Pazartesi Mayıs 6, 2024

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

İslamcı faşist diktatörlüğün arakasında, bazıları çekimser gözüksede, hemen hemen bütün sermaye kesimleri var. Kapitalizm koşullarında islamcılık, emperyalizmin neoliberal poltikalarından ayrı düşemez. Tam da emperyalist burjuvazinin istediği karlı bir iştir. 

Çünkü, bütünüyle kitleler susturulmuş, dinle afyonlaştırılarak sersemleştirilip alçaltılmış, biat etmeyen ve baş kaldırıanlar ise devlet teröriyle yok edilmiş ve edilmesinin toplumsal önü açılmış olması ve böylece, kelimenin tam anlamıyla sermaye özgürlüğüne kavuşmuş olur.

ABD ve batılı emperyalistler bunu 12 Eylül Cuntasından beri planlamışlardı. Ecevit’li koalisyon hükümetinin devrilip peşinden AKP’nin hızla iktidara getirilmesi ve ona yüklenen misyon şu anda uygulama halinde olandır.

Erdoğan ve tayfasının Batı’ya, ABD’ye ya da İsrail’e içeride “dayılanması”, emperyalizme biatın perdelenmesi sahnesidir. Onların sıkça kullandıkları deyimle: “fıtratlarında” emperyalizme biat etmek vardır. Onların desteği olmadan ayakta kalmaları, diktatörlüklerini uzun bir üsre sürdürmeleri söz konusu olamaz.

Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesi ve Kürt katliamı ile ayakta kalmaya ve islamcı faşist diktatörlüğünü pekiştirmeyi hedefleyen sermaye kesimi, arkasına böylece CHP ve MHP gibi gerici ve faşist burjuva partilerini de almışlardır. Kürt soykırımı ve Kürtlerin elimine edilmesi konusunda bütün Türk sermaye kesimi hem fikirdir. 

“Laik” kemalistlerin en çok güvendikleri ve “laik” olduklarına inandıkları “Türk ordusu” da islamcıların cihadcı İŞİD rolünü üstlenmiştir. TC tarihinin en kanlı ve kirli işlerinde bu ordu kullanılmıştır. Bugün Kürtlere karşı kullanıldığı gibi...  Bütün sermaye kesimleri bu konuda kanlı bir ittifak kurmuşlardır. 

Burjuvazinin kendi aralarında çelişme olmasına karşın, Erdoğan’a karşı bir alternatif yaratamamışlardır. Esasında böyle bir dertleride ciddi anlamda yoktur. Kendi tarihlerinin en karlı dönemini yaşıyorlar. Sermaye birikimleri son 15 yılda 15 kart artmıştır. Burjuvazi, sermayesinin böyle artışı karşısında bütün diktatörlerin önünde eğilir ve onu cansiperhane korurlar. Marx’ın söylemiyle; böyle bir kar oranıyla yapamayacakları hiç bir pis iş yoktur.

AB’nin kendi burjuva basınında Erdoğan’ın teşhir edilmesi, yine kendi kamuoyuna ve Erdoğan karşısında ellerini güçlendirmek içindir. Borsada dönen paraların %70 bunların elindedir. Oldukça karlı bir iş. Bilinen deyimle, “taş atıp kolları yorulmadan”, az bir sermayeyle gelip yüklü bir sermaye ile gidiyorlar. Emperyalist burjuvazi, “demokratlık” derdinde değil, sermayenin artırılması derdindedir. Onlar, yüzde yüz kar ettikleri bir rejimde, akıllarına asla “insan hakları” vb. gibi, burjuvazinin ilk çıktığı dönemdeki savunuları akıllarına gelmeyeceği gibi, bu tür söylemleri artık kendi önlerinde bir engel olarak görüyorlar.

Burjuvazi ülkeyi daha kanlı bir sürece sürüklediği gibi, kanlı diktatörlüğünü halkın üzerinden bir daha kalkmamacasına bir kabus gibi yerleştirmeye çalışmaktadır. Burjuvazinin aralarındaki çelişmelerden kaynaklı, “kırk katır mı kırk satır mı” politikalarıyla, Erdoğan’a karşı Gül’ü piyasaya sürmeye çalışması ise onun  doğasına uygundur. Halk kendi alternatifinin yaratmadan kendisi, halka yine kendi temsilcilerinden birini alternatif olarak sunmaktadır. Oysa Gül, bugünkü islamcı faşist diktatörlüğün yerleşmesinde Erdoğan’dan sonra ikinci sorumludur. Sermaye, halka, kötü polis rolü oynayana karşı iyi polis rolü oynayan siyasi oyuncuyu sahneye sürmek istiyor.

Ne Yapılmalı?

Burjuvazinin ne yaptığnı açık ve net olarak işçi sınıfı ve emekçilerin gözüne sokmaktadır. İslamcı faşist diktatörlüğün baskıları  artıkça, işçi sınıfına yönelik kölelik yasaları da günden güne ağırlaşmakta ve yasallaşmaktadır. Son olarak “özel istihdam büroları”nın yasallaşması, işçi sınıfının direnme ve birlikte hareket etme olanakları da bütünüyle elinden alınmaya çalışıldığı gibi, böylesine  bir ücretli kölelikle; sınıfın ağır sömürü ve baskı altına alınmasının yasal zemini de yaratılmış oluyor.

Erdoğan ve arkasındaki sermaye güççlerini yıkacak ya da en azından kısa vade içinde geriletecek yegane güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıf bugün bilinen nedenlerle örgütsüzleştirilmiş, geriletilmiş ve kendi içine çekilmesi sağlanmıştır. Bu onun suçu değildir. Bu konuda devrimci ve komünistlere önemli, bir o kadarda kararlı ve militanca görevler düşmektedir. Çok ağır baskı koşulları olmasına karşın, sınıf içinde ciddi örgütlenmeye gitmek ve bunu asla aksatmamak gerekiyor. Legal (ki, bunun koşulları da hemen hemen ortadan kalkmış gözüküyor) ve illegal tüm mücadele ve örgütlenme biçimleri koşullara uygun şekilde geliştirilmeli ve yürütülmelidir.

İslamcı faşist diktatörlüğün esas korkusu: Kendi içlerindeki ayak oyunları değil, işçi sınıfı ve emekçilerden gelecek bir direniştir. Ve onları yıkacak olanda bu cepheden gelecek mücadele olacaktır.

DP ve Menders’e son darbeyi 27 Mayıs Cuntası vurmak zorunda kalmıştır. Çünkü, son yıllarda işçi ve öğrenci ayaklanmmaları başlamıştı. ABD’nin telkiniyle burjuvazi güçlü bir halk hareketinin gelişmesinin önüne geçmek için 27 mayıs 1960 cuntasını getirmiş ve kendi aralarındaki hesaplaşmayı kanlı bir şekilde yapmışlardır.

Bugün de Erdoğan’ı ve arkasındaki sermaye gücünü yıkacak ve tahtından edecek olan işçi sınıfı hareketidir. Sınıf içindeki örgütlenme, ekonomik krizin getirdiği sosyal sorunlarla birleşince, daha hızlı bir şekilde güündeme gelebilir. Erdoğan’ın elindeki tek koz, ordu, bürokrasi ve polis gücüdür. Kürdistan’da PKK’nın geliştirdiği direniş ise, Ordu ve diğer paramiliter güçlerin  ne kadar kof olduğunu bir kere daha göstermiştir. Çünkü işgalci gücün halkın birleşik direnişi karşısnda şansı yoktur.

AKP ve Erdoğan’ın sık sık GEZİ’yi anması boşuna değildir. Erdoğan, en büyük korkuyu o zaman yaşadı. Ve hala o korkuyu yaşamaktadır. O burjuvazinin bütün kanatlarıyla uzlaşabilir, ama işçi sınıfyla uzlaşamaz. Çünkü işçi sınıfının devrimci eylemleri burjuvazinin en temel korkusudur.

Bugün, bütün komünist, devrimci ve demoktar güçlerin ortaklaşa hareket etmesinin zarureti ortadadır. CHP’yi yanına almaya çalışanlar yanılır. Sosyal demokrat partilerin tarihi, en gerici güçlerle işçi sınıfına karşı ittifak kurduklarının gerçeği ile doludur. En yakın ve bariz örneği Nazi Almanya’sıdır. Alman SPD’si, Komünistlere (KPD) karşı nazileri açıktan desteklemişlerdir. Naziler, SPD’nin desteği ile komünistleri ezdikten sonra, geride kalan SPD’yi de biçmiş ve kapatmıştır. Bu nedenle CHP üzerine siyaset üretmek isteyen küçük burjuva demokratların bu sınıfsal tutumdan ders çıkarmaları gerekir. Liberal burjuva demokratların dahi CHP’den kestikleri umudu, küçük burjuva demokratların beklemesinin açıklayıcı tek yanı; küçük burjuva sınıfın kendine güveni olmaması gerçeğinde aşikardır.

İslamcı faşizme karşı, “demokrasi, eşitlik ve özgürlük” temelinde bir araya gelinerek her alanda ortaklaşa mücadeleyi öne çıkarmak gerekir. Bu mücadele içinde PKK’yı dışarda tutmaya çalışmak ve onun bu alandaki mücadelesine destek olmamak tam da islamcı faşist diktatörlüğün istediği bir gelişme olacaktır. Çünkü  şu anda islamcı faşist yönetime karşı en büyük demokratik direnişi Kürtler vermektedir. Bazı küçük burjuva sosyal şovenler, islamcılığa karşı gibi gözükürken, devletin milliyetçi-ırkçı yanını okşar bir çizgide durmaları, küçük burjuva sınıf tarihinin tekerrürü gibi sırıtmaktadır. 

İslamcı faşlist diktatörlük, işçi ve emekçilerin tüm direniş umutlarını baskı ve şiddetle kırma yolunu tutmuştur. Kitleler içinde karamsarlığı geliştirmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce sınıfı psikolojik olarak teslim alarak mücadele moralini deformize etmek istiyorlar. Yenilgi dönemlerin en kötü yanı; kitleler içinde karamsarlığın ve yenilgi psikolojisinin egemen olmasıdır. 

Güçleri birleştirip her alanda direnişleri geliştirerek bu yenilgi atmosferi kırılabilir ve kırılmalıdır. İşçi sınıf ve emekçilerin önünde başka seçenek yoktur. İçinde işçi sınıfının olmadığı bir mücadele biçimi demokratik hak ve özgürlükleri kazanıp geliştiremeyeceği gibi, sosyal kurtuluş mücadelesini de geliştiremez. 

Faşist islamcı diktatörlüğün korkusu büyütülmeli ve bu bir gerçek halini almalıdır ve alacaktır! 

43103

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar