Salı Mayıs 28, 2024

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir. Elbette bu yöntem yeni değildir. Antik çağ Yunan döneminden beri bilinir ve yeri geldiğinde gerçekleri çarpıtmak isteyenlerce kullanılır. 

Marks-Engels’in diyalektik materyalizmle kendilerinden önceki felsefeden bir kopuş sağlaması safsatacılığa önemli bir darbe vurmuşsa da, halen sınıflı toplumlarda yaşıyor olmamızla bağlantılı olarak devrimci saflarda dahi bunun görüldüğü olmaktadır. Mesela 3. Enternasyonal’in çöküşü tartışmalarında sosyal şovenizmin teorisyenlerinden olan, bir dönemin büyük devrimcisi Plehanov’un safsatalarıyla Lenin’in uğraşmak zorunda kaldığını görüyoruz. “Diyalektiğin yerine safsatayı koyma soylu sanatında Plehanov rekor kırmıştır” der Lenin ve devam eder: “Safsatacı, ‘kanıtlar’dan birini çekip alıyor, oysa daha Hegel, dünyada her şey için kesinlikle ‘kanıt’ bulunabileceğini söylemişti haklı olarak” der. (Lenin, Seçme Eserler, C: 5, s. 191) Tabii safsatacılıkla hareket eden Plehanov, Kautsky ve diğerleri tam da gerçekle yüzleşmeyi reddettikleri için 3. Enternasyonal’in çöküşüne yol açtılar. Lenin ise gerçeklerin devrimciliğinden beslenerek, tüm dünya ezilenlerine büyük zaferler armağan etmiştir. Sadece bu örnek dahi safsata ile diyalektik yöntem arasındaki farkı kavramanın, bunları ayıklamanın ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.

Komünist partilerin de yaşayan organizmalar olduklarını, dolayısıyla her dönem çeşitli sorunlar, krizler yaşanabileceğini biliyoruz. Uluslararası komünist hareketin tarihi kadar kendi tarihimizde de bunun sayısız örneği vardır. Bilinir ki, bir sorun, bir kriz çıktığında kimse tartışmadan, polemiklerden kaçınamaz. Zaten komünist partilerin çelikleşmesi, yaşamın akışını yakalayabilmesi de aynı zamanda bu tartışmalar, polemikler yoluyla yürütülen mücadele ile olmaktadır. Bu yöntem, gerçeğin ortaya serilmesinde temel bir önem taşır. Fakat gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyenler, sorunları birbirine karıştırarak, çok bağırıp kuru gürültü yaparak, karalama ve yaftaları peş peşe sıralayarak bunu engellemeye çalışırlar. Elbette ilk anda bu kuru gürültüleri, safsataları, “gerçek” olarak kabul etmeye yatkın pek çok kişi vardır, olacaktır. Ama çok açık ki Lenin’in dediği gibi “bununla yetinen insanlara ‘düşüncesiz’ ve hafif denir ve kimse onları ciddiye almaz.” Böyle bir duruma düşmemek için araştırmak, süreci anlamaya çalışmak, bütünlüklü bir çözümleme yapmaya çalışmak şarttır.

Hegel’in “tarihsel bütün büyük olaylar ve kişiler sanki iki kez yinelenir” sözüne Marks “Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi olarak, ikincisinde kaba güldürü olarak” diye ek yapar. Hatırlanacağı gibi örneğin köy boşaltmaların, faili meçhullerin en yoğun olduğu dönemde, sonradan da ortaya çıktığı gibi düşmanın yönlendirmesinin de belli etkisiyle komünist harekete darbe yapılmıştı. Yine komünist parti iç hukuk çiğnenmiş, devrimci kadrolara yönelik saldırılar yaşanmıştı. O zorlu dönemde “konferansçılar” olarak anılan kadro ve militanlar, haklı olmanın bilinci ve inancıyla hızlı bir şekilde yeniden komünist partinin inşasına giriştiler, darbeye karşı çok açık, net tutum aldılar. 23 yıl sonra aynı anlayışla ama bu sefer çok daha dayanaksız savunu ve safsatalara sığınarak komünist harekete aynı şeyler yaşatılmaya ve güçten düşürülmeye çalışılıyor. Fakat bu sefer dogmatizmlerinden     bürokratlıklarına, darbeciliklerine kadar her şey ortada olduğu için vaziyet “kaba bir güldürü” durumunu aşamıyor. Tam da bu yüzden elde kameraların olduğu polisiye yöntemleri aratmayacak tarzda, Özgür Gelecek gazetesine saldırabiliyorlar. Kaba bir güldürü halini aşamıyorlar çünkü ideolojik/politik/örgütsel çizgileri kolektifin son yıllardaki durağanlığının, mücadeleye cevap olamayan halinin yaratıcısıdır. Devrimci kadroların, tamamen tüzüğe uygun şekilde itirazlarının nedeni budur. Çünkü sınıf mücadelesine cevap olamayan bir örgütün devrimcilik iddiasının içi boş bir böbürlenme olduğu hem kendi tarihimizden hem de ustalardan öğrendiklerimizden bilinir. Açıktır ki, öncü misyonunu taşıdığını söyleyen kolektif, artçı teori ve pratikleriyle sınıf mücadelesinden uzak bir noktaya  düşmüştür. Bunu sorgulamak, buna çözümler üretmeye çalışmak, yanlışın nerede olduğunu bulmayı istemek “hizip yapılıyor” safsatasıyla engellenmeye çalışılmaktadır. Oysa çok sayıda komitenin ve Komsomolun imzaladığı bildiride de görüldüğü gibi kolektifin çoğunluğu, çoktan iradesini yitirmiş ve karar alma hakkı bulunmayan ancak sahtekarca en üst organın adını kullananlar tarafından birdenbire “hizipçilik, Menşeviklik…” olarak ilan edilmiştir! Oysa tarihimiz bu tür durumlarda ne yapılması gerektiğini Mehmet Demirdağ ve diğer yoldaşların pratiğiyle göstermiştir. Ama anlaşılan o ki bu anlayış sahipleri, Mehmet Demirdağ yoldaşın pratiğini değil darbeciliğin pratiğini esas almış ve onların yolundan yürümeye başlamıştır. Lenin’in dediği gibi düşmanla savaşmak amacıyla yürüdüğümüz bu yoldan, sizin çağırdığınız darbeci anlayıştan malul “bu yola” gelmeyeceğiz! Siz istediğini yere gitmekte özgürsünüz, biz de bu savaşım yolunda gitmekte özgürüz.

“Gerçekler devrimcidir!”

Kürt sorunundan kadın sorununa, güncel-politik tavırlardan gençlerin örgütlenme politikasına, kullanılabilecek mücadele araçlarına kadar pek çok konunun “somut koşulların somut tahlili” uyarınca ele alınması ve aktif politika izlenmesi zorunluluğu ortadadır. Fakat bu konularda yani politik tavır gerektiren konuların, dogmatik bir tarzda programdan ya da programın dogmatik yorumundan (ki bilindiği gibi kolektifin bir programı yoktur), teoriden çıkarılması kolektifi sınıf mücadelesinden koparan en önemli nedenler olmuştur. Oysa biz ustalardan hangi aracı “mutlak” bir şekilde kullanacağımızı değil, bütün savaşım araçlarına hakim olmamız gerektiğini ve öncesinden mutlaklaştırarak bu konuda elimizi, kolumuzu bağlamamamız gerektiğini öğreniyoruz. (Bakınız: Lenin, C: 10, s. 156, Ne Yapmalı?, s. 52) Biz ustalardan, Marksizm’in bir dogma değil, bir rehber olduğunu öğreniyoruz. Ve “önümüzdeki dolaysız mücadelenin şiarının belli bir programın genel şiarından” (Lenin) çıkarılamayacağını biliyoruz. Politikada kendi güçlerimizin, düşmanın, dost güçlerin ve kitlelerin durumunun tahlilini önemli görüyoruz. İşte tam da bunlarla bağlantılı olarak “sorunların ayyuk çıktığı” konunun HDBH olması tesadüfi değildir. Kaypakkaya’nın çığır açıcı yaklaşımlarına rağmen Kürt ulusal sorununun çözümünde bu kadar etkisiz olunmasına, düşmanın yoğun saldırıları karşısında güçlerin birleştirilmesine karşı dogmatiklerin, “güçlü bir direniş” göstererek darbe yapmaya kadar gitmesini ve bunu “hizipçilik” safsatasıyla örtmeye çalışmasını, sosyal şovenizmin etkisi dışında açıklamak mümkün değildir. Söylem, edimle uyuşmuyorsa bu sorgulanmak zorundadır. Bundan kimse kaçamaz!

Dogmatik bürokratizmin son hali referandum karşısında alınan tavırla ortaya çıkmıştır. Lenin tarafından da çok açık ve net olarak “özel koşullar altında uygulanabilir olan özel bir mücadele aracı” olarak tanımlanan boykot, her koşul ve durum altında savunulan bir “araç” haline getirilmiştir.

Bütün bu bahsettiğimiz konular, son yıllarda proletarya partisi içerisindeki gerilimli konulara işaret etmektedir. Bunlara dair yaşanan tıkanıklıkların bir an önce çözümlenmesi gerekirken, buna yönelik öneriler, tüzüğe uygun atılan adımlar gayrı meşru ilan edilmiş, gerçekler çarpıtılmıştır. Bütün açıklamalara rağmen diyalektiğin yerine safsatayı koyan Plehanovcu iktidar bağımlılarıyla yolumuz aynı değildir. Bu durumda bize düşen, “Gerçekler devrimcidir” diyen Mehmet Demirdağ yoldaşın izinden yürümektir.

44577

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Partizan'dan

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

HDK AVRUPA KURULMASINA DAİR YAKLAŞIMIMIZ

ATiK Konseyi Avrupada demokratik – devrimci örgüt ve kurumların birlikte mücadele yürütme konusunda yeni birlik platformu tartışmalarına ilişkin olarak HDK-A ( Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa) örgütlenmesi önerisini tartışarak görüşünü açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre, ATiK Demokratik Güçbirliği platformlarının ( DGB ) devam ettirilmesini daha uygun olduğuna karar vererek, HDK-A platformu tartışmalarına eleştirel yaklaşımını da açıkladı.
Yapılan değerlendirme ve açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ankara saldırısını “YPG Yapmıştır”-Dursun Ali Küçük

*TC nihayet senaryoyu yumurtladı…

Özür ve yüzlesme

Ermeni Soykırımı'nın 100.yılı anma etkinliklerinde,geride bıraktığımız 2015 yılında Türkiye'den beklenilen Özür açıklaması yine gelmedi.Acaba bir yüz yıl daha mı beklenecek ?Bu duruma şaşırmadık.İnsan veya toplumun kendi geçmişi ile yüzleşip özür dilemesi,hiç bir zaman onu değersiz kılmaz,küçük düşürmez,aksine yüceltir.Uluslararası alanda ise saygın konuma getirir.Bunun çeşitli örnekleri mevcuttur.Aksi hallerde ise Katil devlet,veya Barbarlar olarak anılmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Faşizmin daha karanlık günlerini yaşamak istemiyorsak, KÜRT ulusunun direnişine destek ver

Yıllardır emperyalist gerici savaşları ve amaçlarını yazdık, dilimizin döndüğünce söyledik. Emperyalistler arası savaş koşulları hızla Ortadoğu'da yayılıyor. Bugün bu gerici emperyalist savaşa karşı tavır almak, bölgemizde ve dünyada gelişen savaş kışkırtıcılığına karşı tavır almak insanlık görevidir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalist devletler yaşadıkları ekonomik sermaye krizini, Ortadoğu’da, Baltıklarda ve Ukrayna'da derin emperyalist savaş krizine dönüştürülmüş durumda. Savaşı, yalnızca tankla, topla, nükleer silahla yürütülen bir yol olarak anlamamalıyız.

"Mevzuatı Koyun Bir Kenara, Zihniyeti Devreye Sokun"

Erdoğan'a kim "Reis" ismini yakıştırıp takmışsa tam isabet tutturmuş. Kutlamak gerekir bu isim uzmanını! Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı değil de, tıpkı bir sokak kabadayısı. Ülkeyi gayrı resmi kanunlarla yöneten, kendi koyduğu yasaları dahi hiçe sayan, korsan kanunlara ölesiye sevdalı, "astığım astık, kestiğim kestik! Kimse bana karışamaz!" heytleri çeken; anlı şanlı, aynı zamanda her tarafına insan kanı bulaşmış ‘Reis’ Recep... 

AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”

AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.

Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar. 

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Sayfalar