Perşembe Mayıs 2, 2024

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Mülteci” dedikleri insanların ağırlıklı bir bölümü, Kürtçe ve Arapça; iki dili birden konuşuyorlar. Yani kim oldukları belli; kimliksiz bir insan topluluğu değiller!!! Biz yokuz ama bunların arasında! Biz Türkiye topraklarındaki katliamlardan, ölüm haberlerinden, tutuklananlardan…nefes alabilip de etrafımıza bakamadık bir türlü.

Bunlara göz mü kapatmalıydık-kapatmalıyız! ASLA! Ama…..

Yabancılar Meclisi, 1971’den bu yana Almanya’nın yüzlerce kentinde-kasabasında; vatandaşlık alamamış insanlar için oluşturulmuş bir “politik taleplerini iletme” aracı. İşlevini görebilmiş-görememiş; ayrı birşey. Ama kuruluş amaçlarından; bizzat yabancılar tarafından uzaklaştırıldığını, kolay yolların tercih edildiğini söylemek pek yanlış olmaz.(Sadece belediyelerin verdiği bütçeyi kullanmak, politik gelişmeleri takip edip bunlara ilişkin düşünce iletme ısrarını yakalayamamak vb.sıralanabilir. “Camiciler”in bu Meclisler’de ağırlıklı yeri kaplamayı başardıkları gerçeğine göz atılırsa, daha bir çok şey söylenebilir. Ki bu ayrı bir yazı konusu olur…)

Yabancılar Meclisi Seçimleri vardı 29 Kasım’da Almanya’nın Hessen Eyaleti’nde. (Ha kısa bir not; “Göçmenler, Göçmenler..” diye anılsak da, bir sürü buna ait proje-kurum ismi duysak da, resmi istatistiklerde; çocuklarımızdan-gençlerimize kadar adımız “yabancı” olarak geçiyor. Ve bunun değiştirilmeyeceği sık sık beyan ediliyor. Zaten ‘bu değişsin’ diye bir talep de yok ortada!). Mültecilerin ilk giriş yaptıkları “iltica kampları” buralarda da olduğu için ve son aylarda yoğun bir giriş gerçekleştiği için; seçmen oranı neredeyse iki katına çıktı. Yani 2010’da yapılan seçimlerde 490.000 kayıtlı seçmen varken, bu sayı yaklaşık 620.000’e ulaştı bu yıl. Binlercesi geldikleri gibi uçaklara istiflenip, geri gönderilmelerine rağmen!!!

Binlerce Euoro bu seçimlerin giderleri için ayırıldı. Gazeteler, televizyonlar, radyolar günlerce “mülteciler seçime” reklamları yaptılar. ONLARIN TEK KELİME BİLE ALMANCA BİLMEDİKLERİNİ BİLDİKLERİ HALDE! Gelecek yıl yapılacak olan yerel seçimlerin de reklamları yapılmış oldu bu arada. Her parti bu seçimleri destekledi. Basın açıklamalarında bulundu ve “biz gelenlerin dostuyuz” mesajları verildi. Tam da Noel dönemi. Her şey toz pembeydi.

Hessen Eyaleti Yabancılar Meclisi’nin bir çok il ve kasabada korunabildiği tek eyalet. Diğer eyaletlerdeki şehirlerin çoğunda “Auslaenderbeirat” ismiyle anılmıyor artık bu Meclis. Ya “Integrations-Migrationsbeirat” diye anılıyor, ya da başka benzeri isimlerle. Sebep? Seçimlere katılım neredeyse hiç denecek düzeylere düşmüş.

Peki bunca reklam sonrası Hessen’de neler oldu?

Frankfurt gibi 178.825 seçmen kaydı bulunan bir şehirde, 10.628 kişi oy vermeye gitti.

Darmstadt’ta; 24.146 seçmenden, 1.086 kişi oy vermeye gitti.

Kassel’de 25.448 seçmenden, 1.621 kişi oy vermeye gitti.

Wiesbaden’de; 46.695 seçmenden, 2.335 kişi oy vermeye gitti.

Yani tüm reklamlar duyan zihinlere yerleşti; yaklaşık %6’lık bir seçime katılım gerçekliği bizleri rahatsız bile etmedi. Tabi resmi olarak bu işi sürdürenleri, bu işin 1971’den beri bir iş olarak sürdüğünü bilenleri, bu işten ekmek yiyenleri; “sonraki seçimler ne olacak”ın sancısı tuttu şimdiden.

