Salı Mayıs 14, 2024

Kırk Katır Yerine Kırk Satır Ya Da Sosyalizm! (Arif Alıç)

Burjuva kesimlerde, özellikle de Erdoğan iktidarına karşı çıkan burjuva liberaller içinde, sistemin niteliği ile ilgili olmayıp, sistemin biçimsel yönüyle ilgili bir tartışma sürmektedir.

Başını CHP’nin çektiği burjuva muhalefet partilerinin de sorunu, tekelci kapitalist devletin korunması ve sadece hükümetin değişmesi yönündedir. Devletin temellerine yönelik saldırılara, iktidarı ve muhalefetiyle bütün tekelci burjuva partileri karşıdır.

Durum böyle olunca, kimi burjuva liberaller, muhalefeti “muhalefet yapmamakla” eleştiriyor, kızıyor ve sitem ediyorlar. Türk burjuva muhalefetten “demokratik” bir yönelim beklemek, bu muhalefetin niteliğini yanlış analiz etmenin yanında, özellikle de işçi sınıfı ve emekçiler lehine bir siyaset beklemek, eşyanın, yani burjuva muhalefetin sınıfsal karakterine terstir.

Kendilerini “demokrat” olarak adlandıran burjuva liberallerin esas unuttukları nokta, daha doğrusu bilipte söylemek istemedikleri, görmezden geldikleri sorun, sınıfsallıktır. Devletin sınıfsal bir niteliği olduğu, sadece kapitalist sınıfların hizmetinde olduğu, ve devletin tüm kurumlarının bütün kanun ve yasalarının bir avuç burjuvazinin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğu ve çalıştığı, yasaların yine devlete egemen olan bir avuç tekelci burjuvazi için şekillendirildiği gerçeğini bilmelerine karşın, bunu kitlelerden gizleme sahtekarlığıdır.

TC’nin yaklaşık yüz yıllık tarihi, burjuva anlamda demokrasi uygulamalarının öne çıktığı tarihi değil, faşizmin ve  hemen hemen her dönem baskı ve zulmün öne çıktığı bir tarihtir.

 Devletin burjuva demokrasisi ya da faşizmle yönetilmesinden tutunda, ekonomik işleyiş, ekonomik ve siyasi krizler, askeri darbeler, ulusal sorunlar, dinin öne çıkarılması, milliyetçilik,  sosyal şovenizm, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarının yok sayılması, zoraki asimilasyon politikaları, kitleler üzerindeki baskılar, işçi sınıfının sömürülmesi, azınlık milliyetler üzerindeki kırımlar, komünist ve devrimci demokratlar üzerindeki kıyımlar, hayat pahalılığı, işsizlik, adaletsizlik, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi ya da kıstlanması vb. vb. devletin kapitalist niteliğinden kaynaklanmaktadır.

Böylesi bir devlet, işçi sınıfı ve emekçilerin devleti değil, bir avuç tekelci burjuvazinin devletidir. Devlet içindeki çatışmalar, çelişmeler ve iktidar-muhalefet ilişkisi de, devletin olanaklarından yararlanma üzerinde temellenmiştir. Ancak, iktidar ve muhalefet ilişkisi, aynı sınıf içindeki bir ilişkidir. Ve bunların temel argümanları ve yükümlü oldukları sınıfsal görev; kapitalist devletin devamı için işçi sınıfı ve emekçilerin sömürülmesi, baskı altında tutularak yönetilmesinin devamını sağlamak üzerine kuruludur.

Devletin baskıcı, faşist ya da burjuva demokrasisi ile yönetilmesi ise, tekelci burjuvazinin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durumdan ayrı değildir. Tekelci burjuvazi, ihtiyaçlarına göre, devleti yönetme biçimlerinden birinden birini seçreler. Özellikle baskıcı rejimleri önleyecek olan kitlelerin mücadelesidir. Kitle mücadelelerinin gerilediği süreçlerde baskıcı biçimler daha bir öne çıkar.

Son günlerde “Erdoğan sonrası Türkiye” üzerine tartışmalar yapılmaktadır. Özellikle, tekelci burjuvazinin örgütü TÜSİAD’ın 19 Ekim 2021’de yaptığı toplantı ve toplantıda kamuoyuna verilen mesajlar sonrası, bu tartışmalar daha da yoğunlaşmış durumdadır.

Erdoğan sonrası görev,  CHP önderliğinde bu partiyle ittifak kuran diğer burjuva partilere verilmiş gözüküyor. Özellikle CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmek” videosunda söyledikleri üzerine bolca yorumlar yapılmaktadır. CHP’nin bir görevi de; kitlelerin tepkisinin burjuva muhalefetin kontrolü dışına çıkmasını önlemek ve mümkünse sessiz kalmalarını sağlamak. “Sandığı bekleyin” diyerek sus pus oturmalarını istemeleri bundandır. Ancak, kitlelerin bu gerici vaatleri dinleyecek halleri kalmamıştır. Kitlelerin artan protestolarıyla sokaklar giderek ısınacaktır.

Faşist bir diktatörlük altında tüm özgürlüklerini kaybetmiş ve ağır ekonomik bunalım altında olan kitlelerin burjuva liberal içerikli söylemler ve vaatlere bile susamış oldukları bir gerçek iken, liberaller tarafından,  “şere karşı ehven-i şerin” ya da “kırk katır” yerine “kırk satır” politikası daha makbul olduğu  propagandası yapılıyor. Özellikle küçük burjuva demokrat kesimler ile liberal kesimler, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına destek veriyorlar. Ve kitlelere, burjuva muhalefetin en gerici söylemlerini bile kabul etmelerini salık veriyorlar.

Burjuvazi, ekonomik ve siyasal olarak çıkmazlara girdiğinde, siyasal krizin derinleştiğinde, işçi sınıfı ve emekçilerin tepkilerinin yükselme potansiyelinin arttığı süreçlerde, ortaya bir kurtarıcı “Karaoğlan” sürmekte oldukça yeteneklidir. Ancak, dünün “Karaoğlanı”nı yaratan –iç ve dış- nesnel koşullar ile günümüzün nesnel koşulları aynı değildir. Aynı burjuva reformist argümanların, burjuvazi açısından, bugün söylemde dahi kabul edilmesinin koşulları yoktur.

“Eğer iktidar olursa”, bu ülkenin “makus talihi”ni CHP başkanı Kılıçdaroğlu değiştirebilecek mi? Yoksa, kırk satır politikası yerine kırk katır politikasını mı uygulayabilecek! Komünistler açısından bunun cevabı net. Bu ülkenin “makus talihi”nin belirleyen; başta CHP ve diğer burjuva muhalefet ve hükümette olanıyla bütün burjuva partiler başta olmak üzere, kararlı bir şekilde savundukları kapitalist sistemin ta kendisidir.

Kılıçdaroğlu’nun “helaleşme”den kastetikleri;

Roboski, Ahmet Kaya, Ali İsmail Korkmaz, esasta sahtekarca bir çıkış ve gerçekliği olmayan bir söylemdir. CHP’nin yüzyıllık tarihi bu söylemlerin inkarıdır. Sadece son yirmi yıllık tarihi ve AKP’e verdiği destek nedeniyle bile, bu söylemlerin gerçeklikle bir ilişkisi olmadığını tanıtlamaya yeter. Kürt ulusunun demokratik hakları önünde en büyük engellerden biri CHP’dir. Kürt ulusal düşmanlığı konusunda CHP, diğer tüm burjuva partilerinden geride bırakır denebilir. Bu konuda “sağ” olarak bilinen gerici ve faşist tüm burjuva partilerinden daha “ari Türkcüdür.” HDP milletvekillerini ve tüm Kürt il ve ilçelerindeki belediye başkanlarını hapise attılmasında oyu ve onayı olan bir partinin, “Kandili yerle bir edeceğim” diye ırkçı-milliyetçi öfeksini kusan bir anlayışın Roboski ile helalleşmesi söz konusu olamaz.

“Millet İttifakı” içinde yer alan partiler gözönüne alınınca, hiç birinin iktidardaki partilerden pek farkları olmadıkları net olarak görülebilir. Bunların bir kısmı bu iktidarın bakanlığını ve başbakanlığını yapmışlarken, bir kısmı da 1990’ların “faili meçhul cinayetler” döneminin içişleri bakanlığını yapmış faşist nitelikli unsurlardır. Böylesi bir “ittifaklar” topluluğundan “demokrasi” beklemek, saflık değilse sahtekarlık ve riyakarlıktır.

TC tarihi incelendiğinde, hatta çok eskilere değil, yakın bir tarihe, 1990’lara kadar gittiğimiz de; o zaman başbakan olan S. Demirel, 1992 yılında “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti.

16 Aralık 1999 yılında ise Mesut Yılmaz, başbakan yardımcısı olarak: “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” demişti. Bu her iki burjuva siyasetçisi, bu “nutuklarını” Diyarbakır’a gittiklerinde atmışlardı.

Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” dediği süreç; büyük bir çoğunluğu Kürt yurtseverleri olmak üzere devrimci ve komünistlere yönelik cinayetlerin[1] artığı bir süreçti.

PKK’yı “terörist örgüt” gören AB[2] yolunun Diyarbakır’dan geçmediği çok açık olmasına karşın, ama, asgari normlarda bir burjuva demokrasisinin yolunun Diyarbakır’dan geçtği rahatlıkla söylenebilir. Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları bıurjuva demokrasisi sınırları içindedir. Ne var ki, sosyalist devrimlerin gündeme gelmesiyle, burjuvazi bu “olumlu” yanını terk etmiş ve daha da gericileşmiştir. Ezilen uluslar bağlamında Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkının gerçek anlamda gerçekleşmesi ve çözümü işçi sınıfı önderliğinde devrimlere devredilmiştir.

İşçi sınıfının iktidarı ve muhalefeti olmak üzere burjuvaziyle helalleşmesi söz konusu olamaz. Helalleşmek sınıfsal olarak uzlaşmak demektir. Çıkarları birbirine zıt iki karşıt sınıfın sınıfsal uzalaşması olası değildir. Burjuvazi ancak kendi içinde helalaleşebilir. Ve bunu sık sık yapıyorlarda. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmek” dediği şeyin özüde; 20 yıllık AKP iktidarından hesap sorulmayacağıdır. Belki bir kaç tetikçi ya da öne çıkmış bazı yolsuzluklar mahkemelere taşınabilecek, ötesi ise asla gündeme dahi getirilmeyecektir. Eğer yoğun ve ısraralı (Şili ve Arjantin’de olduğu gibi) bir kitle mücadelesi ve baskısı olmazsa, burjuvazi, bütün yolsuzlukların ve burjuva anayasasının ihlal edilmiş olmasını dahi gündeme getirmeyecektir. Çünkü, devlete egemen olan Tekelci burjuvazinin buna gereksinimi vardı. Ve bunları hep birlikte isteyerek ve bilerek yaptılar.

Faşist rejime karşı burjuva demokrasinin kırıntılarının olduğu bir rejim elbette daha yeğdir. Ama hepsi bu değil. İşçi sınıfı ve emekçilerin burjuva diktatörlüğü altında faşizm ya da burjuva demokrasisinden başka tercihleri var. İşçi sınıfı, faşizm ya da burjuva demokrasisinden birini tercih etmek zorunda değildir. İşçi sınıfının kurtuluşu, faşizm karşısında burjuva demokrasinin kırıntılarında değildir. 

İşçi sınıfı, burjuva muhalefetin peşine takılamaz. İşçi sınına ölümü gösterip sıtmaya razı eden burjuva muhalefetin politikasına sert bir şekilde karşı çıkılmalı ve teşhir eddilmelidir. Özellikle burjuva liberal ve “sol” liberal küçük burjuvazinin “başka seçenek yoktur” diyerek, kitleleri burjuva muhalefetin peşine takma politikası teşhir ve red edilmelidir.

İşçi sınıfı ve emekçiler, helalleşmek değil, hesap sormak zorundadır. Bu da, ancak işçi sınıfının sosyalist devrimden çıkarı olan tüm halkı kendi safında toplayarak, burjuva sistemini yıkıp sosyalist iktidarı kurmasıyla olasıdır. ***


[1] Bu süreçte, tahmini olarak, toplamda 17 bin cinayetin devlet kontrolünde işlendiği ve bunun adına ise “faali meçhul” damgasının yapıştırıldığı biliniyor.

[2] Aynı AB, Suriye’de Esat rejimine, Libya’da Kaddafi rejmine karşı savaşan paramiliter faşist cihatçı örgütlenmeleri “terörist” görmüyordu.

 

2256

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar