Salı Mayıs 21, 2024

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Bu belirleme, toplumsal bir gerçekliğin tarihsel bir sürecinin izidir. İnsanlığın kendini kazanma öyküsü çok eskilere gitsede, özgürlüğünü yitirme öyküsü, ne yazık ki, tarihin daha berilerinde, kadınların, özgürlüğünün elllerinden alınmasıyla başlamıştır. Kadınların, baskı altına alınma tarihi süreci, insanlığın özgürlüğünü yitirme tarihi olarak da okunmalıdır.

Söz konusu tarih, sınıflı toplumlarında başlangıcının da tarihidir. Bu aynı zamanda, toplumun ezen-ezilen diye ikiye ayrılması ve ezen kesim toplumun çok az bir kesimini oluştururken, ezilen ve sömürülen toplumsal kesim ise, toplumun her zaman günümüz söylemiyle, abartısız % 99’unu oluşturmuştur.

Baskı ve sömürü sistemlerinin insan toplumunun yaşamına girmesi, kadınların baskı altına alınmasıyla başladı ve günümüze kadar, çeşitli toplumsal evrelerle devam etmektedir.

Sınıflı toplumların bütün egemen sınıfları, baskıcı ve sömürücü politikalarını sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için, öncelikle kadınların kölleleştirilmesi poltikasını öne çıkarmışlardır. Çünkü, kadın özgürleşmenin simgesidir. Kadınların egemen olduğu toplumsal sistemde, yani, ilkel komünal toplumda, insanlar arasında sınıfsal bir ayrım olmadığı gibi, baskı ve sömürü yoktu, üretim de üleşim de kollektifti. Bu anlamda kadın, sınıfsız bir toplumun ve de insanın özgürleşmesinin bir simgesi olarak gelmiştir. Kadının baskı altına alınması ve erkek egemen sistemin hakim hale gelmesi, genel toplumsal baskıcı ve sömürücü sistemin devamını sağlamak için de önemli bir ideolojik ve politik araç olarak varlığını sürdürmüştür.

Kapitalist sistemle birlikte kadınlar kısmen özgürlüklerini elde etmelerine karşın, cinsiyet ayrımı ve baskısı ortadan kalkmadı. Burjuvazinin ödenmemiş emeğe el koymak için işçiye gereksinimi vardı. Bu nedenle de kadını ucuz işgücü olarak kullanmayı esas aldı. Kadının “özgürlüğü”nden söz eden burjuvazi, kadının özgürlüğünde de riyakarlığı elden bırakmamıştır. Ancak, kadın proleterleştikçe ve de sınıf mücadelesi içinde yer aldıkça özgürleşmesinin ideolojik ve pratik ufukları da açıldı.

AKP ve T. Erdoğan’ın kadınlar üzerine yüklenmeleri, ideolojik, siyasal, psikolojik ve pratik baskıları kadınlar üzerinde yoğunlaştırmaları, kadınların köleleştirilmesi için yoğun çaba harcamaları, bir üst paragraflarda  kısaca anlatılanlarla direkt bağlantısı vardır. Özellikle faşist diktatörlerin ilk baskı kuracağı ve daha geniş kitleleri etkilemenin yolu; kadınlar üzerindeki geleneksel tarihsel baskıları arttırmak ve onları bir cendere içine ya da kara çarşafın içine sokmaktır. AKP iktidarının ömrü, kadınlar üzerinde baskıların arttırılması ve sürdürülmesiyle doğru orantılı olarak devam edecektir. Bu nedenle de, ne kadar çok kadın kara çarşafa belenirse, iktidarda kalma oranları da o denli uzayabilecektir. 

Burjuvazi, her zaman kitlelerin en geri yanlarına hitap etmiştir. Kitlelerin en geri kesimlerinin ilkel duygularını okşamanın en önemli ideolojik araçlarından biri, kadınlar üzerinde yürütülen gerici politikalardır. Sömürü ve baskı sisteminin ağırlığı altında bunalmış kitlelerin, kendi kurtuluşlarını kadının daha fazla baskı altına alınmasında gösterilmesi siyaseti, ne yazık ki olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle de bu politikalar “din” maskesi altında sürdürülmesi, geri kesimleri içinde azımsanmayacak bir taraf bulabilmektedir. 

Kadın üzerinde baskılar, islam ülkelerinde, “kadınlar örtünmezse –yani, kara çarşafa gömülmezlerse- günaha gireriz”, “bütün kötülükler açılan kadınlardan geliyor” vb. ilkel ve bayağı propagandalar, geri kitleleri oldukça etkilemektedir. Burada, sorun “açılma-kapanma” ikilemi içinde gösterilmek istense de, esas olarak kadının köleleştirilmesi, evde erkeğe, fabrikada patrona ve devlete bağlı olmasını ve boyun eğmesini sağlamak amaçlıdır.  Evde kadının köleleştirilmesi, erkeğin (işçinin) de düzen karşısında köleleştirilmesini ve boyun eğmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratmaktadır. 

Bu anlamda, Marx ve Engels’in belirttiği gibi; “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır”

Diktatör artığı faşist Erdoğan’ın, “Öğrenci evleri fuhuş yuvası” vb. sözlerle gençliğe ve esas olarak da kadına yüklenmesinin amaçları çok açıktır. Kadın özgürlüklerin simgesi ise, gençlik ise dinamizmin, baş kaldırının ve boyun eğmemenin sembolüdür. Kadın baskı altına alınca, iktidarın ömrü uzar, geneçlik din afyonu ile bunaltılınca, baskı ve sömürü sistemine karşı devrimci baş kaldırılarıların ivmesi de düşer. Kadınların teslim almak isteyen sistem, gençliği de teslim alarak onları da din afyonuyla uyutarak, düzenin çıkarları için kelle avcıları haline getirmek istiyor.

Bugün Türkiye’de, Türk devleti eliyle kadının kara çarşafın içine adım adım sokulması, baskı ve sömürü politikasının daha da ağırlaştırılmasından, sınıfsal baskının katmerleştirilmesinden ayrı ele alınamaz. Bu bir sınıfsal baskıdır. Sadece tek bir cinse uygulanan baskı değil, tüm ezilenler üzerindeki baskı ve sömürünün arttırılması ve var olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesidir. Bu anlamda, “türban bir hak” değildir. Burjuvazi, türbanı “bir özgürlük aracı” olarak göstermeye çalışıyor. Oysa, Türban ile “din özgürlüğü” aynı şeyler değildir. Türban, dinici bir burjuva iktidarının siyasal simgesi haline getirilmiş, daha özelde ise kadının köleleştirilmesinin açık bir ifadesi yapılmıştır. Bu nedenle, türbanın “özgürlükle” ilgisi olmadığı gibi, tersi bir işlevi vardır. Gericiliğin simgesidir. 

Komünistler için özgürlük karşıtı bir simgenin “özgürlük” adı altında savunulacak bir yanı olamaz. Dini duygularından dolayı türban takan kadının türbanı zorla çıkarılmaz, ancak, onun türban takmasının savunulacak bir yanı da olamaz. Din, özgürleşmenin bir aracı olmadığı gibi, türban’da “özgürlüğün” bir simgesi değil, kadını hiçleştirmenin ve aşağılamanın simgesidir. Esas olan budur ve buna karşı tavır alınmalıdır. Ve egemen sınıflar, dini, kendi egemenlik aracı için kullanıyorsa, bunun “masumane” bir yanı olamayacağı gibi, bunun simgelerini “özgürlükler kapsamı” içine sokmak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek demektir.

 Türk devleti, kurulduğu günden beri  Sünni kesimlere büyük bir destek vermiş, devlet dini olarak sünniliği tercih ederek, diğer din ve mezhepten olanlara baskılar uygulamış, yasaklamalar getirmiş, katliamlar gerçekleştirmiştir. Bugün ise bu daha açıktan yapılıyor. “Dini özgürlüğümüzü yaşıyamıyoruz” vb. gibi aldatmacalar, egemen sınıfların AKP aracılığıyla, kadınlar üzerinden ezilen kesimleri (işçi ve emekçileri) daha büyük bir baskı altına alma ideolojik ve siyasal yönlendirmeleridir.

Bütün tek tanrılı dinler, kadınların köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir ve  buradan hareketle de bütün ezilen sınıfları baskı altına tutmanın aracı haline getirilmiştir. Bütün egemen sınıflar da, (burjuvazi de dahil) bunu esas almıştır. 

AKP, dini kullanarak kadınlar üzerindeki baskıları artırırken, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların arttırlmasının siyasal ve ideolojik aracı ve önemli bir basamağı gördüğü için bu politikayı izliyor ve egemen burjuvazi de buna destek oluyor. Kadınlar üzerindeki bu baskı, “din” kisvesine büründürülmüş sınıfsal bir baskıdır. İşçi sınıfının köleleştirilmesi siyasetinin en ağır bir şekilde sürdürülmesidir. Bu nedenle de kadınların özgürlük mücadelesi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamaz. *** 9.11.2013

 

98207

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Basel ve Londra'da kitlesel ve çoşkulu Kaypakkaya anması!

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. Yılında İsviçre’nin Basel şehrinde kitlesel ve çoşkulu bir geceyle anıldı.

„Mutlaktır Ülkemizde Devrim, Bir İşaret Fişegidir Kaypakkaya!“ sloğanıyla Avrupanın 5 ülkesinde organize edilen anma etkinliğinin biride, 18 Mayıs 2014 tarihinde 1000 yakın bir kitle ile İsviçre’de gerçekleştirildi.

Wupertal'da kitlesel Kaypakkaya anması

17 MAYIS 2014 TARİHİNDE ALMANYA’NIN WUPERTAL ŞEHRİNDE KİTLESEL BİR KATILIMLA GEÇEKLEŞTİRİLEN GECEDE KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA ANILDI.

Leyla Erbil:"Seni anlatabilmek seni"...

“Gerçek değer,gelmesi boşluk dolduran değil,gitmesi boşluk yaratandır.”[1]

 

“Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce...” 

“Ben sadece sesli düşünüyorum, yani yazarak…”

“Ben yazarların neyi nasıl kotardıklarını çok düşünürüm, cümleyi neden kurduklarını, neye özendiklerini, neyi yinelediklerini ve ‘kendi’ kıldıklarını,” diyen O; ‘Tuhaf Bir Kadın’ın yazarıydı; 82 yaşında hayata veda etti.

Edebiyatın saygın yazarlarındandı; öncü romancılığıyla edebiyat dünyasını derinden etkileyen Leylâ Erbil’i 29 Temmuz 2013’de yitirdik.

Yazarlar da Dedikodu Yapar

Neyse falın çıksın halin.

Duymak istediklerinizi söyleyip alkış almasını da bilirdim.

Demek gelmeseler de sormasalar da bu şehirliler sizin şehirliler.

O köprünün altında çok sular aktı.

 

Ben anlatayım da siz dinleyin kitleselleşemediği halde kitleselleşme teorisiyle hareket eden şehirlilerin savruldukları halleri.

Kuş bakışı teori.

Her zaman uçan şehirli olmak isterdim.

Gökyüzünde uçmak.

Dünyanın geotliği nedeniyle yazarların bi türlü düz kağıda aktaramadığı köyleri, kasabaları, şehirleri, ülkeleri... görmek isterdim.

TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı

Elimize e-mail yoluyla ulaşan  imzalı açıklamaya göre;

TİKKO gerillaları 14 Mart tarihinde Dersim-Çemişgezek İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne roketatarlı saldırı düzenlenmiştir. Haber değeri taşıdığı için paylaştığımız açıklamada “Gerilla güçlerimiz tarafından düzenlenen bu saldırı, Gezi ile başlayan isyan sırasında başından vurularak hastaneye kaldırılan ve dokuz ay boyunca yoğun bakımda kaldıktan sonra 11 Mart tarihinde ölümsüzleşen Berkin Elvan'ın katledilmesine misilleme olarak gerçekleştirilmiştir” deniliyor.

TKP/ML MK SB-KİMSE KUSURA BAKMASIN; GEBERİŞİNİZ NE “GÜZEL” NE DE “TATLI” OLACAK!

Faşist diktatörlük halka karşı en korkunç suçları işlemeye devam ediyor. Sömürü ve zulmün ölüm makinesi yüzlerce canımıza daha kıydı. Acımız ve öfkemiz büyük, yasta değil isyandayız…

Sarsıldıkça, darbe aldıkça, saltanatlarını koruma kaygısı büyüdükçe zalimleşen, en aşağılık yöntemlere başvuran, kitlelerin direniş ve isyanına kudurmuş biçimde saldıranlar, kanlı çarklarını döndürmek için var güçleriyle yükleniyorlar.

Kaypakkaya'yi Savunmak Dünya Proleter Devrimini Savunmaktir

Kaypakkaya'yi Anarken;

Kaypakkaya'yi sadece iskencede direnmek, ser verip sir vermemek ilkesi ile anmak, onun bu yonunu one cikarmak, Kaypakkaya'yi kucultmek, onu kavramamak demektir.

Kaypakkaya sadece ser verip sir vermemek, dusmana teslim olmamak ilkesi degil, o ayni zamanda;
-Proleter dunya devrimine baglilik ilkesidir
-Halka guven esas ilkesidir
-Proleteryanin felsefesi Marksizm-Leninizm-Maoizme baglilik ilkesidir

TKP/ML MK- Bugüne rehber, geleceğin müjdesidir Kaypakkaya

BUGÜNE REHBER, GELECEĞİN MÜJDESİDİR KAYPAKKAYA!

“Dibinde bir ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.” (Sabahattin Ali)

Kaypakkaya yoldaş devrimin olanağı ve iradesidir!

İşçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi sonucu sadece devrimci bir önderini ve öncüsünü kaybetmedi aynı zamanda muazzam düzeyde aydınlatıcı bir proleter ışığını da kaybetmiş oldu.

Onun kaybıyla oluşan düşünsel-politik boşluk, bütün ağırlığıyla demokratik halk devriminin önünde durmaktadır. Unutmamak gerekir ki; devrimin önderleri ve öncüleri kolay ve çok sayıda yetişmez. Sınıf savaşım tarihi emekçilere devrimin önderlik olanağını yaratma fırsatını her zaman kolay ve rahat bir şekilde sunmaz.

Soma Roboski'dir

Soma işçi katliamı bir defa daha gösterdi ki, bu düzenin Tanrısı paradır. Söz konusu olan paraysa, insan hayatının bir sinek kadar bile değeri yoktur. Düzenin kanunlarına göre para; onur, şeref ve haysiyet gibi insani vasıflardan kat kat üstündür. Bu düzenden beslenen vampirler para için her türlü rezilliği mubah görmektedirler. "Tek vatan, tek millet, tek bayrak," diye diye halkı tavuk gibi yolmakta, devlet imkânlarını kullanarak halkın cebinden parmak ısırtan zenginliklere sahip olmaktadırlar.

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Sayfalar