O; “seçme hakkı insan hakkıdır” diyen kurumlar, mültecilerle basında boy gösterenler de, seçim sonuçlarını ağızlarına almadılar. Yarın da buna ait hiç bir konuşma yapmayacaklar.

Peki biz?

Türkiye’ye “Mülteciler” için verilmesi gereken ödenek onaylandı. Yani oralardan, buralara insanların akın etmesine kısa vadeli bir sünger çekildi.

İsveç’e kadar varan yeni “İltica Yasaları” düzenlemelerini duyuruyor medya. Yığınla yasa resmileştirildi.

Almanya’da vatandaşlığı olmayanların “Şartlı Tahliye” misali; belirli şartları yerine getirmedikleri takdirde, Türkiye’ye “tahliye” edilmeleri resmileştirildi.

Yaklaşık bir10 yıldır hizmet olarak sunulan, okuma-yazma ve dil kurslarına; gönüllü çalışanlar organize edildi. Ama “başarısız” olanların uzun vadedeki “tahliyeleri” için yasalar hazır duruyor.

“Gana’mı yoksa başka bir Afrika ülkesi mi “İltica Merkezi” olarak kurulsun?” tartışmaları, gayet hümanist; hiç kimsenin itiraz edemeyeceği biçimde sürdürülüyor. Kesin karar ufukta görünüyor.

Engin Erkiner’in, “Fransa’da seçim, Avrupa’da ırkçı sağ” başlıklı yazısında belirttiği gibi; “Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin ve Kürtlerin …seçimlere ilgisi hangi düzeydedir, diye sorarsanız; ne siz sorun ne ben söyleyeyim”.

Bulunduğumuz ülkelerdeki gelişmelere gözlerimizi kapatırsak, yarın olabileceklere bırakalım karşı gelebilmeyi; kendimizi koruyacak, haklarımızı omuzomuza savunabilecek topluluklar olarak sokaklara çıkmamız bile imkansızlaşacak. Çünkü toplu olarak sokaklara çıkan her  baş, ayrı bir “sosyalizasyon-hukuk” kuralı içerisinde muamele görmekte. Yani bu anlamda bir “ortak payda” içerisinde değiliz hepimiz. Hepimiz ayrı statülerdeyiz!

Hiç birşey için geç değil. Belki belli bir yaş kuşağının bütün bunları takip etmesi mümkün değil; hatta imkansız. Ama bu konuda bilenler var, yazanlar var; “sınıf mücadelesinin dışındalar” diye damgaladıklarımız var. Belli başlı vakıflarda İnsan Hakları Mücadeleleri’nde sesini asla kesmeyenler var. Yazanlar-söyleyenler var.

En azından yeni nesli bu havuza bırakabilmeliyiz. Bilgilenebilmelerine, aktarabilmelerine yol sunabiliriz. Bizim gibi konuşup-söyleyip-yazmalarını istemeden; yeni bir ufuk keşfetme yolculuğuna teşvik edebiliriz.

Kısacası bizler; bulunduğumuz ülkelerdeki en temel insani hakkımızın “Seçme ve Seçilme Hakkı”mızın peşinde dahi olamamışız. Ve bunun kamuoyuna nasıl ışıltılı sunulabildiği günlere gelmişiz-geldik. Bizi ilgilendirmese de; kamuoyunun başka türlü bilgilendirildiği günlere geldik. Ve bizim, bu bilgilendirişten-bilgilenişten haberimiz yok! Duymak-göstermek istediklerimizi; duymanın-göstermenin peşindeyiz. Bu da olmalı, ama ya diğer ayağı?

Çok zor günlerden geçiyoruz ve daha da zor günler gelecek. Daha fazla geç kalmamalıyız…

Nasıl 2002’de yürürlüğe giren “129 a-b” Yasaları’na inanmakta zorlandıysak; bu yasalara da inanamıyoruz. Başımıza gelmedikçe inanamıyoruz.

Biraz “mizah-abartı” olacak ama, belli mi olur; BELKİ DE BİZ SÜRGÜNLER, BİR ON YIL İÇİNDE KENDİMİZİ GANA’DA BULACAĞIZ.

63232

Ganime Gûlmez

Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Ganime Gûlmez

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar