Pazartesi Mayıs 20, 2024

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Unutmamak ve unutturmamak için O’nu ve bize bıraktığı; devrimci duruşu, demokratik çalışma tarzını, kaplayıcılığını, sahiplenişini sürekli anlatacağız. Anlatmakla da kalmayacak, mirasını sürdürmek için “aynı” alanlarda durmaya, daha fazla durmaya devam edeceğiz.

Kurucusu olduğu Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu (ATİF) bünyesinde faaliyet yürüten Tohum Kültür Merkezi (TKM) Ulm’a üye olmamda O’nun payı çok büyüktü. O’nun ölümünden sonra üye olsam da, bunda payı çok. O, TKM’yi sürekli tüm devrimcilerin kullanımına açan önemli bir kişiydi. Düzenlediğimiz panel, söyleşilerin yoğun katılımlı olması için yoğun çaba harcayarak büyük katkı sunardı. Bu toplantılarımızda bizzat bulunur, görüşünü de belirtmekten geri durmazdı.

Belki biraz tekrar olacak ama, iki yıldır dile getirdiğim duygularımı, daha da genişleterek tekrar paylaşmak istiyorum sizlerle. Bu duygularımı tekrar tekrar dile getirmekten geri duymayacağım. O çok daha fazlasını hak ediyor.

Benden 6-7 yaş büyüktü. 40 yıl önce yaş farkı çok gibi duruyordu, sonraları gitgide yıllar geçtikçe ara daralmıştı. Ama O, bizim hep yol gösterici yoldaş abimizdi. Ve o kadar alçak gönüllüydü ki, O bana ve diğer sevdiklerine yaş farkı gözetmeksizin abi abla derdi.

Çok erken oldu be Dursun Yoldaşım.

Seni kaybettiğimiz günlerde de duygularımı yazıya dökmüş “Senin yokluğun büyük bir eksiklik yaratacak. Ama mirasına sahip çıktığımız oranda, bu eksiklik en aza indirgenecek, bunu da biliyoruz.” demiştim. Az bile demişim.

Ölüm yıldönümü aynı günlere (28.02) denk gelen ünlü yazarımız Yaşar Kemal ne güzel demiş: “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, gönlü kadar yer kaplar.” Bu söz en çok da Dursun Çaktı’ya yakışıyordu. Cüssesi büyük değildi ama, yüreğiyle bulunduğu tüm alanı kaplardı. Yani o kadar geniş ve kocaman yürekliydi.

Ben 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası, 6 gün sonra 18 Eylül geldim Almanya’ya (Şansa pasaportum hazırdı. Yoksa zor çıkardık). Yani 42 yıldır fazla bir süredir buradayım ve o zamandan beri tanıyorum kendisini. O 24, ben 17 yaşındaydım. Ben Kurtuluş’çu, O Partizan’cıydı. 42 yıl önce Ulm-Söflingen’deki dernekteydik sürekli. (Yıllar öncesinden başlayarak, çok iyi örgütlenmişlerdi.)

En çok onunla tartışırdım ve bu tartışmalarda sesimizi yükselttiğimiz zamanlarda oldu tabii ki, ama bir gün bile dargın ve küskün durmadık. O’na kızmak mümkün değildi, tartışırken peşin hükümlü davranmıyordu. Teorik donanımlıydı. Hepimizden daha fazla bilgiliydi ve sürekli kendini geliştiriyordu. Hiç bir zaman tartışmada ezmeyi seçmedi, üslubunu bozmadı. “İlkelerde savaş, devrimci ahlak ve tavır” için de muazzam bir örnekti.

Ben ondan yedi yaş küçüktüm ama bana da abi derdi. O herkese abi derde… Eşim Ayşegül’e de “abla” derdi. Halbuki o hepimizin abisiydi.

Bugünlerde Kosova’yı daha fazla işliyorum. 17 Şubat bağımsızlığın yıldönümü, 28 Şubat Kosova’nın Mandelası Adem Demaçi’nin doğum günü, 7 Mart Adem Jashari’nin katledilmesi ve devam eden sömürgeci Sırbistan’ın provokasyonları… Ve yine bir çok konuda olduğu gibi Dursun Yoldaşım aklıma geliyor. “Kosova, Arnavutluk ve çevresi bir gezi-tarih turu ayarlasana Şenol abi” derdi sürekli. Tabii ki tarihe ve bölgeye ilgili ve meraklıydı biliyorum. Çünkü dünyanın tüm bölgelerine ve halklarına yakındı. Anlayacağınız, aslında tur muhabbetinin gezmekten öte, benim ilgi alanıma, Arnavut oluşuma ve konuyu sürekli işlememiş olmamaydı ilgisi. Yani destekti onun tavrı. Çok isterdim onunla bu bölgeleri gezip, enternasyonalist yoldaşımla üzerine konuşmayı…

O, hayatın her alanında vardı. Türkiye halklarıyla dayanışma hareketinin en ön saflarındaydı. Göçmen ve azınlık olmaktan kaynaklanan haklar mücadelesinin de en başındaydı. İşçi sınıfı mücadelesinden, sendikal mücadeleye ve barış hareketine önem verirdi. Türkiye’deki seçimler kadar, Almanya’daki seçimler için de aktif faaliyet yürüttü.

O sadece Ulm sokak, meydan ve salonlarında değil, Almanya ve Avrupa’nın bir çok ülke ve kentinde etkinliklerde, bıkmadan usanmadan sürekli yer aldı.

Gazete, dergi, bilet sattığımızda onun da orada olmasını çok isterdik ve önce ona verirdik. Bir kez olsun geri çevirmediği gibi, herkesin alması için de büyük çaba harcardı. Kimse yoksa, biletlerden bir-iki adet değil, 4-5 adet alırdı.

Evet çok alçak gönüllüydü, yani mütevaziydi, dinlerdi, sorardı anlamaya çalışırdı ama taviz de vermezdi devrimci ilkelerden…

Ölümünden 4-5 ay evvel hastalığını ilk duyduğumuzda, ‘ağır’ bir durum değildir diyorduk. Nasıl derdik ki? “Tek bir hap bile kullanmıyorum, herhangi bir rahatsızlığım yok” derdi sürekli.

Bir öğrendik ki pankreas.

Kötü yıkıldık.

O bize moral vermeye çalışıyordu “Bunu da atlatırız, teslim olmayız” diyordu.

Sonra bir duyduk ki sadece pankreas da değil.

Yayılmış lanet olası kanser illeti.

Çok daha fazla yıkıldık ve beklemeye koyulduk hep birlikte.

Koronavirüsü salgınına denk gelmesi de ayrıca bir sorundu. Kendisini ziyaret de edemiyorduk. Arada kısa telefon konuşmalarının da sonu gelmişti son günlerdi.

Bu ortamı hiç hak etmeyenlerin başında geliyordu O. İyi günde, kötü günde herkesle sürekli ilgilenirdi. Şimdi o rahatsız ama biz onu ziyaret edemiyor, uzun uzun muhabbet edemiyorduk.

Biraz grafikten anladığım için, afişleri pankartları bildirileri roketleri hazırlamam için ricada bulunuldu. O anda babamın sözü geldi aklıma; “Düğünle cenaze beklemez” derdi.

Görselin en güzelini, en yakışanını yapmak istiyor haliyle insan. Ama en zorlandığım grafik çalışmalarımdan biriydi. Bir türlü ölümü yakıştıramıyordum kendisine. Öldüğü hemen o saatte duyulmasın, insanlar şok olmasın diye, baskıya gece gönderdim afiş, rozet, pankart ve bildirileri. Olur da “Önce oradan geçenler görür” diye çekindim. Dedim ya; konduramıyordum ölümü kendisine.

Bir yandan, zaten gidip göremiyoruz diye kahroluyorduk. Aynı durumu taziyesi ve cenaze töreni içinde düşünüyordum sürekli.

Üç-dört gün Tohum Kültür Merkezi’nde taziyesi oldu ve her gün dernek içi ve önünde yüzlerce insan toplandı. Taziyede arada anons ediliyordu, “Lütfen uzun kalmayalım, şehir dışından gelenlere öncelik tanıyalım…” diye. Sosyal mesafeye de dikkat çekildi sürekli.

Cenaze töreninden önce şöyle demiştim yazımda: “Yarın anma ve cenaze töreni var, Ulm’un Merkez Mezarlığında. 100 kişinin üstü yasak. Napalım, yüzü aşarız tabii ki, ama binler adına orada olacak 100 ve üzeri…”. Ve yanıldım. Tüm uyarılara rağmen, 700’ün üzerinde katılım vardı anmada. Korona ve “dışarıdan gelmeyin” uyarılarına rağmen bu kalabalık. Normal bir zamanda binleri bulurdu katılım.

Yazımı uzatmamak için şimdilik yine virgül koyuyorum.

Demokratik Kitle Örgütlenmesi

Yazımın başında da belirttim; Tohum Kültür Merkezi’ne üye olmamızın en büyük nedenlerinden biri Dursun Yoldaşın yaklaşımıdır, devrimcilerin birliği için, yakınlaşması için gördüğü “tutkal” işlevidir.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğimiz ve benim de üçüncü kez üye olarak yer aldığım Tohum Derneği’nin 47. Genel Kurulu gerçekleştirildi. Dernek, ölümünden sonra da O’nun meyvelerini vermeye devam ediyor. Son bir-iki yılda derneğin üye sayısı oldukça arttı. En önemlisi de farklı, yeni üyelerin farklı gelenekten devrimci-demokrat ve yurtseverler olması.

Son kongrede de demokratik kitle örgütlemesi üzerine tartışma yaşandı. Kendim de özellikle tartışmaya katılmış olsam da, bu tartışmayı anlamlı buluyorum. Keşke daha geniş çerçevede yapılsa ve kongre beklenmese bu tartışma için. Arada, muhabbetlerde, yazışmalarda, söyleşilerde ve diğer ortamlarda tartışmanın derinleşmesi, Tohum Kültür Merkezi’nin daha fazla güçlenmesini beraberinde getirecek, anti demokratik yaklaşım kendine zemin bulamayacak.

Bu kongrede, yine farklı gelenekten aktivist iki arkadaşımızın üye olacaklarını beyan etmesi beni çok mutlu ederken, zaten sürekli gelişen ve büyüyen derneğin, geleceğe yönelik demokratik kitle örgütlenmesi yolundaki gelişimi, büyük umut verdi.

Başka bir yazımın-yazılarımın konusu olacak olan Demokratik Kitle Örgütlenmesi (DKÖ) üzerine, yıllar sonra önemli bir ilham kaynağı ve gelişmelerden biri Tohum Kültür Merkezi. Darısı, Almanya ve Avrupa genelinin başına.

Her alanda demokratik ve sosyalist demokrasi tarzının yerleşmesi mücadelesinden asla taviz verilmemeli. Mücadelemizin başarısını da belirleyecek olan en önemli tarz bu.

Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

Evet, Partizan’ımızı sonsuzluğa uğurlamamızın üzerinden iki yıl geçti. Ama O her zaman mücadelemizde yaşamaya devam edecek. Her zaman anacak, O’nu sürekli yazacağız, gelecek kuşaklara anlatacağız.

Dursun Çaktı, giderken de tüm devrimci-demokrat ve yurtsever yelpazeyi bir araya getirerek, her zaman yaptığını bize bir kez daha yaptı. Devrimci dayanışma sergilendi anmasında. Kesin, bu yıl da, önümüzdeki yıllarda da bu durum böyle devam edecek.

O grupçu değildi. Bir tutkal görevi görüyordu.

Tam anlamıyla yoldaştı, yoldaşımdı.

Sana sözümüz devrim ve sosyalizm.

Seni özlüyoruz devrimci-sosyalist enternasyonalist yoldaşım.

Partizan Yoldaşım, seni mücadelemizde yaşatmaya devam edeceğiz…

Hüseyin Şenol – 20.02.2023

2147

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Sayfalar