Salı Nisan 30, 2024

Örgütlenme Üzerine :Taner özcan

Siyasi örgütler ya da devrim perspektifiyle yola çıkan tüm hareketler şu ve ya bu düzeyde örgütlenme, güncel görevler, sınıfların savaşımı sonucu açığa çıkmış kendiliğinden doğan hareketlerin sonucunda coşkuya kapılmakta acil görevler ve sorumluluklar ithaf etmektedirler kendilerine. Bu bir gazetenin yada bir organın somutunda sonuçlanmakta ve nihayetinde çelişki geriye düştüğünde organın yada gazetenin özeleştirisi yapılıp geri yada ileri yanları ile ilgili tahliller yapılıp kısa dönemsel sonuçlar üzerinden kesin sonuçlar elde edilmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak elde edilen veriler bir sonraki adım için zemin oluşturmaktadır.

Türkiye devrimci tarihini özetlemek gerekirse bu süreçlerin yaşandığı yığınlarca pratik bulunmaktadır. Ezilenlerin maddi koşullarından doğan hareketlerine yeterince önderlik edememiş, bunu devrim ile gerçekleştirememiştir. Geriye düşülen durumlarda düşman(etkisi büyüktür) kuvvetlerinin güçlülüğüne, sınıf bilincinin zayıf olmasına, küçük burjuva düşüncenin etkisine vb. dayanarak var olan pratikler açıklanmaya çalışılmıştır.

Devrimci önderlerden bol alıntılarla süslenen eleştiriler hatta onlara yüklenen sorumluluklar ya da hatalı olduğu söylenen tahliller üzerinden güncel süreçlerdeki hatalar açıklanmaya çalışılmış, tarihi belli bir coğrafyada belli bir pratiğin içindeki özgün çelişkiler üzerinden kavrayarak, yaşanan pratikler açıklamalara kavuşturulmuştur(?). Böylece ‘eski’ pratikler aşılmaya çalışılmış ancak somut bir ilerlemeden çok, kısa vadelerdeki coşkular, karamsarlık, umutsuzluk, kopma vb. pratiklerle sonuçlanarak hem kendiliğinden gelişen hareketleri hem de bilinçli bir eyleme yönelmiş insanları bilinmezci, çözümsüz, güvensiz ve savunmasız zamanlara savurmuştur. Düşmanın güçlülüğü kafaya yenen darbeden sonra hesap edilmiştir. Devrimci enerji ve özveri bireysel ya da grupsal bir tarih haline gelmiştir. Türkiye devrimci hareketi içerisinde şu veya bu alandaki başarısı üzerinden kendi pratiklerini öne çıkarma koşulları her hareket için vardır. Her hareket şu veya bu zeminde diğer devrimci hareketleri eleştirecek bir pratik bulabilmektedir. Kimi kültür sanat çevresinde, kimi düşman zindanlarındaki direnişleri kendine mal etmekte, kimi bir işçi direnişindeki rolünü öne çıkarmakta kimi şehir içerisinde ya da kırsal alandaki askeri faaliyetlerini öne çıkarmakta vb. pratikler üzerinden ‘kendi programlarının’ ‘ne kadar da doğru’ olduğunu söylemektedirler.

Programların açığa çıktığı koşullar ile tarihsel bağlarını ilişkilendiren örgütler sonuç olarak; hepsi kendini sınıfın öncü gücü, devrimin neferi, devrimi gerçekleştirecek olan Komünist örgütü olarak somutlamaktadır. Bu doğal bir sonuçtur. Olması gerektiği gibidir. Bu iddia olmalıdır da.

Ancak tarihsel bir muhasebe yapıldığında herhangi bir devrimci örgütün başarı elde ettiğini düşündüğü yöntem-pratiğin sınırlıkları yeterince kavranmazsa sonuçta günümüzdeki durum açığa çıkar.

Devrimci mücadeleyi parçalı hale getiren de tam da işte bu bakış açısıdır. Her devrimci örgüt, devrimi gerçekleştirmek, ezilenleri zaferlerle buluşturmak istemektedir. Sınırları görmemek düşünmenin de sınırsız olduğu zırvasıyla sonuçlanmaktadır.

Her şeyin bir sınırı vardır. Sınırın aşılması eskinin içerisinden yeninin fışkırmasını, doğmasını, vuku bulmasını var eder. Nasıl ki İlkel toplumun üretim ilişkilerinden doğan sınırlıkları varsa (nüfus artışı vb. gibi) her toplumsal düşünüşünde sınırlıkları vardır. Madde de somutlaşmıştır bu. Her madde varoluşuyla birlikte, onu o yapan tüm özellikleriyle sınırlıdır.

Örnek olarak; Demir, demir olmanın sınırını aştığında başka bir şeye dönüşecektir. Ancak demir olarak kaldığı sürece sadece demir olma niceliğinden ve niteliğinden doğan şeyleri gerçekleştirebilecektir. Her örgütlenme biçiminin, her aracın, her yönteminde kendi içindeki sınırlılıkları vardır,  varoluşuyla birlikte niteliğini oluşturduğu tüm özellikleriyle bunu oluşturur. Ve bu sınırlılık dışardan sonradan verilmiş bir özellik değil, içinde varoluşuyla birlikte vardır. Mao üstadımız buna Çelişkinin Özgünlüğü demiştir.(Her element benzer parçalardan oluşmuş olabilir. Ancak hepsi aynı değildir. Parçaların dizilimi ona diğerlerinden farklı olan özünü ve biçimini verir. Öz ile biçim arasındaki bağda burada açığa çıkar.)Bu özgünlüğü anlamak için o şeyi ellemek, koklamak, duymak yetmez. Onu sürekli incelemekte gerekir. Bu inceleme süreci de çelişkinin evrenselliğine götürür bizi.(Yani demir her yerde demirdir. Koşullarında oksitlenir ve paslanır) .Maddelerin kendi özgünlüğü onlar arasındaki ilişkileri de açığa çıkarır. Hangisiyle hangi koşullarda birleşebilir? Hangisi ile birleşemez? Gibi…

Ancak insan her yerde her zaman aynı olmadığı gibi toplumsal formasyonu da aynı değildir. İnsanı diğer insanlardan ayırt eden özelliği, çelişkinin özgünlüğü iken ve sınırları belli iken onun var olduğu koşullarda sınırlıdır(mesela şu andaki dünya).Ancak kişilerin oluşturduğu özgünlük belli toplumsal formasyonların sınırları ile sınırlıdır. Yani ilkel, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist formasyonlarda da insan pratiği sınırlıdır. Ve sınırsız olduğunu söylediğimiz Komünist toplumda sınırlıdır. (Bu sınırlılık kapitalist formasyondaki gibi değildir. İnsanın bilebildikleriyle sınırlıdır.)

Bu sınırlar bizim tüm pratiğimizi da belirler. Bir aygıtının yapabileceği en üst işlevi önümüze koyar. Mesela komünist bir parti; ismi ve amacı gereği komünist bir toplumsal formasyon oluştuğunda görevini de sonlandıracak koşulları bulacaktır.(bu nedenle komünist bir partiye ihtiyaç olmadığını söyleyenler büyük yanılgı içindedirler).

Bu; devrim şiarıyla yola koyulan her örgüt ve birey içinde gerçektir. Önderlerimizin devrim yoluna can vermeleri de bu sebepledir. Tarihi olayları, olguları vb. her şeyi açıklarken yegâne silahımızın Diyalektik Materyalizm olmasını sağlayanda bu bilimsel zorunluluktur. Bilimsel konularda ben böyle düşünüyorum diye bir açıklama olamaz bu nedenle. Siz ne düşünürseniz düşünün eninde sonunda bilimsel olan şey kendini size dayatır. İster inkâr edersiniz ister devrimci bilincin zorunluluğundan bunu kabul edersiniz. Bu bilimsel bilgiyi kuşanırsınız. Tarihi ya da toplumu değerlendirirken de ortak bilimsel sonuca ulaşmak zorunludur.(en azından fikir ayrılığının iki çizgide seyretmesi gerekir.) Eğer ortak bilimsel bir sonuç kavranamıyorsa burada yöntemin ya da yöntemlerin de bilimsel olmadığı göz ardı edilmemesi gerekir. Devrim yapmak amacıyla yola çıkan tüm unsurların ayrı oluşundaki sorunda buradadır. Aynı amaca yönelik tüm kuvvetlerin ayrı olmasının başka bir açıklaması da yoktur. Toplumsal formasyondan bağımsız değil sınırlıdır. Var olan her düşünce doğal olarak belli bir sınıfın çıkarlarını savunacaktır. Devrimci hareketler içerisindeki pratiklerin hepsinde şu veya bu oranında mutlaka bir kazanım vardır. Parçalı ancak bütün değildir. Buda coğrafyada yaşanan iktisadi ilişkilerin bir yansımasıdır. Ezilen her sınıfın ilerici pratiği bu ilerici-devrimci pratiklerin bütününde anlamlanmaktadır. Yani şu veya bu örgütün pratiği bütünü ile bakıldığında ezilenlerden şu veya bu sınıfın imzasını taşımaktadır. Onları birbirlerinden ve diğerlerinden ayırt edebileceğimiz özellikler kendilerine verdikleri isimler değildir. Bilimsel olarak hangi devrimci sınıfın önderliğinde, hangi sınıflarında müttefikliğinde, hangi bilimsel devrimci araç ve yöntemlerde hangi sınıfların bertaraf edileceği ile ilgilidir.

Bu da bizi duygusal vb. bağlardan koparıp bilimsel olan yöntemlere itmektedir. Araçların ve yöntemlerin, strateji ve taktiklerin neler olacağı sorusu ile karşılaşmamız demektir. Bu nedenle program bunun özü ve  içeriğidir. Parti programı devrimin yolunun özünü oluşturmakta strateji ve taktikleri ve buna içkin olarak araç ve yöntemleri içerir.

Bu nedenle yaşanan zamanda dünya ve ülke içinde, bölge veya il özgülündeki üretim ilişkileri dikkate alınmadan formülcü, basma kalıpçı, ezberci vb. yaklaşımlardan uzaklaşmak gerekir.

Peki nasıl?

Bizde belli bir toplumsal formasyon içerisinde belirli ve sınırlı düşünme yöntemleri içerisinde şekillenmişken; bilimsel olan bilgiye nasıl ulaşacağız? Ve hangi araç ve yöntemlerle ulaşacağız?

Devrimciler burada durup bu soruyu düşünmek zorundadır. Bundan önceki yazımda da söylediğim üzere, bu yazıda da bahsettiğim üzere; devrimciler tarihi bilimsel yöntemlerle değerlendirmek zorundadır. Bu yöntemi kendi düşünme sistemlerine de uygulamak zorundadır. Yani hangi sınıfsal ilişkilerin sonucunda hangi sınıfsal sonuçlara ulaşmaktadırlar. Çelişkinin özgünlüğü içerisinde sadece belirli bir çelişkinin çözümüne mi yönelik düşünceleri? Yoksa evrensel olan çelişkinin yönüne göre mi oluşmaktadır düşünceleri?

Kendi sınıf kimliklerinin özgünlüğündeki sınırlarla mı sınırlı yoksa evrensel olanla mı? Dönemsel mi? Uzun vadeli olarak tüm insanlarımı? Yani insan toplumunun belirli bir sınıfının çıkarlarını mı? Yoksa tüm insanların ortak çıkarımı?(burada bir soru soralım?)

Marx; proletaryaya, tüm insanların ortak çıkarlarının savunuculuğunu yükledi, Sizce keyfi bir şey miydi?

Bu; tarihsel olarak zorunlu olduğu için böyle düşünüyordu. Hem mülkiyetsiz hem de kol emeğinden başka bir şeyi olmadığı için. Yani en son ihanet edecek olan sınıf olduğu için. Onların altında başka bir devrimci sınıf olsa idi mutlaka onu söylerdi. Bu nedenle tüm devrimci önderler işçi sınıfına karşı derin bir sevgi ve saygı içerisinde olmuşlardır. Direnmenin, savaşmanın ve devrimin ruhunu bu oluşturmaktadır. Proletaryayı kültürel, etnik, dinsel vb. sebeplerle ayırmamış, onları topyekûn bir devrimci güç olarak görmüş, somut koşullarında, her şeyi alt üst edecek tek şey olarak belirlemişlerdir.

Eğer Somut koşullardan ve sınıf savaşımından bağımsız olarak bir tarih yazmak istersek ortaya sadece anlamsız ‘şeyler’ kalır. Burjuva tarihçilerinin yaptığı gibi.

Bu nedenle Devrimci örgütlerin pratiklerine de somut koşullardan koparamayız. Türkiye’nin gerçekleştiği bir coğrafya vardır. Bu coğrafya bölgesel olarak farklı yapılarda olduğu için üretim ilişkileri de farklıdır. Birilerinin kapitalist, birilerinin yarı feodal ya da feodal, pre-kapitalist vb. değerlendirmelerinin ve değerlendirmeleri sonucunda bütün içindeki işe yarar parçalardan birine tutunarak; baş çelişki tespiti yapmaları sonucunda birbirlerinden çok uzak olmayan programlar açığa çıkmıştır. Asıl mücadele alanı şehir dendiğinde büyük bir şehri merkeze koyan program kırsal bölge için geçerliliğini ve önemi yitirmektedir. Aynı şekilde asıl mücadele kırsal alanlar dendiğinde ise büyük şehirler dışarda kalmaktadır. Burada asıl olan belirlenirken çelişkinin niteliğinden çok niceliği üzerinden yola çıkılmakta birbirleri arasındaki bağ yok sayılmaktadır. Bu nedenle Baş çelişki nicelik üzerinden belirlenmekte ve Marksist yöntemden uzaklaşılmaktadır. Yani şehir nüfusunun artmış olmasının sebepleri tam olarak tespit edilmeden nicel artışı üzerinden yapılacak tespitte soyut olacaktır. Kapitalizm iktisadi yapı olarak belirlenirken nedense olmayan feodalizm insanların davranışında sadece anlamını bulmaktadır. Olmayan iktisadi formasyonun çıktısı bulunmaktadır. Bunun açıklaması olarak ta üretim ilişkilerinin çözüldüğü ancak insan üzerindeki etkisinin kısmi olarak kaldığı söylenmektedir. Vb.

Yani toplumsal formasyonları coğrafya özgülünde çözümlerken klasik nitelemelerin içeriği çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Ülke özgülünde yaşanan çelişkilerin en derin yaşandığı ve sınıflar arası çelişkilerin açık olarak yaşandığı coğrafyalarda önderliklerin doğru yol çizmesini de önderlik yapabilmesini de maddi koşullar gerçekleştirmiştir. Paris Komününden, Rusya devrimine, Çin Devrimine ve diğer ülkelerdeki devrimlere tümden baktığımızda bilginin de birikerek bize miras kaldığını görürüz. Devrimciler; herhangi bir coğrafya da ki devrimci bilgiyi ülkelerinin koşullarına uygulamak istediklerinde hiçbiri birebir uyumlu girinti ve çıkıntılar içermediğini görmektedirler. Ancak kaba ezberci yoldan da taviz vermemektedirler. Oportünizmin en bariz söylemi ‘ koşulların değiştiği’ gerçeğinin eğilip bükülmesidir. Koşulların değişmesi denen şey olarak modern bir üretim aracının coğrafyada bulunması bu tipler için gerekli veridir. O üretim aracının dünyada hangi coğrafya da hangi toplumsal formasyonda hangi üretim ilişkileri sonucunda oluştuğu, bu coğrafya ya geliş şeklini irdelememektedir. Yani ülkenin toplumsal formasyonunu tespit ederken çıplak olan gerçek yerine, giydirilen elbisenin büyüsüne kapılmamak gerekir. Bir ülkenin üretim ilişkileri tespit edilecek ise geçici olan ile kalıcı olanı, var olan ile tasarruf edileni birbirinden ayırt etmek gerekir. Bunu nasıl belirleyeceğiz?

Yaşanan coğrafyanın kendi öz üretim ilişkileri, üretici güçlerinin gelişim düzeyi ancak ve ancak bağımlılık ilişkileri sonucunda oluşan gelişmenin göz ardı edilmesi ile elde edilebilir. Enerji kaynaklarından tutun da üretim araçlarının geliştirilmesine kadar ki süreçlerin kendi öz varlık ve dinamikleri ile hangi durumda olduğunu tespit etmek gerekir.

Örneğin;

Tarımsal üretim için gerekli olan tüm girdiler nereden nasıl sağlanmaktadır? Traktör vb. araçlar, tohum vb. şeyler, su, enerji, gübre vb. şeylerin nereden temin edildiği devrim amacı güdenler için önemli olmak zorundadır. Aksi takdirde hem devrim mücadelesi sürecinde hem de devrimin gerçekleşmesinden sonraki zamanlarda üretim ilişkileri de eskisi gibi olmayacak kara sabanı mumla arayacaklardır. Tohumun, enerjinin, suyun, gübrenin, nerede üretildiği o zaman önem kazanacaktır. Gübre için gerekli azot ve fosfatın tamamının ithalatla temin edildiği bir ülkede fabrikanın varlığı da hikâyeden ibarettir. Tohum yoksa eğer üründe yok demektir aslında. Devrimciler üretim ilişkilerini incelerken sadece belli üretim araçlarının, belli nüfus sayılarının üzerinden yola çıkıp bunlar arasındaki ilişkilerin çözümlemesini yapar iseler, borçlandırılarak mal sahibi gibi görünen tüketici yığınlarını, olmayan, açığa çıkmamış değerleri harcadığını fark etmeyen insanların harcamalarını da gelişme olarak değerlendirdiğimizde, kriz vb dönemlerdeki yokluğu da açıklayamayacakları gibi çözüm de üretemeyeceklerdir.

Sınıfsal yapının tahlili dost ile düşmanı ayırt etme de dostlar arasında kurulacak ittifaklarda, program oluşturma, yön belirleme, sorun çözme vb. her türlü şeyde altlık oluşturmaktadır. Bu nedenle farklı tahliller yapan devrimci örgütlerin programatik görüşlerinin de polemik tartışmalar zemininde kızgın ateşlerde dövülmesi şarttır. Yani savunulan düşüncenin sağlamasının da yapılması gerekir. Ancak bilimsel gerçekler olan, Komünist bir parti, onun askeri gücü vb. olup olmaması gibi konular değil, niteliğinin ve bileşenlerinin hangi sınıflardan oluşacağı tartışılmalıdır. Gün bize büyük çerçeve de şunu söylemektedir.

Gelişmeyen tüm üretim ilişkileri gelişenin önünde engel teşkil etmektedir. Bu eski üretim biçimleri hangi sınıfların ittifakıyla hangi sınıfları tasfiye edecektir? Devrimciler bu savaşa önderlik edecekler midir? Sorusu hem ülkemizde hem de dünyamızda gündemde olan bir sorundur. Dünya ölçeğinde baktığımızda Marksist Bilim sürekli olarak saldırı altındadır. Devrimci tüm önderler, pratikler, fikirler saldırı altındadır. Marksist bilim entelektüel, günü geçmiş, kolu kanadı kırılmış halde kitlelere sunulmaktadır. Marksizm’in en birikmiş aşaması olan Maoizm Çin’de doğmuş üvey evlat gibidir.

Dünya da Emperyalist cephe, yerelde Komprador Burjuvazi ve onun müttefikleri Maoizm silahıyla kuşanmış halklardan korkmaktadır. Uzun süreli ve sonu tahmin edilemez savaşlar yerine kısa süreli silahlı-silahsız halk ayaklanmalarını yeğlemektedir. Bu bugünün ideolojisine rengini vermektedir. Belediye Sosyalizmi, Legal Parti sosyalizmi, dernek vb. sosyalizmi, zamanını bekleme sosyalizmi vb. sosyalizm türleri üzerinden kitlelerin bilinci ile oynanmaktadır. Devrimin yolunu Tarih bize açık ve net göstermektedir. Kitlelerin kendi sorunları için örgütlenmelerini sağlamak, duygu düşünce ve tepkilerini açığa çıkaracak olan araç ve gereçleri oluşturmak devrimci her örgütün asli görevi olarak müdahale beklemektedir.

Dünyanın kırları uzun süreli Halk savaşı için erlerini beklemektedir. Nihai kurtuluş için şehirlerin desteğine, şehirlerinde kırlardan kuşatılmasına kadar ki süreçler için Komünist Partinin güncel ihtiyaçları vardır.

1-Parti okulunun oluşturulması(tarih, ekonomi politik, örgütlenme vb. aslı konular öncülünde vd. konular)

2-İç yayın organın süreli düzenli halde işler olması(matbaalarının oluşturulması)

3-Ülke genelinde kitle gazetesinin süreli düzenli halde işler olması(matbaalarının oluşturulması)

4-bilişim ve istihbarat birimlerinin oluşturulması(askeri nitelikle kuşanması)

5-Askeri birimlerinin organlarının hem şehirde hem de kırsal alanda faal olarak güncel sorunlara çözüm üretmesi(bulundukları alanda halk komitelerinin kurulması, güncel yaşadıkları her sorunda karar almalarının sağlanması)

6-Legal olarak tüm dostlar ile bir ortak hareket merkezinin oluşturulması

7-kültür sanat vb. tüm faaliyetler için merkez olarak bir kültür merkezinin kurulması

a-tüm pratikler için toplanma karar alma vb. ihtiyaçlar için kullanılması

b- faaliyetler için kitleleri beklemek yerine onların evine işyerine vb. neresi uygun olur ise oraya üs kurup kültürel ve sanatsal eğitimler ve üretimler o yerlerde doğrudan insanlara ulaştırılmalıdır. Onların üretimlerinin yaşam bulması gerekmektedir. Kitlelerin kendini en iyi şekilde ifadesi böyle bir çalışma ile mümkündür. Salonlara, düğün saraylarına vb. sıkıştırılmış etkinlikler devrimcilerin yöntemi olamaz.

8-Sendikal mücadele için en yakından uzağa doğru bir ortak çatı oluşturulması, eskimiş miadını doldurmuş, kitlelerin güvenini yitirmiş olan Disk, KESK vb. sendikal örgütlerin alternatifi olarak yeni bir yapılanmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

9-Gençlik örgütü(tüm organları)

10-Kadın örgütü(tüm organları)

11-Kızıl ordu(şehir örgütlenmesi, kır örgütlenmesi)

12-Hem devrimin öncü sınıflarına hem de müttefik sınıflar ile iletişim sunacak yol gösterecek, sorun çözecek tv kanalının kurulması

13-Parti kadrolarının işçi ve köylüleştirilmesi

 Vb. ihtiyaçlar gün gibi ortadadır. Acil görevleri ve güncel pratiği görmezden gelerek değil hepsini bir bütün olarak değerlendirmek gerekir.

Kitleler devrimin kanı değildir. Devrimi yapacak olanlardır. Kan olsa olsa Komünist Partidir. Bu nedenle insanların güncel sorun ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek, perspektif sunacak üst organlara ihtiyacı vardır. Kitlelerin görevi kendi sorunları üzerine düşünmek, kafa yormak, hareket etmektir. Partinin görevi ise harekete niteliğini vermektir. Hareketi, devrimin çizgisiyle izdüşümsel olarak üst üste getirmektir.

Kitleleri tanımayanlar kitlelerin hareketlerini de anlayamazlar. Bu sebepten ötürü örgütlenme esastır. Örgütlenmek için gerekli araçların varlığı da esastır. Bu araçlar bireysel faaliyetlerin özgülünde olmayıp, bireylerinde yokluğunda işlevsel olmaları sağlanmalıdır. Bunun için aracın sürekliliğin sağlanması gerekir. Her örgütlenme biçiminin türüne göre sınırları vardır. Yasal bir gazete Partinin kitle yayın organı gibi hareket edemeyeceği gibi bir sendika da amaçları dışında kullanılamaz. Bir halk komitesinin de sınırları vardır. Bu sınırlılıklar doğru tespit edilemez ise hem görevler işbölümü içerisinde bütüne yönelik canlı gelişen bir yapıya kavuşamayacaktır. Hem de doğru yerde doğru zamanda doğru bir pratik yönelim içerisinde bulunamayacaktır.

Örneğin: Gülsuyu mahallesinde gerçekleşen direniş askeri olarak desteklenememiştir. Kitlelerin direnişi ve coşkusu özünü kendi dinamiklerinden almaktadır. Kitleleri(bu kelime katı bir şeyden bahsediyormuşum hissi veriyor ) hareket ettirmek yetmediği gibi onları savaştırırken onları korumakta gerekir. Onları koruyamazsanız sizi terk eder. 1970 pratiğinde de görüldüğü gibi faşizmin insafına kalırsınız. Tüm coşku korkuya, karşılıklı güvensizliğe dönüşür. Benzer süreci Gezi ayaklanmasına uyguladığımızda da göreceğimiz üzere kitleleri koruyacak savaş aygıtları yeterli seviye de değildir. Komprador burjuvazi gerek krizi gereği gerek halk yığınlarının hareketi sonucunda faşist kolluk güçlerini en aktif şekilde kullanmaktadır. Bu hareketin sınırlarını da halk yığınlarının askeri savunmasının olması ya da olmaması belirlemektedir. Düşman güçlüdür. Düşman donanımlıdır. Düşman savaş araç ve gereçlerine sahiptir. Peki, biz sahip miyiz? Değiliz.

Bu nedenle küçük burjuva akımlarının çelişkinin özgünlüğündeki nesnelliğini küçümsemeden ancak kendi yolumuzda da bir an bile duraksamadan hareket etmeliyiz. Önder İbrahim KAYPAKKAYA bir an bile duraksamadı. Esir düştüğünde de kararlılığını sürdürdü. Onun açtığı yolu kavrayamamak demek, şehir küçük burjuvasının akşam saat 5 te çocuğunu okuldan alması gerekliliğinden doğan sosyalizmini de anlayamamak demektir. Kendi sınıfsal çıkarlarını proletaryanın çıkarları gibi sunmasıdır bizim için sorun olan. Son dönemdeki güncel gelişmeler şehir ve kır küçük burjuvazinin özlemleri ile somut bilimsel gerçekleri birbirine karıştırması sonucu(tarihe bakılırsa her dönem bu akımlar vardır. Ve kırdan şehre göçlerin yoğunlaştığı her dönem yüksek sesle söylenmeye başlar) daha da belirgin hale gelmiştir. Ve bu sınıfların duygu düşünce ve isteklerini karşılamaktadır. Ancak nihai kurtuluş için ışık olamamakla birlikte tarihten gerekli dersleri de almadığı için hevesi her devrimci hareketin sonunda kursağında kalmaktadır. Dünyada yüzlerce örneği gün gibi ortada dururken, tarihimiz bu pratiklerle dolu iken, Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao önderlerin pratikleri yolumuzu aydınlatırken, İbrahim yoldaşın, Ali Haydar’ın ve tüm şehit düşmüş neferlerin tecrübeleri bize yol gösterirken dogmatizmden kopmak diye sunulan yenilenme, günceli kavrama, Marksizm’den kopmak anlamını taşıyacaktır. Zaman kısa süre de bunu doğrulamak üzeredir. Emperyalistler arasında yaşanan kriz sonucunda, sürdürülebilir kapitalizm etiketiyle, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere doğru akan sıcak paranın geri ödeme günleri geldiğinde, belirgin hale gelecek olan çelişki, Türkiye de borçlandırılmış her kesim için kıyım olacaktır. Bu kıyımdan başta köylüleri, işçileri, küçük burjuvaziyi, küçük meta üreticilerini, finans sektörünün kafa emekçilerini, uzun yol şoförlerini bilimum tüm sektörlerdeki devrimin öncü güçlerini ve müttefiklerini silindir gibi ezecektir. Eğer sınıfsal yapı tahlili yapacaksınız devrimden çıkarı olan sınıfları bu silindirin altında bulabilirisiniz.

İyi Çalışmalar

Taner Özcan

91692

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Taner özcan

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar