Perşembe Mayıs 2, 2024

Serkan : Rober Koptaş

Her ölüm erken ölümdür demiş şair, ama doğru değil. Bazı ölümler gerçekten erkendir, bazıları değil, işin aslı bu.

25 Ekim günü kaybettiğimiz genç arkadaşımız Serkan Çağlı, onun erken ölümü, bizlere hayatın, hayatlarımızın, içinde boğuştuğumuz meselelerin nasıl küçük, nasıl bizler gibi fani, nasıl bizler gibi tek nefeslik olduğunu hatırlattı en çok.

Serkan hakkında yazmak istedim, çünkü bu evlatçık, bu oğlancık, 34 yıllık kısacık ömrüne, belki 340 yıla yetecek kadar dostluk ve sevgi sığdırmayı başarmıştı. Bunları elde etmek için kendini oradan oraya atmadan, hiç büyüklenmeden, hep sessiz ve nazik, hep olduğu gibi olarak.

Serkan, 1980’de Lice’de doğmuştu. Anası Hatun, babası Cercis; kardeşleri Yusuf, Elina, Metin, Silva, Hülya, Çiğdem, Deniz ve Serkan. 1915 karanlığından en acı payları almış, can vermiş, hayatta kalabilmek için kimliğini gizlemek zorunda kalmış bir ailenin geride kalanları, kılıç artıkları. Ama aynı zamanda umutları, yarına açmış çiçekleri…

Ondan üç yaş, okul hesabıyla ise beş sınıf büyüğüm. Yollarımız, İstanbullu Ermenilerin, fakir fukara çocukları okusun ve barınsın diye kurdukları okullarda, Karagözyan’da, Tıbrevank’ta, yazları Kınalıada’daki çocuk kampında kesişti. Aynı yatakhanelerde uyuyup, aynı karavanaya kaşık salladık; iyisiyle kötüsüyle, çocukluğun benzer ruh hallerini yaşadık. Sonra, Aras Yayıncılık’ta bize bir yaz çıraklık etti. “Etti” dediysem lafın gelişi, nihayetinde hepimiz hayatın çırağıydık, hâlâ da öyleyiz.

Serkan’ı anlatacak tek bir kelime bulmaya çalıştığımda, gencecik yaşta toprağa verilmiş biri için hiç de sürpriz, hiç de şaşırtıcı sayılamayacak bir sıfat geliyor aklıma: İyi.

İyiydi, çok iyiydi Serkan. Biliyorum, herkesin ardından aynı şey söylenir; biz öte dünyaya göçen herkesi “iyi biliriz”, ama mesele bu değil. Mesele bu değil, çünkü Serkan gerçekten iyiydi, çok iyiydi. Sessiz, sakin, gözlerinin içi gülen, çalışkan, varlığıyla insanı rahatlatan, yardımsever, gülmesini de, ağlamasını da bilen bir çocuk.

Çok sevdiği sınıf arkadaşları da aynı şeyi söylüyor. Murat mesela, “Sizin ekipte en iyi adam kim diye sorsalardı, herkesin vereceği cevap hiç şüphesiz Serkan olurdu” deyip ekliyor: “Bir insan nasıl olur da doğduğu günkü saflığından, güzelliğinden, iyiliğinden hiçbir şey kaybetmez. Biz, Serkan’da bunu hiçbir zaman anlayamadık.”     

Bir diğer arkadaşı Seto da, “Sınıfın sübyanlarındandı; hem de en naifi, en safı, en kibarı, en kötü olmayanı” diye anlatıyor onu. Ari, “Serkan, kibarlık, temizlik, saflık, iyi niyet demekti” sözleriyle onaylıyor Seto’yu. “Serkan, saf iyiliğin bu dünyada vücut bulmuş haliydi” diyen Bedo ise, şu yürek yakan lafı ediyor hemen ardından: “Serkan, aslında hep alacaklı olduğu halde kendini sürekli borçlu hisseden insanlardandı.”

Bu nur yüzlü Serkan portresinin göze çoğu zaman görünmeyen karanlık yanı herhalde tam da bu cümlede gizli: “Serkan, aslında hep alacaklı olduğu halde kendini sürekli borçlu hisseden insanlardandı.”

“Neden?” diye sormak geliyor içimden hemen. Neden? İnsan alacaklı olduğu halde neden borçlu hisseder ki kendini?

Hangi yaralar, hangi bereler, hangi ezilmişlikler, hangi dermansız dertler bir insanı hiç durmadan bir borcun ifası için yaşamaya, sürekli iyi olmaya iter? Küçücük bir çocuk, hangi kötülüklerden korunmak için iyiliğe sığınmaktan başka bir yol bulamaz? Bu, onun o körpecik ruhuna hangi yükleri yükler?

Serkan’ın bu yaralı yüzünü Ari anlatıyor: “Serkan çok hassas, çekingen, düşünceliydi. Hatta hastalığında bu her şeyi kafasına takan halinin payı olduğunu düşündük. Hastalığının nüksettiği bir sene önceki süreçte sürekli telkinlerde bulunduk her şeyi kafasına takıp sıkıntı yapmasın diye ama nafile, o dönemde bile saçma şeyleri kendine dert etti. Kim bilir, belki biraz da bu yüzden buldu hastalık onu.”

Ben de, yıllar önce, yayınevinde birlikte çalıştığımız yaz, o mutlu görünüşüne rağmen, içini sıkan bir şeyler olduğunu, ama bunun ne olduğunu bir türlü ifade edemediğini, hatta bu mevzu üstüne konuştuğumuzu hatırlıyorum. “Bilmiyorum, ” diyordu, “İçim bir şeylere sıkılıyor, ama nedenini bilmiyorum.”

Serkan, dermansız sandığı derdinin kaynağını muhtemelen gerçekten bilmiyordu. Kendi hayatında mıydı o sıkıntının kaynağı; yoksa hiç tanımadığı büyüklerinden, kendinden önceki nesillerden mi mirastı ruhuna, kim bilir?

Serkan, Lice’de doğup İstanbul’da büyüyen; Karagözyan, Tıbrevank ve Trakya Üniversitesi mezunu; küçük yaşlarında Kadıköy, Üsküdar taraflarında Agos dağıtıcılığı yapan; aslen gümrükçülükle iştigal eden ama her nerede ihtiyaç varsa oraya koşan; Ahmet Kaya’yı, baba oğul Dinkjian’ları, Şiwan Perver’i, Ahmed Arif’i, domuz etini (tövbe estağfurullah!), tulumba tatlısını ve Fanta’yı çok seven; her fırsatta, hele Cahit’le yanyana geldiyse mutlaka halay çeken; tarih kitaplarına ve bilim kurgu filmlerine meraklı, son zamanlarda garip bir şekilde kafayı Bulgar şaraplarına takan; aşkı Ayda’ya ve çocukları Arad’a çok düşkün; can arkadaşı Sarkis’e Lice’ye gömülmek istediğini söyleyen; Berç’e ise “Keşke bu kadar çok çalışacağıma daha çok gezseydim” diyen bir güzel evlatçık, bir güzel oğlancık olarak göçtü bu dünyadan.

Serkan’ın ve benim de okuduğum Tıbrevank, Anadolu’nun türlü yörelerinde kalakalmış Ermeni ailelerin çocukları eğitim görsün diye kurulmuştu 1953’te. Sivas’tan, Malatya’dan, Kastamonu’dan, Amasya’dan, Kayseri’den, Diyarbakır’dan, Siirt’ten gelen çocukların kocaman bir yuva oluşturduğu o okulun ürettiği en büyük değerler, paylaşma, dayanışma, diğerkâmlık oldu. Serkan’ın da parçası olduğu 1999 sınıfı ise, kardeşlikten öteye taşıdıkları sevgileriyle, 60 yıllık bu okulun tarihinde çok özel bir yere oturuyor benim gözümde.

O çocukların her biri, Serkan’ın hastalığı süresince, onunla nefes aldı, onunla hastalanıp onunla sağaldı, onunla tökezleyip onunla ayağa kalktı. Kanseri iki defa yenme noktasına gelen, ama zayıf bedeni onca yüke sonunda dayanamayıp pes eden Serkan’la birlikte her birinin birer parçası da öldü muhakkak. Ama onun sevgisiyle dirilmeyi de bileceklerdir. İnsaniyetleri için, onlara ne kadar teşekkür etsek az.

Allah sana rahmet eylesin Serkan. Nur içinde yat.

 

77910

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Proletaryasız Burjuva Çağı Hayali(!)

 

Telaşlı diplomasi ve açık savaş hazırlığı Nijer: Afrika'da akut savaş tehlikesi!(Rote Fahne (Kizil Bayrak)

26-27 Temmuz gecesi, yaklaşık 26 milyon nüfusa sahip Batı Afrika ülkesi Nijer'de ordu bir darbe düzenledi. Bir önceki başkan Bazoum'u devirdi ve anayasayı askıya aldı.

Frankfurter Rundschau'ya göre Bazoum döneminde Nijer, "İslamcı teröristlerin Sahel'deki ilerleyişine karşı mücadelede Batı'nın son stratejik ortaklarından biriydi".

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

Sayfalar