Pazartesi Nisan 29, 2024

Işık hüzmesi büyüyor kadınlar, fark ettiniz mi? Baykuşlar kaçışıyor! -Aslı Ceren Aslan

“Erkten arınmış kadın alanları” üzerine bugüne kadar çokça tartışma yürüttük. Konu üzerine yapılan tartışmalar üzerine pek çok yazı yazıldı, pratiğe geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Kadının özgürleşme mücadelesindeki yerini; kadının güç kazanması, erkek egemen sisteme karşı donanımını yükseltmesi hedefiyle önümüze koyduğumuz bu alanlar, kadın bilincinin açığa çıkacağı yerler olarak birincil derecede önemli bir yere sahip. Kadın, erkek arasındaki ilişkiyi ezilen-ezen olarak belirleyen ve sürekliliğini bunun üzerinden yürüten erkek egemen sistemin politikalarına karşı kadınların çelişkilerinin gün yüzüne çıkıp kendilerini yaşamın “öznesi” olmaya hazırladıkları yer olan kadın alanları, ezen-ezilen ilişkisini tarihin derinliklerine göndermenin önemli araçlarından biridir.

“Özne” olma hazırlığı, hem teorik hem pratik anlamda karşılığını bulacağı gibi bahsettiğimiz güçlenme sadece cins bilinci üzerinde değil, yaşamın her alanına yönelik müdahalede bulunmayı da kapsamaktadır. Kadının çifte ezilmişliği bu müdahale alanlarının genişlemesini kaçınılmaz kılmaktadır. A. Bebel, kadının çifte ezilmişliğini “Kadın ve sosyalizm” isimli eserinde şu şekilde özetlemekte: “Kadın cinsi kitlesi çifte baskı altında eziliyor. Birincisi, erkek dünyasına sosyal ve toplumsal bağımlılık altında(…), ikinci genelde kadınların, özelde proleter kadınların –proleter erkek dünyası gibi- içinde bulunduğu ekonomik bağımlılık altında.” (İnter Yayınları syf: 40) Evet, kadın cinsi sosyal, toplumsal baskı altında bulunmasının yanı sıra ekonomik anlamda da tahakküm altındadır. Kapitalizmin kadına üretimde verdiği yer de bu gerçekliği değiştirmemektedir. Kadın üretimde yan role sahip, emeği görünmez kılınan bir yerde durmaktadır. Erkek proleter dünyasında ücret eşitsizliğine tabi tutulmakta, ekonomik krizlerde gözden çıkarılanlar kadın cinsi olmaktadır. Kadının sosyal ve toplumsal baskı altında olma durumu –ki bu “namus” olgusu adı altında garanti altına alınmakta, şiddetin her hali bu baskıyı garanti altına almakta- ekonomik baskı ile pekiştirilmektedir. Sosyal, toplumsal ve ekonomik baskı altındaki kadın, ancak kendi cinsleriyle oluşturacağı alanlarda bu baskıya, erkek dünyaya karşı güçlenebilir. Bu alanlar erkin her türlü saldırısını savuşturan, kadını erkek egemen sömürücü sisteme karşı savaşıma hazırlayan niteliğe sahiptir.

Erkek egemen sistem, ezilen konumuna yerleştirdiği kadını yaşamda edilgen kılmakta; yaşamın öznesi olmasının önünü kapatmaya çalışmaktadır. Üstelik “Böyle gelir, böyle gider” metafizik anlayışı ile kadının edilgenlik durumu, doğasına aitmiş gibi gösterilmektedir. Kadın mücadelesinin aydınlattığı tarihimiz, diyalektik yorumlayışla beraber kadının tarihsel konumunun “böyle gelmediği” ve “böyle gitmeyeceğini” ortaya koymaktadır. İlkel komünal toplumdan günümüze kadının var olan gücünü, tüm araçlarıyla beraber sindirmeye; tarihin karanlık sayfalarında kaybetmeye çalışan ataerki, kadınların mücadelesi ışığında bugün çaresiz kalmış durumdadır. Bu nedenle kadın katliamı, kadına yönelik şiddetin her türü boyutlanarak sürmektedir. Kadınların üzerindeki yüzyıllardır süren bu baskı ve beraberinde ezilen olma hali kadının inisiyatif gösterme; yaşamın özesi olma noktasında eksik kalmasına neden olmuştur. Kadının yaşamın her alanında “özne” olmasının, inisiyatifi geliştirmesinin yolunu Bebel şu şekilde özetlemiştir: “Ezilenlerde inisiyatif gösterme bağımsızlığı eksik olduğu için, tahrik ve teşvikçiye gereksinim duyarlar. Bu modern proletarya hareketinde böyleydi, kadının kurtuluş mücadelesinde de böyledir.” (Kadın ve Sosyalizm, İnter Yayınları, s. 105) Bebel burada kolektifin kadın özgürlük mücadelesinde üzerine düşen rolü de işaret etmektedir. Kolektifin hem kendi içindeki erkek anlayışı yok etmek hem de ataerkinin toplumsal, sosyal ve ekonomik yaşamdaki saldırılarını bertaraf ederek erkek egemen sistemi yıkacak ortamı hazırlamak için erkten arınmış kadın alanlarını önüne alması zorunludur. Nitekim kadınların kurtuluşu sadece kendisini, kendi cinsini bağlayan bir durum değildir. Bu durum ezeni, yani erkek egemen sistemin bu rolü bahşettiği erkeği de bağlamaktadır. Ataerkinin sürekliliği için bir maşa olarak kullandığı erkek cinsi, eline verilen iktidardan kurtulma gibi bir girişime kendi kendine giremez. Çünkü erkek elinde bulunan gücü korumak, büyütmek ister. Diğer taraftan “maşa” olmaktan çıktığında kazanacağını göz ardı eder. Erkeğin kaybedeceği “güç”, kendine insan olmayı getirecektir. Yani kendi özünü, insanlığını yeniden kazandıracaktır. Bu ise ancak kadının özgürlük mücadelesi ile mümkündür.

Nasıl ki sömürücü sistemin son bulması halinde patronlar da özgürleşecekse, erkek egemen sistemin yıkımı erkekleri özgürleştirecektir. Başta da belirttiğimiz üzere kadın alanları üzerine pek çok tartışma yürüttük. Yazımızın buraya kadarki bölümünde kadın alanlarının nenden gerekli olduğu üzerinde durduk. Bu bölüm bir hatırlatma olarak ele alınmalıdır, ikna etme niteliği ya da amacı taşımamaktadır. Kadın alanları ya da diğer bir ifade ile kadın örgütlülüklerinin gerekliliğini artık bir ön kabul olarak ele almamız gerekiyor. Tartışmayı başa sarmak, bu alanları taşıdığı amacını, neye hizmet ettiğini saptırarak ele almak; kadın mücadelesinin onlarca yıllık deneyimini ve birikimini hiçe saymak, tarihten öğrenmemek anlamına gelmektedir. Üstelik bu ön kabulü reddetmek erkek egemen sistemi yıkma perspektifinden yoksunluğu getirmektedir. Cinsiyetler arasındaki eşitlik sağladığında, kadının sosyal, toplumsal ve ekonomik anlamda toplamda bir “özne” olma bilinci ve pratiği geliştiğinde zaten bu alanlara gereksinim kalmayacaktır. Bu araç, herhangi bir dış müdahale ile değil; kendi kendini yok edecektir. Çünkü kadın artık her yerdedir; yaşamın içindedir.

“Erkten arınmış kadın alanları”nın ön kabulü ile beraber artık önümüzde başka bir soru durmaktadır. Bu soru, içeriğinde öncelikli bir sorunu taşımaktadır ki bu da kadın çalışmasının kalıcılığını sağlamak…

“Baykuşlar sağa sola korkuyla saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!”

Kolektifimizde kadın çalışması zaman zaman ihtiyaç olarak görülmüş, ancak kolayca vazgeçilen hatta önüne set çekilen bir alan olmuştur. İçimizdeki erkekle yüzleşmeksizin sadece saflarımıza katacağımız kadınlar için bu çalışmayı ele aldığımızda bahsettiğimiz durum anlaşılır hale gelecektir. Ne zaman ki kadın çalışması, kadın bilincinin beraberinde gelişmesini sağlamış; içimizdeki erkeklerle yüzleşilmeye ve uzlaşılmamaya başlanmıştır, işte o zaman kadın alanına, kadın örgütlülüklerine karşı ses yükselmiştir. Kadın çalışmasının altı boşaltılmaya, engellenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz ki kolektifimiz içerisinde yaşadığımız, burjuva sistemden tamamen bağımsız değildir. Burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişki çözülmediği sürece de bu durum geçerli olacaktır. Diğer türlü bir değerlendirme diyalektiğe aykırıdır. Ancak, kolektif, burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşımda kendi içindeki değişim-dönüşüm ve sonuç itibariyle yıkımı da gerçekleştirme perspektifine sahiptir (olmalıdır). Yani burjuvazinin ideolojisine karşı hem içte hem de dışta savaşım verir. Bu iç savaşımda, erk-ek anlayışı mahkûm etmek de yer almaktadır. Bunun ancak ve ancak kadının özgürleşme mücadelesi ile olacağını biliyoruz. O halde kadın çalışması sürekli olmalı, kolektif bu çalışmayı kalıcılaştırmayı önüne koymak zorunda olmalıdır. Aksi takdirde, doğan her boşluğun burjuvazinin politikalarıyla dolacağını biliyoruz.

Dediğimiz gibi, içimizdeki erkekler uzlaşmama haline koşut olarak, erkin sesini gün geçtikçe yükselttiğini görüyoruz. Bu duruma en uygun tanımı yine Bebel yapıyor; Bebel kadınların özgürleşmek için attığı her adıma karşılık erkek cinsinin elindeki iktidarı kaybetmemek adına verdiği tepkiyi, erk-eği “… Karanlığın egemen olduğu her yerde bulunan ve kendileri için rahatlatıcı karanlığa, bir ışık huzmesi düşer düşmez korkuyla haykıran baykuş cinsidir” (Kadın ve Sosyalizm syf:39) şeklinde tanımlayarak ortaya koyuyor. Sosyal, toplumsal ve ekonomik olarak kadınların yüzyıllardır karanlığa mahkûm edilmesine sebep olan ataerkinin eline “iktidar”ı vererek kendi bekasını sağladığı erk-ek, bugün kadın mücadelesi ile yaratılan ışık huzmesinin giderek yaygınlaşarak tüm hayatı aydınlatmasından duyduğu korkuyu açığa çıkarıyor. Elindeki gücü yitirmemek istiyor, özüne dönüşün ona kazandıracaklarını görmezden geliyor. Baykuş karanlığa alışsa da, o karanlığı korumak için elinden geleni yapsa da yaşamın tamamen aydınlanması kaçınılmazdır. Kadın mücadelesi, ödediği pek çok bedel ve kazanmış olduğu deneyimlerle beraber yarattığı ışık huzmesini yaşamı sarmalayacak bir aydınlığa dönüştürüyor artık. Baykuşlar korkuyla sağa sola saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!

 

Özgür Gelecek muhabiri Aslı Ceren Aslan

Urfa 2 Nolu T Tipi Hapishane

38471

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Sayfalar