Pazartesi Mayıs 20, 2024

Mandela halkına ihanet mi etti?

Tarihteki pek çok acı örnekten de bilindiği gibi, liderlerine körü körüne bağlanan ve onların her söz ve hareketine tanrısal anlamlar yükleyen halkların sonu kahredici bir hayal kırıklığı ve çoğunlukla da yıkımdır.
Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela yaşamının 28 yılını geçirdiği hapishaneden 1990’da çıktığında,  halkı tarafından bir aziz, bir kahraman olarak karşılandı. Zincirlerini kıran coşmuş bir sel gibi alanlara akan siyah kalabalıklar, özgürlük mücadelesini hiçbir gücün durduramayacağına olan sarsılmaz inançlarıyla liderlerini muhabbetle bağrına basmış ve kaderini onun ellerine teslim etmişti.
Günler, haftalar süren mutlu kutlamalar bitip sokakların harareti dinince, gözler merak ve ümitle Mandela ve beyaz lider Klerk arasında başlayan müzakerelere çevrildi. Özgürlük siyahlar için artık bir an meselesiydi; şafak sökmüş, uzun zamandır özlemini çektikleri düş gün yüzüne çıkıyordu.

            Yılan Hikayesine Dönen Müzakereler

 Kamuoyu gibi medya da müzakerelere kilitlenmişti. Gazete ve televizyonlar kapalı kapıların ardından sızan haberlerle dolup taşıyordu. Müzakereler uzadıkça uzuyor, yılan hikâyesine dönen görüşmeler süren pazarlığın çetin geçtiğine yorumlanıyordu. Gelgelelim tahammülleri zorlayan bir aradan sonra üzerinde anlaşma sağlanan başlıklar belli olunca, BEYAZ ESARETİN göz boyayan bazı küçük rötuşlarla devam ettiği görüldü.

Mandela'nın partisi Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin uygulayacağı ekonomik politikalar Dünya Bankası, İMF ve Dünya Ticaret Merkezi' nin reçeteleri doğrultusunda şekillenmişti. Irkçı beyaz yönetimin madencilik alanındaki devleri Anglo-Amerikan ve De Breers’in eski başkanı Oppenheimer ile diğer sanayi çevrelerinin çıkarları aynen sürüyordu. Merkez bankasının eski ırkçı beyaz başkanı Chris Stals yerinde kalmıştı. Eski maliye bakanı Derek Kelyes koltuğunu korumuştu.  Böylece ekonominin kaptan köşkü eskiden olduğu gibi yine ırkçı yöneticilere kalmıştı.
The Wall Street Journal gazetesi bu şaşırtıcı durumu, “Bay Mandela bir zamanlar olduğu sanılan sosyalist bir devrimci olmaktan ziyade, Margaret Thatcher'i andırmaktadır," diye değerlendirmişti.  

         Hani Yöneten Halk Olacaktı?

Böylece uğrunda nice canlar feda edilen ve nice acılar çekilen ÖZGÜRLÜKLER SÖZLEŞMESİ çöpe atılmış oluyordu. O Özgürlük sözleşmesi ki, 1955' de Mandela başkanlığında toplanan ANC kongresinde her maddesi tek tek okunarak oylanan ve kabul edilen bir manifestoydu.

Sözleşme, “Yöneten Halk Olacaktır!” diyordu. Halkın çalışma ve iyi bir gelir elde etme hakkı, iyi bir eve sahip olma hakkı, zengin altın yataklarında ve diğer yer altı zenginliklerde pay sahibi olma hakkı kutsal ve dokunulmaz sayılıyordu. Sözleşmeye göre bankalar, tekel sanayisi ve topraklar beyaz azınlıktan alınıp halkın mülkiyetine geçirilecekti. Böylece Güney Afrika beyazlar için zengin California, siyahlar içinse yoksul Kongo olmaktan çıkarılacaktı. Özgürlük ancak ekonomik özgürlükle taçlandırıldığında bir anlamı olacaktı. Yoksa bir ayağı topal bir demokrasi halkı özgürleştiremezdi.

Özgürlük Sözleşmesi, ırkçı beyaz yönetimin baskıları sonucu illegal hale gelen devrimciler arasında kutsal bir metin gibi elden ele dolaşmış, hiç sönmeyen bir ümidin ve direnişin ilham kaynağı olmuştu. Kalabalıklar sokaklara dökülüp, “Ne kurşunlar, ne de göz yaşartıcı gazlar bizi durdurabilir! " diye haykırırken, art arda katliamlara uğruyor, ölen arkadaşlarını gömüyor, korkunun zincirlerini kırmış bir halde sloganlar atarak bir sonraki saldırıyı bekliyorlardı.

            Rehavet ve Yanılgı

 İşte kan ve can pahasına bayraklaştırdıkları o kutsal metin şimdi artık çöpe atılan kuru bir sözcükler yığınıydı. Mandela ve Klerk arasında müzakereler sürerken, özgürlük sarhoşluğuna kapılan halk olup bitenlerin farkında değildi. ANC militanlarından Gumede öfkeyle, “Herkes siyasal müzakereleri izliyordu. Eğer işlerin iyi yürümediğin fark etselerdi kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirirlerdi,”diyordu. "Kaçırdık, asıl meseleyi kaçırdık!” diye devam ediyordu kendisini suçlayarak. O zamanlar, "Hükümet olduğumuzda hallederiz,”rehaveti ve yanılgısı hâkimdi parti kadrolarında.

Irkçı yönetime karşı uzun yıllar mücadele eden ANC militanı Rassool Sulyman, “Beyazlar boynumuzdaki zincirleri alıp bileklerimize taktı,”diyordu yıllar sonra.

           Değişmeyen Kader


Böylece o destansı özgürlük mücadelesi,  liderlerini bir körler ve sağırlar ordusu gibi takip eden halk için tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmış ve Mandela’nın başında olduğu ANC iktidarında hayat siyahlar için daha da kötüye gitmişti.

On yılın sonunda faturalarını ödeyemedikleri için milyonlarca insanın elektrik ve suları kesildi. 2003‘ te yeni bağlanan telefonların en az %40 ‘ı artık kullanılmıyordu. Bankalar, madenler ve tekel sanayisi yine beyazların dört eski mega şirketinin elindeydi. 2005’ te siyahlar şirketlerin sadece yüzde 4' üne sahipti. Toprakların yüzde 70’i nüfusun yüzde 10'unu oluşturan beyaz azınlığın elindeydi.

 Mandela iktidarında Güney Afrikalıların ortalama ömrü 13 yıl daha azaldı. AİDS daha çok can alıyordu. Günlük 1 dolardan az gelirle yaşayan insanların sayısı ikiye katlandı. İşsizlik oranı yüzde 23' ten yüzde 48'e e çıktı. 1 milyona yakın insan çitliklerden atıldı. Nüfusun dörtte birinden fazlası gecekondularda yaşıyordu ve çoğunun elektriği ve suyu yoktu.

            İhanet mi?

Gecekondu hareketinin liderlerinden Zikode,”Şimdi gördüğüm tek şey İhanet!” diyordu. Beyaz azınlık siyahlara kasayı teslim etmiş, ama şifresini vermemişti.

Ortaya çıkan bu ağır tablonun sorumlusu sadece Mandela ve ANC ‘nin diğer liderleri değildi. Düşünceleri morfinlenmiş bir körler topluluğu gibi onları takip eden parti kadroları ve halk da en az onlar kadar sorumluydu.

Güney Afrika zelzelesi tüm mazlum halklar için yaşamsal derslerle doludur. Bugün ve gelecek için incelenmeli ve dersler çıkarılmalıdır. Yoksa özgürleşeceğiz diye liderlerin arkasından sürüklenip, boynumuza geçireceğimiz yeni esaret zincirleri ile daha da tutsak hale gelebiliriz.

 

Kaynak: Naomı Kleın-Şok Doktrini     

78905

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Sayfalar