Pazartesi Mayıs 6, 2024

ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

İnsanın karşısındakinin acısı önünde ne edeceğini, ne diyeceğini bilemeyip lâl kaldığı zamanlar vardır… Yüreğinizin sancısı canınızı yakar, nerenizin yandığını kestiremezsiniz. Her türlü teselli sözcüğü anlamsızlaşır; dualar, ağıtlar ipinden kopmuş balonlar gibi havada seyreder nafile… “Adalet/hak/hukuk”a dair kelamlar karikatüre dönüşür, gülmek düşmez aklınıza.

Otuz dört ananın gözlerine bak(ama)mak böyle bir duygu. İstekleri öyle yalın, öyle kırılgan ki oysa… Irak’a “kaçağa gitmiş” oğullarının, katırlarıyla birlikte dönüş yolunda, Şırnak’ın Qileban ilçesi Roboskî mevkiinin Irak sınırından içeri uzanan dağlarında, gözleri önünde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait jetlerce bombalandığını bilmemizi istiyorlar yalnızca. O ışıl ışıl bakışlı, güzelim çocukların bedenlerine ait parçaların yine katır sırtında Roboskî ve Beju köylerine taşındığını… Onlar bu felaketin henüz bilincine varmamış, canlarının başucunda feryat ederken üstlerinden Türk jetlerinin alçak uçuş yaptığını…

 Ve bu katliamın “neden” olduğunu birilerinin kendilerine anlatmasını istiyorlar… “Yanlışlık olmuş, pardon”; “Biz onları PKK’lı sandıydık”; “Zaten kaçakçıymışlar”; “Alın şu yazmaları… Ayrıca da helalinden yüzyirmişer bin lira… Arzu ederseniz bir miktar koruculuk kadrosu da tahsis edelim size!” hoyratlığı yüreklerini soğutmak bir yana, daha da, daha da cırmalıyor…

Gözlerinde kapanmaz bir uçurum, uzatıyorlar o dünya güzeli çocukların sevecenlikle çerçevelenmiş fotoğraflarını gözlerinize… Kalem gibi incecik, saçlarını yatırmış, afili bakışlı otuzdört delikanlı. Onlu, yirmili yaşların pervasızlığıyla, aldırmazlığıyla gülmüşler objektife. Biri askeri üniformalı! Taş çatlasa onbeşindeki bir başkasının anasına “Ne kadar güzelmiş oğlun,” dediğimde duyulur duyulmaz bir sesle yanıtlıyor beni: “Güzel”. Belki Türkçesinin yetmezliği; ama bence oğluna “di’li geçmiş zaman”ı yakıştıramayışından… Yakışmıyor, gerçekten; hiçbirine yakışmıyor…

Bejulular, Roboskîliler ve bütün Anadolu Kürtleri, soğuk bir Aralık gecesi sabaha karşı yedikleri bu apansız baskının, yaşatıldıkları katliamlar zincirinin bu en taze, en akılalmaz halkasının anlamını kavramaya çalışadursunlar; onlara bu zulmü yaşatanların kılının kıpırdamadığı besbelli. Diyarbakır’dan Roboskî’ye her birinde ayrı ayrı durdurulup kimliklerimizin alındığı, birinde ise (ne hikmetse Konya Savcılığı’nın izniyle) üstlerimizin arandığı on kontrol noktasındaki askerlerin, komutanların gözlerinde en ufak bir mahcubiyet emaresi bul bulabilirsen… Roboskî/Uludere onlar nezdinde “Bölücü terör örgütü yandaşları”nın olay çıkarmak için istismar ettikleri bir bahane daha, yalnızca. Katliamın birinci yıldönümünde Roboskîlilerin, Bejuluların acılarını paylaşmak, içine düştükleri yalıtılmışlık uçurumunda ellerini tutup bir nebze olsun içlerini ısıtabilmek için yanlarına koşan BDP’lilere, kitle örgütleri temsilcilerine, devrimcilere, sosyalistlere, feministlere “potansiyel suçlu” muamelesi çekerken ne denli eminler kendilerinden… Mustafa Muğlalı’nın, atalarına layık olmak için çırpınan torunları…

Ya başbakan? Bombardıman sıcağında katliamı gerçekleştiren komutanları tebrik eden… ne zaman Uludere lâfı açılsa “niye teröre kurban gitmiş şehitlerimizden bahsetmiyorsunuz?” diye diklenen… “Para verdik, eşlerimizi ziyarete gönderdik, daha ne istiyorsunuz?” sakilliğine sarılan… katliamla ilgili bir özrü “hele dava sonuçlansın hele”ye öteleyen; Roboskîlilere aba altından “öyle ucu bucağı belli olmayan örgütlerin oyununa gelmeyin” sopasını gösteren…

AKP’liler bugünlerde “devlet olmanın dayanılmaz ağırlığı”na kaptırdılar kendilerini. İktidarı ele geçiren mazlumun “zalim”e metamorfozunda son perdeye ulaştık. Yıkım kelebeği kozasını deldi, kanatlarını açtı.

Türkiye’de “devlet olma hâli”nin kimi kaideleri vardır, bilinir… Ezilenler/sömürülenler karşısında ceberut olursun, bir. İnkârcı-asimilasyonist olursun, iki. Muhaliflerini baskıyla susturur, susmayanları tepelersin, üç. “Hep haklı, hep hakkı yenmiş”i oynarsın, dört. Biz ölümlülerin aklının eremeyeceği, bilmemizin akıl sır ermez zararlara yol açacağı bir takım hikmet”ler doğrultusunda hareket ediyormuş gibi davranırsın, beş… Bu “kalıp”ları dolduran, bu ülkede “devlet” olmayı hak etmiş demektir; Osmanlı’dan T.C.’ne uzanan kallavî bir “raison d’état” geleneğinin elinden alır “ustalık” belgesini. Nice acemi yamak, devlet kapısında böyle terbiye olmuş, biz naçiz reayayı idare etme ber’atını kazanmıştır. Artık sıra AKP’de…

* * *

Roboskî’nin karanfili kanıyor. Nafile “adalet” nutukları atarak durduramayız o kanı. O anaların dinmek bilmeyen yürek sancılarını “hesabını soracağız” sloganlarıyla söndüremeyiz.

Bu acı belki gerçekten de bir mahkemede sonlanır. Yargıç ve savcı kürsüsünde Roboskîlilerin yer aldığı, sanık sandalyesinde ise asker ya da sivil, katliam emrini verenlerin, uygulayanların, onları alkışlayanların, olayı saptırmaya, zamana yayarak sündürmeye çalışanların, suskun kalanların… oturduğu bir “ezilen halklar mahkemesi”nde.

Böyle bir mahkemenin verdiği hüküm ne olursa olsun, “halkların kardeşliği” adını verdiğimiz şey, ancak ondan sonra hayata geçebilecektir.

 

30 Aralık 2012 16:31:48, Ankara.

108735

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar