Cuma Mayıs 17, 2024

Ölü paradigma ve ulus-devlet

“Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.” (Ergin Yıldızoğlu; http://globalpolitikultur.blogspot.com.tr/2007/11/pax-ottomana-ve-dier-masallar.html). Osmanlı’nın devamı olarak TC de talancı bir yapıdır ve Batı ile Doğu eksenleri arasındaki çelişkiler üzerinde sörf yaparak varlığını devam ettirebilmekte ustalaşmıştır.Osmanlıda olduğu gibi TC’de de birikimin,varlığın,mülkün,arazinin,servetin %90’I devlette merkezileşmiştir.Bu yüzden seçimlere katılmak yoluyla devletin mülküne ve talanına ortak olmak TC’de temel ekonomik faaliyettir.Bu nedenledir ki İstanbul burjuvazisi ve ”Anadolu Kaplanları” AKP-RTE’nin önünde eğilmekte,biat etmektedirler.Çünkü devlete hakim olan çizgi Türkiye’de ekonomik faaliyetin ana karar vericisidir.RTE çapında bir kasaba politikacısının devleti şahsında ele geçirebilmesinin ve toplumsal kesimlerin tabansızlığının da sırrı buradadır.Kemalistler bu düzeni Osmanlı’dan devralmış,daha da merkezileştirmiş ve basit üstyapı makyajlarıyla devam ettirmişlerdir.Köylülüğü üretim tabanlı ekonomik mekanizmalarla şehirleştirememeleri,dönemin dünya konjönktürü nedeniyle talan pastasını büyütememeleri ve vizyon darlığına bağlı olarak köylülük ve alt sınıflara gelir aktaracak mekanizmaları yaratamamaları iktidarın CHP’den DP çizgisine geçmesine neden olmuştur.Kemalizmin sağ kanadı olarak DP’den başlayıp AP-ANAP-DYP-AKP ile süren çizginin CHP çizgisinden farkı köylülük ve alt sınıflara “sınıf atlama” penceresi açabilmiş olmasıdır.RTE temsilinde neo-Osmanlıcı islamcı hareket de bu politikayı devam ettirmiş,köylülük ve alt sınıflara ciddi gelir desteğinde bulunmuş ve bu sınıflardan ciddi destek bulmuştur.Süregiden bu düzen içinde Kürd siyasal hareketinin stratejik yanlışı Batı’dan şablon sınıfsal analize dayanarak Türk soluyla ve emekçi sınıflarla ittifak çizgisini izlemesi ve Türk solunun ideolojik tasallutuna maruziyet düzeyidir.Oysa Türkiye’de kitleler “sınıf için mücadele” değil,”sınıf atlamak için mücadele” yolundadırlar.Solun başarısızlığının,sınıfların mevzilenememesinin ve demokrasinin oturmamasının ana nedeni budur.Gelişmiş kapitalist ekonomilerin tersine sınıf atlama mekanizmalarının sürekli açık oluşu,Kürdistan’da süregiden savaşın Türki kitleleri çürütücü etkisi,Türk solunun dahi milliyetçi- kuvva-i milliyeci çizgide mevcut düzenle uzlaşabilme potansiyeli hesaba alındığında Türkiye devrimi çizgisinden medet ummak siyasi intihardan başka birşey değildir.Sol donkişotluk olmadığı gibi bu intiharın sol bir politika olmadığı ortadadır.Kürdistan’da uygulanacak temel sol politika ülke kaynaklarının talanını ve bedelsiz ihracını engelleyecek ekonomik politikaları askeri düzlemde yürürlüğe koymaktır.Nihayetinde Şirvan’da Kürdistan’a ayak basmamışları zenginleştiren bakır madeninde bugün itibariyle 4 Kürdistanlı işçi hayatını kaybetti ve 12 si de göçük altında.Yakın ve orta vadede mevcut düzeni değiştirecek bir faktör de ortada görünmemektedir. ”Oyun değiştirici” olabilecek ciddi bir ekonomik kriz dahi Türkiye’de solun gelişiminden ziyade neo-Osmanlıcı çizginin korporatist-faşist çizgiye evrilmesine yolaçabilecek bir faktör olacaktır.

Kürd siyasal hareketinin yukarıda anlatılan “ölü” paradigmaya bağlılığı 7 Haziran seçimleri sonrasında AKP-Ergenekon ittifakının önünü açmakla kalmamış,TC’nin bozulmuş uluslararası ittifaklar düzenini kısmen tahkim edebilmesine de zemin sunmuştur.Rojava’da ortaya çıkan ana çelişkiye ragmen süreci bu kadar keskinleştirmemek ve AKP’nin Rusya ittifakına somut zemin sunmamak politik olanaklar dahilinde idi.Fırsatı kaçırmayan Ergenekon çizgisi İngilizlerin kuzeydeki Kürd aşiretlerine ayaklanmaları için para dağıttığı gibi asılsız iddialarla hem Türki kamuoyunun “çözüm” sürecinde etkilenen düşünce sistematiğini tekrar formatladı hem de AKP-Ergenekon ittifakındaki anlaşmazlıkları aşmaya ve AKP’yi Ergenekon çizgisinde tutmaya yönelik ciddi bir manipülasyonu harekete koydu.Zaten bu süreç öncesinde AKP-Ergenekon ittifakının Kürdistan’da barikat mücadelesine karşı geliştirdiği topyekün yıkım politikası da Kürd siyasal hareketinin hanesine bir eksi olarak yazılmıştı.Gülen cemaatiyle onyıllara dayanan ittifakını sonlandırdıktan sonra AKP-RTE’nin ittifak yapacağı iki ana odak vardı: Kürd siyasal hareketi ve Ergenekon.Süreç Rojava’daki temel çelişki,Kürd hareketinin legal alandaki kadrolarının hayalperestliği ve yetersizliği ve daha ötesinde artniyetli manipülasyonlar nedeniyle RTE-AKP’yi Ergenekon ile ittifaka mecbur kıldı.”Başını vermeyen şehit” hikayeleri düzeyinde bir ırkçı-milliyetçi altyapıya sahip RTE için de ilk seçenek bu olurdu ve RTE şaibeli 15 Temmuz darbe süreci sonrasında süreci ırkçı-milliyetçi Türk-İslam çizgisinde öylesine formatladı ki artık Egenekona da ihtiyacı kalmadı.

7 Haziran’da 80 parlamenterle TC meclisine giren HDP’nin kendisiyle ittifak görüşmesine gelen dönemin TC Başbakanını “kaçak çayını içer gider” sabotajına tabi tutan ilkel Türki solculuğunu bünyesinden tasfiye edememesinin bedelini yakılıp yıkılan Kürdistan kentleri,kayyım atanan Kürdistan belediyeleri,legal hareketin neredeyse tüm kilit kadrolarının zindanlara doldurulması ile Kürd hareketi ödemektedir.Dönemin TC Başbakanı Davutoğlu ile RTE arasındaki çatlaktan ,Ergenekon ile neo-Osmanlıcı islamcı iktidar bloğu arasındaki çelişkilerden yararlanma becerisini gösteremeyecekse Kürd hareketinin legal alana ihtiyacı var mıdır,tartışmak lazım.Daha öncesinde “seni başkan yaptırmayacağız” politikasızlığı da başkanlık sisteminin eyaletler çerçevesinde tartışılmasının ve Kürdistan kavramının somutlaşmasının önünü kesmişti.Legal siyaset Türki iktidar blokları arasındaki çelişkilerden kendisine siyaset ve yerel iktidar alanları yaratamayacaksa doğru politika sömürgeci devletin meclisine daha fazla meşruiyet sunmamaktır.

7 Haziran öncesi ve sonrasında ulusal hareket yönünde kayma gösteren aşiretlerin TC-AKP düzlemine bağlılık gösterileri de yine aynı ittifak hatalarından kaynaklanmaktadır.Aşiretleri ne kadar temsil edebildiği tartışmalı aşiret reislerinin sömürgecisine bağlılık şovları Kürdistan’da uluslaşmanın aşiretler ittifakı üzerinden iktidar alanları yaratma politikasından değil, bireyleri aşiret ilişkilerinin dışına çıkaracak bir ulus inşası üzerinden mümkün olacağını göstermektedir.Aşiretler ittifakı üzerinden Kürdistan uluslaşmasını Güney Kürdistandaki sonuçları itibariyle değerlendirdiğimizde dört parçada Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin en önemli hastalığı olan parçacılığı güçlendirmesini bırakın,daha dar kapsamlı bölgeciliğe kadar ingirdeyebildiğini gözlemleyebiliyoruz.Bunun karşısında irredentist bir politika üzerinden ulus inşası PKK’yi tüm hata,handikap ve karşı iddialarına rağmen Kürdistan devletleşmesinin ana motoru haline getirmektedir.Aşiretler ittifakı çizgisi ise Güneyli yapıları işbirlikçi aşiretlerle,geçmişin cahşleri/bugünün hızlı “milliyetçileri” ile ittifaka zorunlu kılmaktadır.Bu Kürdistanda devletleşme programına yönelik en temel tehditlerden biridir ve başta PDK olmak üzere Güneyli yapıların potansiyelini de sıfırlamaktadır.

Sonuç olarak Noam Chomsky’e kulak vermek lazım: “Ulus devlet dönemi kesinlikle bitmemiştir. Ulus devlet çağında yaşıyoruz ve her geçen zaman yeni ulus devletler ortaya çıkıyor. Bu tür tezler ezilen ulusları kandırmaya yöneliktir”

59801

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


Sayfalar