Pazartesi Mayıs 20, 2024

“Kerdoğan”“Herdoğan”

TARİHLERİ KATLİAM, GÜNLERİ KAN! HESAP VERECEKSİN DİKTATÖR

Bilindiği üzere “Ker” Kürtçede eşek demektir. “Kerdoğan” tabirini Kürt halkının yer yer eylemlerinde Faşist TC Başbakanı Erdoğan'a göndermesi olarak rastlamaktayız. Aynı göndermenin Almanya'da faşist Hitlere gönderme yaparak “Hei Hitler” anlamında “Herdoğan” olarak afişlere yansıması, kitlelerin yaratıcılığı göstermenin yanında, kitlelerin Erdoğan'ı bilinçlerinde nasıl kodladıklarını da göstermesi açısından anlamlıdır. Kürtler an itibariyle faşizmin kendilerine dayattığı politikalara tepki olarak ona “eşek” demektedir. Yurtdışındaki göçmen emekçiler ve politik mülteciler ise daha doğrudan bir ifadeyle onu faşist Hitlere benzetmektedirler.

 

Gezi İsyanı'ndan günümüze geçen bir yıllık süre içinde yaşananlar kitlelerin bu yargısını fazlasıyla doğrular niteliktedir. Ancak belirtmek gerekir ki günümüzde kimi çevreler, (kendilerini “sol” olarak tanımlayan ama faşist oldukları kuşku götürmeyenlerin dışında) “AKP faşizmi” adı altında bir tanımlama yapmaktadırlar.

Bu kavram an itibariyle kitleri somut bir hedefe yönlendirmek açısından doğru gibi görünse de, AKP öncesi dönemi aklayan, önceden faşizm yokmuş, bu ülkeye faşizm Erdoğan'la gelmiş gibi bir algı oluşmasına da hizmet etmektedir. Bu kavrama bir de son yılların “liberal aydın” tayfasının “artan toplumsal kutuplaşma” minvalli yazıları ve uyarıları eklenince, sanki günümüzde faşizm AKP ve hatta sadece Erdoğan'la özdeşleştirilmektedir. Bunun doğru olmadığı açıktır.

 

Çok uzağa gitmeden Gezi İsyanı’ndan günümüze yaşananları, “toplumsal kutuplaşma” ya da en iyi tanımlamayla “AKP faşizmine” bağlayanlar, AKP öncesi benzer uygulama ve politikaları açıklamakta zorlanırlar. TC devleti tarihi boyunca, kısa sürelide olsa üç dönem hariç hiç bir zaman demokratik bir özellik göstermedi. Bununda nedeni hakim sınıfların demokratik olmaları değil, kitle hareketinin iktidarlarını zorlamasından kACaynaklı, hareketi denetim altına almak için verilen tavizler nedeniyle, faşist uygulamalarında kimi esnemeler gerçekleştirmesiyle yaşanmıştır. Kısacası kuruluşundan günümüze kadar TC'nin üzerinde yükseldiği zemin faşizmdir.

 

Dolayısıyla TC devleti, AKP iktidarıyla faşistleşmemiştir. AKP faşizmi tezini dillendirenler gerçekte, AKP öncesini aklamakta ve hatta bu politikalarıyla AKP'nin eline koz vermektedirler. T. Erdoğan'ın her fırsatta, “Cehape zihniyetine ve uygulamalarına” çakması boşuna değildir. Çünkü halk kitleleri kendi tarihsel pratiklerinden de çok iyi bilmektedir ki, bu devlet AKP öncesinde de kendisine zulüm olarak, faşist baskı ve katliamlar olarak görünmüştür.

 

Faşizmin halka saldırısının tarihselliği, boyutu ve hemen hemen her kesimi hedefleyen pratiği, bugün halkımızın kendisini “Müslüman” olarak, “dindar Kürtler” olarak vb. vb. tanımlayan geniş bir kesimin T. Erdoğan'ın arkasında saf tutmasının arka planını oluşturmaktadır. T. Erdoğan boşuna “yeni Türkiye”den bahsetmiyor. Çünkü halkımız “eski Türkiye”nin kendi hayrına olmadığını yaşadığı pratikten çok iyi biliyor. Halk düşmanı T. Erdoğan, çok iyi bildiği bir işi yaparak, geçmişte halka yönelen faşist terörü, kendi terörünü meşrulaştırmak için başarıyla kullanıyor! Mağduriyet tezgahtarlığına soyunup pazarlama yapıyor.

 

K. Kılıçdaroğlu yaşanan pratiklerden hareketle T. Erdoğan'a haklı olarak “diktatör” demektedir. Belki de tek doğru söylediği şey budur ama bunu da çarpıtarak yapmaktadır. Evet, T. Erdoğan kuruluşundan günümüze kadar faşist bir niteliğe sahip TC devletinin başbakanı olarak faşist bir diktatördür. Ama T. Erdoğan'ı faşist yapan, onun yönettiği devlet aygıtının faşist karakteridir. T. Erdoğan'ın fıtratındaki faşistlik, TC'nin geleneksel yapısıyla tencere kapak olmuştur.

T. Erdoğan'a diktatör diyen Kılıçdaroğlu'nun çözümü nedir? “Korkmayın Cumhuriyet var, demokrasi var”(!) Yani demek istiyor ki Kılıçdaroğlu, “Tayyip diktatör ama demokratik Cumhuriyet var”(!) “Devleti diktatörden kurtarmak” gerekir vb. vb. Kısacası nereden bakarsanız tutarsızlık, nereden bakarsanız ahmakça!

 

Gezi'den beridir iktidarın artan bir şekilde en ufak bir hak arama talebine yönelik azgın faşist saldırısını, “AKP faşizmi” olarak tanımlayan başta ana muhalefet partisi olmak üzere çeşitli çevrelerin, Kemalist faşizmi aklamaya hizmet eden bu tanımlamaları geçmişe yönelik bir itirafı da içeriyor aslında.

Çünkü bugün yaşananları faşizm olarak adlandıranlar, AKP öncesi yaşananları, Cumhuriyetin 90 yıllık tarihini nereye koyacaklar! Denilebilir ki AKP'nin artan faşist saldırıları, tek bir şeye yaramıştır: Eskiden Türkiye'nin faşist olduğunu ve dolayısıyla, illegal mücadelenin ve silahlı mücadelenin temel alınması gerektiğini söyleyenlere “uzaydan gelen” muamelesi yapan, “dogmatik”ler ve “marjinal gruplar” olarak saldıranlar, bugün o “marjinal”ler ile aynı söylemde buluşmuşlardır!

Hakim sınıfların bir kliğinin temsilcisi Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, bir kısım çevrenin T. Erdoğan'ın diktatörlüğünü dillendirmeleri, “AKP faşizmi” kavramını ileriye sürmelerinin nedeni, kitlelerin son bir yıldır artan bir şekilde düzen dışı eğilim içinde bulunmalarıdır. Kitlelerin mücadelesi ve basıncı, faşizmin baskısıyla birlikte, bu çevreleri, kitlelerin tepkisini düzen içinde tutmayı amaçlamasını getirmektedir. Bir nevi bu söylemlerle “gaz” alınmaktadır!

Çünkü Gezi'den beridir toplumsal yaşamın somut pratiği, bir kez daha ve bir kez daha ülkemizde silahlı mücadelenin gerekliliği dayatmaktadır. Kendisine karşı gaz bombası atan polise, bombası iade edilmekte, TOMA'ların saldırısı taşlarla, molotoflarla ve barikatlarla yanıtlanmaktadır. Faşizmin halka silahla saldırısı ise silahla yanıtlanmaktadır. Gezi'den itibaren faşizmin halka saldırısında ona yakın genç katledilmiş, onlarca insan kör olmuş, binlerce insan yaralanmış, yüzlerce insan tutuklanmıştır. Gelinen aşamada barikat başlarında, sokaklarda mücadele içinde olan kitlelere faşizme karşı mücadelenin nasıl olması gerektiğini sorduğunuzda size doğru yanıtı vereceklerdir.

 

Halkımızın sokaklara çıkan, barikat başlarında yer alanların önemli bir kesimi kendisine karşı yönelen faşist devlet terörüne yönelik devrimci şiddetle yanıt vermenin gerekliliğine her geçen gün daha da inanmakta, görmekte ve bilince çıkarmaktadır. Fikirler bilinçlere eylemlerle yerleşmektedir. Sokağa çıkan, en küçük hal talebinde bulunan halk kitleleri devletin faşist yüzünü görmektedir. Faşist şiddetle yanıtlanmaktadır.

Faşist şiddete karşı mücadelenin şiddeti içeren yöntemlerle olması gerektiği sokaklardaki halkın bilincinde yer etmiştir. Çünkü faşizme karşı mücadele ise, doğal olarak, -eğer gerçek bir mücadele verilmek isteniyorsa,- şiddeti de içermek zorundadır. Çünkü eğer bir ülkede diktatör varsa, faşizm varsa orada, demokrasi ve özgürlük için mücadelenin yolu bellidir. Tarihte bunun örnekleri vardır. Hiçbir diktatörlük oyla, sandıkla yıkılmamıştır!

 

“Eski Türkiye”den “Yeni Türkiye”ye: Çözüm!

Faşizm sadece şiddet araçlarıyla saldırmamaktadır. Aynı zamanda yoğun bir ideolojik, politik, kültürel saldırı içindedir. Bunun örnekleri devletin ideolojik aygıtları vb. bağlamında çoğaltılabilir. Halkın faşist zulme isyan etmemesi için her yol kullanılmaktadır. Bu, bir yandan şu an iktidarı elinde bulunduran hakim sınıf kliği için geçerli olmakla birlikte, diğer yandan muhalefette olan hakim sınıf kliğinin politikalarıyla da sürdürülmektedir. Amaç düzenin, devletin bekasıdır!

 

Şu an iktidarı elinde tutan hakim sınıf kliğinin kendisini meşrulaştırma argümanlarından biri olarak “yeni Türkiye” söylemi kullanılmaktadır. Faşizmkendisini savunmak için “eski” Türkiye'ye gönderme yapmaktadır. Oysa halkımız açısından kimi nüanslar dışında değişen bir şey olmadığı ortadadır. Kemalist faşizmin artık iyiden iyiye sürdürülemez olan kimi politikaların değiştirilmesi bize “devrim” olarak sunulmaktadır! M. Kemal'in “efendiler bu şapkadır” söylemi ve pratiği ile T. Erdoğan'ın “ah benim başörtülü bacılarım” söylemi ve pratiği çok uzak değildir. Bunun nedeni her iki gericiliğin üzerinde yükseldiği temel aynı olmasıdır.

 

Bu nasıl “devrim”dir ki “eski” Türkiye'de de çocuklar ve gençler bombayla, kurşunla katlediliyordu, “yeni” Türkiye’de gençler kafasından kurşunlanıyor, gaz bombasıyla ya da odunla döve döve öldürülüyor? “Eski” Türkiye'de çocuklar katlediliyor, işkence ediliyor, tutsak edilip tecavüze uğruyorlardı. “Yeni” Türkiye'de de çocuklar aynı muameleye maruz kalıyor.

Pozantı Hapishanesi'nden Sincan Hapishanesi'ne çocuk işkenceleri ve tecavüzleri hatırlansın! Daha “15'inde bir fidan Berkin Elvan”ın kanı yerde duruyor. Özellikle Kürt çocuklarına bu zulmü reva görenler, bu çocuklar dağlara çıkınca feryat figan ediyorlar. Hatta hızını alamayan kimi gazetelerin iddiasına göre; “ilaçla uyutup kaçırıyorlar.” (Akşam 28.05.14) Bu gazeteci müsveddeleri çalışırken ne içiyorlar bilemeyiz ama “milli içecek” ayran içmedikleri kesin. Ancak ve ancak faşist bir kafa böyle iktidar yalakalığı yapabilir, böyle manşetler attırabilir.

 

Ama daha da “anlaşılır olan”, sağcısıyla “solcu”suyla bütün basının, ya da daha doğru ifadeyle Türk hakim sınıfların hepsinin dağa çıkan Kürt çocukları konusunda aynı refleksi göstermeleridir. Aydınlık, Akit, Akşam “haberciliği”nin, AKP ile MHP ve CHP'nin dağa çıkan Kürt gençleri hakkında aynı çizgide buluşması tesadüf değildir. Hakim sınıfların dağa çıkan Kürt gençlerinden korkusu sebepsiz değildir. Çünkü onlar açısından asıl tehlike dağda elde silahla dolaşan gençlerdir. Ve bu isabetli bir korkudur! Sınıfsal içgüdüyle ilgilidir.

Kürt hareketinin her ne kadar “çözüm süreci” adı altında, silahları çalıştırmaması ve bu anlamıyla, hakim sınıflar açısından an itibariyle somut bir tehlike oluşturmaması, kaldı ki Öcalan'ın “silahlı mücadele döneminin kapandığı”nın ilan etmesine rağmen, silahlı güçlerin varlığı ve üstelikte halen dağa çıkışların yaşanması, TC devletini bütün klikleriyle birlikte rahatsız etmektedir. Çözüm süreci denilen ama ulusal hareket dışında devletin adım atmadığı ve hatta askeri yapılanması başta olmak üzere pek çok alanda kendi konumunu güçlendirdiği bir aşamada, Kürt gençlerinin dağa çıkmasına yönelik örgütlenen karşı devrimci psikolojik kampanya, bize faşizmin neden çekindiğine ve dolayısıyla devrimi hedefleyen bir gücün nereden yürümesine gerektiğine dair fikir vermektedir. Faşizm neye saldırıyorsa orada bir doğru vardır!

 

Aslında günümüzde silahlı mücadeleyle siyasi mücadeleyi ayrı yerlere koyan anlayışlar vardır. Bu algının oluşmasında, faşizmin ve onun yeminli kalemşorlarının payı olmakla birlikte, bizzat Kürt hareketinin ve Öcalan'ın payı vardır. Kürt hareketi önderliğinin girmiş olduğu süreci politik olarak meşrulaştırmak için, “silahlı mücadele döneminin bittiği, siyasi mücadele döneminin başladığı”ndan ve bunun içinde faşizmin “siyasal mücadelenin önünü açması” gerektiğinden bahsedebilmektedir.

Oysa bu hareket 30 yıllık tarihinde silahları konuşturarak siyasi mücadele yürütmüştür. Şimdilerde silahlı mücadeleyi bu şekilde propaganda etmesi ve siyasi mücadeleyle karşı karşıya getirmesi onun andaki politik yönelimiyle uyumludur ve pek tabi ki doğru bir ele alış değildir. Yarın silahların kullanılması kendisini dayattığında bu teorik tespitlerin faşizmin elinde güçlü argümanlar olarak kullanılacağı, geçmiş dönem derslerinden fazlasıyla tecrübe edilmiştir. Ki bu ülkede faşizm yerle bir edilmediği sürece, silahların konuşacağı mutlaktır. Kürt hareketi de yaşamın bu gerçeğinden kaçamayacaktır.

Silahlı mücadele ile siyasal mücadelenin birbirinden kopuk ve ayrı şeyler olmadığı, silahlı mücadelenin bizzat siyasi mücadelenin kendisi olduğu ve bunun yanında diğer mücadele biçimlerini yani barışçıl eylemleri ve örgütlenmeleri reddetmediği son derece açıktır. Öte yandan belirtmek gerekir ki silahlı mücadele demek sadece İstanbul'un bazı mahallelerinde silahlı A/P yapmak değildir.

Bu tarz bir pratik değerli olmakla birlikte, silahlı mücadele denilince asıl kavranması gereken halkanın kırlık bölgelerde gerilla savaşını güçlendirmek olduğu unutulmamalıdır. Bilinmektedir ki ülkemizde Kürt ulusal hareketi dışında komünist hareketin gerilla gücü bulunmaktadır. Bu durum çok önemli bir tarihsel olanağa işaret etmektedir. Yani ülkemiz sınıf hareketi akacak bir mecraya sahiptir. Dolayısıyla kitlelerin haklı ve meşru tepkilerinin, eylemlerinin akacağı mecra bellidir.

 

Bugün eskisiyle yenisiyle faşizme karşı yapılması gerekenler belli olduğu gibi, yapılması gereken layıkıyla yerine getirilmediğinde ne olacağı da yıllar önce ifade edilmiştir: “Bugün kırlık bölgelerde köylü kitlelerinin başına geçip silahlı mücadeleyi örgütlemeyen ve kararlı, tutarlı, azimli bir şekilde yürütmeyen bir komünist hareket, komünist sıfatına layık olamaz ve devrimci kitlelerden tecrit olur. Bugün ülkemizdeki devrimci mücadele çok önemli bir noktaya, silahlı mücadele yolunu tutmayan bir akımın, bunun adı isterse komünist hareket olsun, kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor.” (İbrahim Kaypakkaya,  7-8 Şubat 1972 DABK Kararı, Bütün Eserleri, Umut Yay. S. 447, bold bn.)

96200

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu

Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller

  

TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.

Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!

Güya aydınsın, öyle mi?!

Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?

Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!

'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir


'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir

Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.

Tarihin inatçi aynasi

Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm. 
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Ecdadımız Kayıkları, Biz Gemicikleri Yürüttük

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta ecdadından bahsetmekten geri durmuyor. Yerel seçimlere yönelik bir yatırım olduğu herkesçe bilinen, konunun uzmanlarınca da birçok eksiği bulunduğu iddia edilen Marmaray tüp geçidi milyonların can güvenliği hiçe sayılarak apar topar açıldı. Başbakan açılıştaki konuşmasında da “ecdadımız gemileri karadan yürüttü, iktidarımız da denizlerin üstünden vagonları yürütüyor” dedi.

Din Kardeşligi masali ve türban sovu

AKP meclisteki türbanlı milletvekili şovuyla halkı uyutma yolunda kendisine yakışır bir adım daha atmış oldu. Oysa din, türban ya da özgürlük diye bir dertleri yok. Onlar ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve hizmet ettikleri bu düzenin ezen- ezilen, sömüren- sömürülen çelişkisini halkın gözünden kaçırmanın derdinde. Türbanı bu korkunç düzeni saklamak için bir şal olarak kullanmaktadırlar. Tuhaf olan şu ki, türban takan kadınların çoğu da bu düzenin mağdurlarıdırlar. Ne var ki onlar bunun farkında değil. Biraz düşünseler iyice esaret altına girdiklerini göreceklerdir.

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken …[*]

“Karanlık saatler geldiğinde,

o zamanın insanı da gelir.”[1]

 

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…

Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…

Sayfalar