Perşembe Mayıs 30, 2024

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz. Ülke özgülünde kuramcısı olduğu teorik hattın bizzat kendi pratiğindeki tutarlılığından biliyoruz.

Kaypakkaya aynı zamanda muazzam tahlil yeteneği ile öne çıkıyordu. Bu tahlil yeteneğini kendisine “devrimciyim, ML’yim” diyenlerin dahi etkisinde kaldığı, hiç kimsenin laf dahi söyleyemediği Kemalizm’i tahlil edişinde görebiliyoruz. Kaypakkaya’ya “Çin’i taklit ediyor” şeklinde getirilen suçlamaların ne kadar asılsız olduğunu, bu tahlil yeteneği ve vardığı sonuçtan dahi çıkarabiliriz. MLM’nin en temel ilkesi “somut koşulların somut tahlili”, Kaypakkaya’nın hayatı ve mücadelesinin her alanında hakimdir. O çokça bahsedilen MLM’nin evrensel kuralı “somut koşulların somut tahlili”nden yola çıkmasının sonucudur ki, ülkenin tarihini, mevcut durumunu ve bu duruma uygun devrimin yolu ve hedeflerinin belirlenmesini görürüz İbrahim Kaypakkaya’da.

Kaypakkaya’da somutlanan bu durum elbette onun Marksist okumalarının ve bir birikimin sonucudur… Ama diğer taraftan bu konuda onu var eden coğrafya, o coğrafyada var olan sınıfsal çelişkiler ve toplumsal koşullardır.

Kaypakkaya, doğup büyüdüğü coğrafyada devrimci olan halk kültürünü, üretim ilişkileri içerisinde bizzat bulunarak içselleştirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nu kazanır. Hasanoğlan… Halk ozanı Aşık Veysel’in, Sabahattin Ali’nin, Ruhi Su ve daha nicelerinin eğitmenlik yaptığı yer. Kaypakkaya burada mandolin çalmaya başlar. Sadece mandolin değil aynı zamanda mani okumaya da başlar. Şiirler yazar ve daha sonra da keman çalmaya başlar.

Köye geldiğinde babasıyla birlikte çift süren, tırpan biçen çocuk Kaypakkaya’yı görüyoruz. Köyde insanların toplandığı yerde herkese selam veren, orada çobanlık yapan, köyün en gariban kişinin elini öpen Kaypakkaya… Köylüler bu durumu yadırgayıp babasına şikayet ediyorlar Kaypakkaya’yı… Kendisine sorulduğunda çoban için “Yalan bilmiyor, hile bilmiyor, hırsızlık bilmiyor, kimseyi kandırmıyor, kendi emeğiyle köylülerin hayvanlarını güdüyor ve onunla karnını doyuruyor” diye cevap veriyor. Onun hayatına baktığımızda en yoğun mücadele süreçlerinde bir elinde silahı varken diğer yandan da her fırsatta şiir yazan, kültür sanat ile ilişkisini sınıf mücadelesiyle ortaklaştıran bir yan görürüz. En yoksul öğrencilik günlerinde dahi ceplerindeki son para ile dönemin edebiyat dergilerini alıp okuduklarına dair anlatıları hepimiz okumuşuzdur. M.Oruçoğlu “Kaypakkaya: Akıl ve Aksiyon Duygusu” isimli kitabında onlarca örnek verir İbo’nun şiir sevgisine.

Edebiyat dergilerinde ben öncelikle metinleri, ayrıntılardaki latifeyi okurdum. O, şiirleri, şiirler içinde de öncelikle ilgisini en çok çeken şairlerin şiirlerini okur, kalemle altlarını çizer, işaretler kor, notlar düşerdi. Okuduğu dergilerin boş sayfalarına o anda içine doğan dizeleri de yazdığı olurdu.” (s. 164)

Sanıyoruz bu, bir miras yarattı. Kendisinden sonra gelen kuşağa baktığımızda Partizan geleneğinde bu halkçı yanı ve kültürel şekillenişi görmek mümkün. Mücadele ve sanatsal çalışmanın paralelliği… Süleyman Cihan’ın öğretmenlik yaptığı yıllardan başlayarak bağlama çalıp türküler söylediğini görebiliriz. Hasan Hakkı Erdoğan’ın üretkenliğini, şiirlerini ve türkülerini biliriz… Özellikle “Gulasor” adlı şiirine birçok insan aşinadır. Nisan Yayımcılık tarafından Kasım 2022’de yayımlanan Nubar Yalımyan’ın mektup ve şiirlerinden oluşan kitap da Nubar’ın şiirlerine ulaşmamızı sağladı.

Halk Ordusu saflarında savaşan birçok savaşçının bir elinde silahı diğer elinde sazı eksik olmaz. İsmail Bulut buna en uygun örnektir. Yaptığı Zazaca besteler, söylediği eserler bugün hala söylenmektedir. Bu gelenek Garip Şahinleri, Ozan Emekçileri, Ozan Rençberleri bizzat savaşın içinde şekillendirmiş, devrimci sanatı üretmiştir.

İşte bu geleneğin bildik son temsilcilerindendir Yetiş Yalnız. Bahsi geçen bu yığınla birikim ve zenginlikle çocukluk yıllarda tanışmış, içinde büyümüş bir devrimci. Bütün bu geleneğin mirasından beslenmiş, sonra üretmiş ve mücadelesine yansıtmıştır. Halk Ordusu’na katıldıktan sonra kültür-sanat alanındaki bütün birikimini cömertçe yoldaşları ve halk ile paylaşmıştır. O, Dersim dağlarında tıpkı kendisinden önceki ardılları gibi, savaşta ölümsüzleşmiş, yoldaşlarından aldığı mirasla, bir elinde bağlama bir elinde silah hem kavga etmiş hem de kavga ezgilerini söylemiştir.

Tıpkı Kaypakkaya gibi tahlil ve gözlem yeteneğini kullanarak sayısız eser üretmiştir.

Bugün bu eserler belki de sadece dar bir çevre tarafından bilinmektedir. Fakat bizler mücadeleyi büyüttükçe onun yani geleneğin son savaşçı ozan temsilcisi Yetiş Yalnız’ın ürettiği ve mücadeleye kattığı değerler daha da görünür olacaktır.

2455

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Özgür Gelecek

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar