Perşembe Mayıs 9, 2024

Mersin Eylemi: Savaşın Dayanılmaz Ağırlığı – Emir Arda

26 Eylül günü, Mersin Mezitli’de ki Tece polisevine yapılan eylemin üzerinden ortalama bir hafta geçti. Eylem, yapıldığı günden itibaren, ak koyun ile kara koyunu ayrıştıran bir işleve sahip oldu açıkçası. İki kadın devrimcinin fedai eylemi, siyasal alanın tam ortasına, onu ikiye bölen bir çizgi çekti… Bu yazı eylemin hemen ertesinde kaleme alınabilirdi. Ancak hem HPG’nin açıklamasını beklemek daha doğruydu, hem devletin vereceği refleksi ve eylemin sonuçlarını görmeliydik. O yüzden bu yazının yazılması ve yayınlanması bugüne değin bekletildi… Bu kadar bekleme yeterli. Artık bir değerlendirme yapmak zorundayız.

Eylemin yapıldığı geceden başlayalım. Eylem gerçekleştiği andan hemen sonra, gece 12 civarı ana akım medyaya düştü. CNN, NTV, Habertürk gibi bir çok kanal, İHA’nın alandan yaptığı yayını, canlı olarak yayınlıyordu. Sonuçta TC’nin idari yapısında “büyükşehir” sayılan bir kentteki bir polisevinin önünde ardı ardına silahlar patlamış, polisler karşılık vermiş ve hemen peşi sıra, kentin birçok noktasından duyulabilen ve hatta görülebilen bir patlama meydana gelmişti. Ana akım medyanın, ilk anda aktardığına göre; iki kişi bir araç ile polisevinin önüne gelmiş, silahlarla polisevinin nizamiyesini taramış, sonra kaçmaya çalışırlarken biri vurulmuş, geldikleri araba alev almış ve patlamış, diğeri kaçmayı başarmış ama daha sonra silahıyla birlikte yakalanmıştı.

Hem olabildiğince muğlak, hem de çok kurgusal bilgilerdi bunlar. Salt bu bilgiler ile eylemin bir devlet operasyonu olduğu iddia edilebilirdi. Ancak sabahında servis edilen görüntüler eylemin bir devlet operasyonu değil devrimci bir örgütün devrimci bir eylemi olduğunu açıkça gösteriyordu. İki kadın devrimci, doğrudan bir polisevini hedef almış, sırtlarındaki patlayıcılarla kendilerini feda etmişlerdi. Öyle “araba yanmış, patlamış” gibisinden absürtlükler sözkonusu değildi. Azıcık aklı olanın, KÖH’e bağlı medyayı birazcık olsun takip edenin, herhangi bir kanıta ihtiyacı yoktu zaten bu konuda.

Hemen akabinde, önce valiliğin, ardından Soylu’nun yaptığı açıklamalar ile bir spekülasyon üzerinden CHP hedef tahtasına oturtuldu. İktidar, bu durumu, pek tabii olarak kullanmak istiyordu. Ancak bu tutmadı. Tutsaydı da çok bir şey değişmezdi ama HPG-BİM imzasıyla yayınlanan açıklama, düzen içi siyaset alanının tam ortasına bir bomba misali düşmüş oldu. Eylemi yapan devrimcilerin açıklanan sicil bilgileri, iktidarın CHP üzerinden yaptığı spekülasyonu açığa çıkarmış ve boşa düşürmüştü. Bugün, bu konu üzerine koparılan yaygaranın ve spekülasyonun toplumsal bir karşılık alamadığını, tartışmanın yavaş yavaş sönümlendiğini görebiliyoruz.

Eylemin bu şekilde kullanılması bir kenara dursun, bu durum, iktidar kliklerinin içerisinde, “istihbarat zaafı kimden kaynaklı?” gibisinden bir tartışmaya bile yol açtı. Soylu’nun “bizlik bir durum değil, sınır dışından paramotorla geldiler” gibisinden MİT ve TSK’yı sorumlu gösteren açıklamaları bunun bir sonucuydu. Eski general İsmail Hakkı Pekin’in, KRT TV’de “paramotor işi zor, sınırdan gelmişlerdir, iç istihbaratta zaafiyet var” gibisinden söylemleri de, Soylu’nun bu iddiasına, karşı taraftan verilen yanıttı. Soylu’nun kendini haklı çıkarmak için halen üst üste yaptığı açıklamalar ise bir çırpınma halinden başka bir şey değil…

Ama her şeyden önemlisi, iki kadın devrimcinin bu eylemi; bitirildi denilen “terör”ün bitmediğinin, öyle kolay kolay da bitmeyeceğinin bir kanıtı oldu. HPG’nin “aşılamaz denilen yollar aşılabilir” belirtmesi bu noktada önemli bir alt çizme. Bu, coğrafyamızda devrimcilerin bitmeyeceğinin ve “yaşlı bir köstebek misali tünel kazdıklarının” tekrardan ilanıdır. Eylemin sonucunda, tıpkı Gare’de yaşanan hezimette olduğu gibi iktidarın acziyetini gösteren bir sonuç ortaya çıkmıştır. Ancak tek acziyet iktidara ait değil. Eylemin hemen ardı sıra gelen kınamalar, yapılan tartışmalar solun da bir acziyet içerisinde olduğunu açıkça gösteriyor. Seçimlere bir süreç olarak değil ama bir mekanizma olarak önem atfeden, stratejisini parlamento çalışmalarına odaklamış sol, eylemden oldukça rahatsız olmuş durumda…

2023 seçimleri önemli; düzen içi siyasette her anlamıyla ciddi kırılmalar yaratabilecek bir potansiyele sahip kuşkusuz. Ancak 2023 seçimleri, bir bütün olarak TC sınırları içerisindeki toplumsal yapının özgün niteliklerinden ve yaşadığımız nesnel gerçeklikten bağımsız olarak ele alınamaz… İşte bunu böyle ele alan sol, abandone olmuş, şoka girmiş, n’apacağını bilememiş; sürmekte olan “savaşın dayanılmaz ağırlığı”nın altında kalmıştır. HDP’nin içerisinden gelen açıklamalar böylesi bir durumun ifadeleri. Nitekim, MYK’nın yaptığı açıklama, bu abandone olma halinin aşıldığını ve yeterli olmasa da daha ileri bir tutumun alındığını bize gösteriyor. Bu konuyu daha fazla tartışmaya açmaya gerek yok o yüzden. Ancak solun diğer taraflarının, bu ağırlık altında ki acziyetlerine dair bir şeyler söylemek gerekir.

Bir: Bugün TC sınırları içerisinde yaşanan şiddet, çatışma ve kavga ortamı gökten düşmemiştir. Bu, en azından 150 senelik bir hikayedir. TC devleti, “iki düşman kardeşin kavgası”yla başlayan bu 150 senelik hikayenin bir kırılma anında, iç-dış güçlerin şekillendirdiği bir iç savaşın içerisinde kurulmuş ve yapısal özelliklerini bu iç savaşın içerisinde kazanmış bir mekanizmadır. TC devletinin üstüne oturduğu toplumsal yapıda, bu dinamiğin yıkıcı sonuçlarıyla şekillenmiştir. Bu yüzden, 100 senelik cumhuriyet tarihi, en istikrarlı sayıldığı dönemlerde bile e-muhtıraların vb. yayınlandığı bir istikrarsızlık tarihidir esas itibariyle. Kurucu bir dinamik olarak iç savaşın yarattığı siyasal-psikoloji ve ideolojik-kültürel-ulusal kutuplaşma toplumun her bir yanına sinmiştir. TC devlet mekanizması, tüm bu sürecin bir ürünü olan, inkara, tekçiliğe, sömürgeciliğe, baskı-teröre vb. dayalı bir ulus-devlet paradigması ile işlerliğini korumaktadır. Bugün “Kürt sorunu” diye anılan mesele bu yüzden TC devletinin zayıf karnı; esas itibariyle bir düğüm noktasıdır. 2013’den bu yana gelişen süreç, bu 100 senelik cumhuriyet tarihinin, yaşamakta olduğumuz verili evresidir. 2023 seçimleri, bu verili evrenin nereye doğru gideceğini belirleyebilecek bir eşiktir. Bugün herkesin gizli gizli konuştuğu “iktidarın, hükümeti, faşist terör aracılığıyla devretmeme olasılığı”, bu süreçte, inisiyatif üstünlüğünün maalesef iktidarda olduğunun bir göstergesidir.

İki: Devrimciler bu ülkede, olması gerektiği gibi, yeri geldiğinde yıpratma, yeri geldiğinde kent, yeri geldiğinde barikat savaşlarıyla, ‘71 devrimci kopuşundan bu yana, 50 senedir, devlete, kontrgerillaya ve onun güdümündeki sivil faşistlere karşı mücadele ediyor. KÖH ise 40 senedir yürüttüğü savaş ve zayıf karna vurduğu darbelerle, ipi düğüm noktasından kesip atabilecek bir güç haline gelmiş durumda. Eğer bugün TC sınırları içerisinde bir devrim olasılığından bahsedilecekse, bu, uzun seneler boyunca sürmüş olan bu iki mücadelenin tek bir kanalda birleşmesi sayesinde mümkündür. Eğer 2023 seçimlerinin sonucunda, kitleler lehine öyle ya da böyle olumlu bir sonuç çıkartılmak isteniyorsa, bu da, iktidarın inisiyatif üstünlüğünü kırmayı gerektirmektedir. Devrim veya kitleler lehine olacak herhangi bir değişim, yukarıda belirttiğimiz tarihsel-yapısal özgünlüklerden ve verili nesnellikten dolayı, müphem ve muhayyel stratejisizliklerin veya “demokratik siyasetin” bir ürünü değil, canla-kanla yürütülen birleşik bir devrimci savaşın ürünü olacaktır. “Demokratik siyaset” denilen düzen içi siyaset alanı ise istismar edilecek taktik unsurlarının toplamından daha fazla bir şey değildir. Aksini iddia etmek, ya ham hayaldir ya da çok bilindik bir oportünizmdir.

Üç: Bu 150 senelik hikayenin, 100 senelik cumhuriyet tarihinin ve 50 senelik devrimci mücadelenin, 2013’ten bu yana süren verili evresinde, dağda-ovada onbinlerce savaşçısını kaybetmiş, sömürgeciliğe, tekçiliğe ve inkara karşı, hali hazırda kimyasal silahlara ve taktik nükleer bombalara direnerek savaşan KÖH, pek tabii olarak, yürüttüğü savaşı, en geniş kitlelere duyurabilmek, düşman saflarını yıpratabilmek ve bu safları dağıtabilmek için kent meydanlarına taşıyor. O yüzden, Mersin eylemi, nereden bakarsanız bakın, hem meşrudur hem de gereklidir. Mersin eyleminin ilkesel boyutuna dair yapılacak herhangi bir meşruluk tartışması kimin devrimci olduğunun kimin ise olmadığının/olamayacağının turnusol kağıdıdır. Eylemin taktik geçerliliğini tartışmak ise iktidarın inisiyatif üstünlüğüne razı gelindiğinin bir delilidir.

Dört: Elbette devrimci bir eylem yapıcı bir şekilde eleştirilebilir. Ama her devrimci eylemin ardı sıra “terör” diye köpürmek, yapıcı bir eleştiri değildir. Ki “terör”, bir işkenceci sürüsüne gereken cevabı hak ettiği şekilde vermekse ve kimileri bunu kınamayı kendine bir vazife biliyorsa, o kimileri gibi olmaktansa terörist olmak bir onurdur! Zaten, iki kadın devrimcinin bu eylemi, devlet karşısında görece daha güçsüz olan devrimcilerin, yürüttüğü ve yürütmesi gereken yıpratma savaşının bir örneğidir. Merakı olanlar veya unutanlar, yıpratma savaşının, batı dillerindeki karşılığının ne olduğuna arama motorlarından tekrar bakabilir. O yüzden ne bu eyleme, ne de herhangi bir eyleme, birilerinin her fırsatta “terör” diye köpürmesi, devrimciler açısından bir şey ifade etmez-etmemesi gerekir. Ama kim “terör” diyorsa, kim sözde eleştirisini bu söylem üzerine kuruyorsa, bu onu devletin ağzıyla konuşan bir oportünist yapar.

Beş: Bugün bu eylem sonrası alanının daraldığı veya daralabileceği iddia edilen “demokratik siyaset” denilen yasal mevziler, ‘90larda faili meçhul cinayetlerde katledilen, işkencehanelerde ve zindanlarda direnen, savaş cephelerinde ölümsüzleşen onbinlerce devrimcinin canı pahasına kurulabilmiştir. Böylesi bir mücadele dinamiğinden bağımsız yürütülmeye çalışılacak olan yasal mücadelenin en fazla ulaşacağı nokta “1965 TİP seçim başarısı”dır. TİP, böylesi bir dinamiğe sırtını döndüğü içindir ki, bu başarı bir daha tekrar etmemiştir. Ki zaten HDP örneği o başarıyı kat be kat aşan bir noktadadır. Yasal mücadeleyi mümkün kılan, devletin, hukuki olarak ezilenlere bahşettiği sınırlar değil, ezilenlerin aşağıdan yukarıya doğru yarattığı basınçtır. Bugün, bu basıncı yaratan ve HDP’ye oy veren milyonlarca insan, meclis kürsülerinden yapılan konuşmalara veya esnaf ziyaretlerine vb. tav olduğu için değil, 50 senedir kesintisiz bir şekilde mücadele veren devrimcilere güvendiği için sandığa gitmektedir. Bugün, seçildikten sonra parti değiştirmiş olsun olmasın, kim HDP listelerinden vekil çıkabilmişse, bugün kim bu vb. ünvanlara yaslanarak jan janlı kongre salonlarının kürsülerinden retorik patlatabiliyorsa, devrimcilerin verdikleri can, ödedikleri bedel ve “terör” diye eleştirilen devrimci eylemler sayesinde bunu yapabilmektedir. O yüzden artık herkesin haddini hududunu bilmesi gerekmektedir!

1434

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Sayfalar