

Hele Umut…

Sarıgazi’nin Doktor’u, Munzurların Cem’i…

Ne genç ne umarsız ne çıkarsızdın…

Bir başladın ki bu koşuya, hiç durmamacasına… Buradan gittikten sonra da çok duyduk; titremeyen dizlerini, ağıt söylemeyen dilini…

Ve şimdi de aydınlıkta yakaladığın ölümü…

Ah Umut… Ah Doktor!

Sarıgazi zordur, zorludur. Faşist devlet öyle kolay kolay, öyle elini kolunu sallaya sallaya giremez oraya. Hem devrimcileri hem halkı bir dikildi mi ayağa, düşman sığınır kendi kalelerine, çıkamaz dışarıya!

Ama Sarıgazi devrimci mücadele açısından da zorlu bir yerdir. Keza duyarlı, demokrat bir kitle vardır ama bu devrimci dinamiği örgütlemek o kadar kolay değildir. Hem devletin saldırıları hem de devrimci yapıların politikasızlığıdır bu zorluğu yaratan…

Ama sen, en genç yaşında, lisede örgütlü olmayı seçtin. Devletin “belalı” gördüğü, ancak devrimcilerin bir zaman kale haline getirdiği Mehmetçik Lisesi’nde okurken bir yandan da Yeni Demokrat Gençlik faaliyetini sürdürüyordu.

Bir süre sonra sen özne oldun, liselileri bir araya getiriyor, tartıştırıyor, örgütlüyordun. İşin zordu. Ama sen bu zorluğa karşın kendini sınırlamadın. Her seferinde daha ileriye, daha fazla örgütlü mücadeleye atıldın. Artık sınırların sadece Sarıgazi değildi, İstanbul genelinde liselilerle görüşüyor, örgütlüyordun.

Ama tabii Sarıgazi hep başkaydı. Sonradan da duyuyorduk, Sarıgazi deyince nasıl gözlerinin içinin parladığını, yüzünde güllerin açıldığını…

Bak, şimdi cümlenin gelişi “konuşuyor, sohbet ediyordun” diyecektim. Ama sen de gülersin şimdi buna. Ah Doktor, konuşmayı senin kadar az seven başka bir devrimci tanımadım ben. Ağzından kerpetenle laf alıyorduk adeta.

Ama bu bilmediğinden, öğrenmediğinden değildi. Su gibi içiyordun her öğrendiğini… Konuşmak zorunda kalmamak için bin takla atıyordun ama en son iş başa düşünce kısaca geçtiği tüm özet konuşmalar, ne kadar hızlı öğrendiğini gösteriyordu.

“Dağların dorukları dumanlı olur / Geriye dönmez savaşçılar... / Fırtınayla yıkanmıştır ömürleri / Karla yıkanmıştır yüzleri... / Bu yüzden asla vedalaşmaz / Ve kılıçlarında taşırlar şiiri / Bu yüzden sevdaları mahzundur / Yürekleri kallavi / Alınları ihanet vurgunudur / Gözleri intihar mavi”*

Ama iş pratiğe geldiğinde kimse tutmazdı seni! Görevden, sorumluluktan kaçmak yoktu sende! Bak bunu, arkandan güzelleme olarak demiyorum.

Gerçekten yoktu.

“Şu iş var, hangimiz yapalım?” “Ben yaparım!”

“Şuraya da gitsek mi?” “Ben giderim!”

Aslında gitmek istediğin, özlediğin başka bir şey vardı. İlk “Yoldaş, ben gerillaya katılmak istiyorum” dediğinde; gece vakti, bir parkta oturuyorduk. “Biraz konuşalım”la başladı, hep ben konuştum tabii, sen sustun yine… Sonra havadan sudan bir-iki şey söyledin ama aklında başka bir şey vardı, belliydi. Göz göze gelmemeye çalışarak söylemiştin özlemini.

Yanımızdaki yoldaş, ağzı kulaklarında, “Sıranı bekle yoldaş! Daha senden önce gitmek isteyenler var. Ne acelen var? Hele bir şu lise çalışmasını düzene koyalım!” dedi ama sana da yeşil ışık yaktı.

O bile yetti sana be Doktor!

“Haydi o zaman kolları sıvayalım ve lise çalışmasına girişelim” dedik.

Kallavi yürekli, ömrünü fırtınayla yıkayan yoldaşım!

Zaten senesine kalmadan dumanlı dağ doruklarına tırmandın.

“Ki bu zorlu yürüyüşte / Niceleri çürümüş / Niceleri dökülmüştü / Lakin / Her dökülene inat / Daha bir kök salıp büyümüştü / Çünkü / Bu örgünün her bir ilmeğine / Nice yoldaş bedeni düşmüş / Ve daha nice yoldaş bedeni / Yoldaşına sırdaş / Kavgasına omuzdaş olan / Mavzerine sarılıp / Baharın kokusu kadar tatlı / Yarin dudağı kadar ballı / Ve sevdalısına teslim olacak kadar harlı / Namlusunu öpmüştü.”*

Vedalaşamadık giderken…

Aslında sen veda etmeye geldin de, ben anlamadım onun seni son görüşüm olduğunu. Anlamadım be Doktor, yine aynı o toplantılardaki sessizliğinle vedalaşmaya geldiğini…

“Bir çayını içeyim” dedin. İçtik. “Ne var ne yok” dedim, “Hiç her zamanki gibi” dedin. Sessizce bakışarak çay içtiğimizden sorma gereksinimi duydum “Niye geldin?” “Hiç” dedin.

“Kendine iyi bak yoldaş” deyip merdivenlerden inerken uzun uzun bakıştık.

Hep o uzun bakışın kalacak aklımda yoldaş! O uzun bakış hatrına seni yazmak düştü payıma… Şafak Tamer demiş ya “Umudun öyküsünü yazmak bize düştü” diye… Seni yazmak, Umut’u yazmak “umudunu öyküsünü yazmaktır”!

Nasıl şehit düştün? Bilmiyorum. Ama o çok sevdiğin namlunla vedalaşma şansın oldu mu, onu son bir kez düşmana kan kusturduktan sonra öpebildin mi bilmiyorum.

Ama sana söz olsun Umut, söz olsun Doktor, söz olsun Cem!

O namlunun ucu bir an bile soğumayacak! Dudaklarımızı yaksa da senin için bir kez daha öpeceğiz düşmana bedel ödeten namlularımızı…

Özlemle, hasretle, inançla…

Bir Yoldaşı

* Çeşitli şairlere ait şiir paylaşımları Umut Polat’a aittir ve kendisine ait sosyal medya hesaplarında 2010 yılında paylaşılmıştı.

40139

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)

“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]

“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.

Üniversiteyi Öldürmenin Sekiz Yolu (Ya da Üniversite Piyasaya Nasıl Entegre Olur?)[1]

 “Bilimin sürdürülmesi, / bana özel bir yürekliliği / gerektirir gibi gözüküyor.”[2]

 Sevgili dostlar, sıcak bir Haziran’ın ardından, meydanların ardından yeniden burada, birlikteyiz.

Buraya gelirken arkadaşlar bana Melih Gökçek’in “teröristler kamplara çekildiler, sonbaharda daha büyük bir ayaklanma çıkartacaklar,” mealinde bir şeyler söylediğini aktardılar.

İlk defa Melih Gökçek’le aynı fikirdeyim.

Evet, Haziran 2013 sıcak geçti. Ama emin olun önümüzdeki güz ayları daha da sıcak geçecek.

Neo-Liberal AKP, Kautsky'nin 'Ultra Emperyalizmi' , 'Bariscil Kapitalizm' Ve Bir Ruyanin Sonu

Esas savas ,maddi-maddelesmis enerji evreninin zihnimize yansimasinda yuruyor...Dusunce -felsefe enerjisi biri ikiye boluyor...Tek bir soru tum bir evreni boluyor...
Dusmani yakindan izleyin. Onun akli bizden daha geliskin; yuzyillara dayanan sinifli toplumlar yonetme tecrubesine sahip. Akimlari yok edemeyecegini biliyor. Enerji evreninin sabit bir yuk uzerinde hareket eden bir enerji alanlari catismasi oldugunu biliyor...

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu

Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller

  

TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.

Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!

Güya aydınsın, öyle mi?!

Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?

Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!

'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir


'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir

Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.

Tarihin inatçi aynasi

Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm. 
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Sayfalar