Pazartesi Nisan 29, 2024

Siyasi Polis, Provokatör veya ruh hastalarıyla uğraşmak zorunda kalmak! Engin Gören

Birkaç gün önce bir sitede bir “yazı” çıktı: “H.Aksu kimdir?” başlığıyla. Yazıyı yazan kadar bu tür yalan, karalama, kışkırtma-provokatörlük üzerine kurgulanan yazıları yayınlayan site de sorunlu olup ortak yön buluyor demektir. Aynı mayadan oluşu mu veya ilkesiz ve kontrolsüzlüğünden mı kaynaklanıyor bilemiyoruz. Ama bu durum ve yaklaşım içinde bulunan bir sitenin ciddiyet taşımayacağı da açıktır. Umarız yayın çizgisini gözden geçirirler diyelim ve geçelim.

Söz konusu “yazı”, “Ovacıklı Piro” diye sahte bir adla yazılmış.  Tepeden tırnağa yalan, yanlış, karalama, küfür dolu aşağılık kişiliğini yansıtan seviyesiz bir “yazı. “yazı”nın sahibi, hedeflediği kişinin, kişilerin veya halkın karşısına açık ortaya çıkamayacak kadar da yüreksizdir.  Niteliğinin ve kimlerin hizmetinden olduğunun ortaya çıkmasından korkuyor provokatör! 

Adı geçen ismi kullanan kişinin devrimci, demokrat ve dürüst biri olmadığı kesin. Halktan namuslu bir insan olsa, devrimci, demokrat bir insan olsa  varsa bir eleştirisi muhataplarının yüzüne karşı yapar, onların içinde bulunduğu yapı, çevre ve çeper içinde  kurallarına göre yapar. Devrimci saflarda ve gerektiğinde kamuoyunda devrimci kaygılarla siyasal eleştirilerde bulunur. İftira, teşhir, küfür ve hakaretlerin ise siyasal bir eleştiri olmayacağı açıktır. 

Polis ve polisle organik bağlarla yürütülen saldırıların her zaman olacağını, uluslar arası ve ülkemiz tarihinde yaşadığımız deneylerle biliyoruz. Bugün de gelecekte de teorik olarak da, pratik olarak da bu gibi durumlar olacaktır. Bunları biliyoruz. Şaşırılacak bir durum değildir.  

Dönem dönem, özellikle sınıf mücadelesinde bir canlanma ve yükselişin olduğu, siyasal yapı, çevre ve kişilerde bir dirilmenin olduğu dönemlerde bu yönlü saldırıların artacağını biliyoruz ve beklenmelidir…. 

Gezi direnişi ile uç veren ve ondan bu yana meydana gelen işçi ve emekçi kesimlerin mücadelesindeki canlanma, bu mücadelenin uzağında olmayan atıl durumdaki insanları, önceki kuşakları biraz daha canlandırmıştır. Çeşitli nedenlerle insanlar bir şeyler yapmak istiyor… Bu durum, sınıf düşmanlarını ve onların hizmetindekileri rahatsız ediyor. İşçi sınıfının ve toplumsal halk muhalefetinin tepkisinden, öfkesinden, mücadelesinden ve yine önceki kuşakların da bir şeyler yapma çabalarından korkan  egemen sınıflar ve onların paralı ve gönüllü hizmetçileri harekete geçiyor. Saldırı ve demoralize yaratmaya, geriletmeye çalışıyorlar… Fincancı katırı ürkütülürse, çıkarı zedelenenlerin saldıracağını biliyoruz. Bu durum, devrimcileri ve devrimci zeminde kalanları korkutamaz ve yıldıramaz, tersine daha da kamçılar….   

Provokatör, Aksu’ya   ilişkin “Hiç değişmemiş, aynı yalancı, palavracı ve milleti karalayan ruhu olduğu gibi duruyor” derken kendisini “doğru”, “dürüst,” “samimi” vb gibi satmaya çalışıyor. Ve tepeden tırnağa da yalanlar dizmeye başlıyor. Bilmediğinden, vakıf olmadığından veya beyni dumura uğramış bir psikolojik hasta olduğundan dolayı birçok şeyi  birbirine karıştırarak dikkatini çekmeye  veya birçok şeyi biliyormuş havasıyla ilgi uyandırmaya, belli simalardan bahsederek saldırı odağını ve güvensizliği genişletme çalışacağını hesaplıyor.

Provokatör, Aksu’nun E.Gencer’e ilişkin yazdığı yazıdan da rahatsızlıkla başlıyor. Erhan’ın biyolojik ölümünü vesile ederek ve  kullanmaya çalışarak  saldıranlara ilişkin başka bir yazıyla yanıt vereceğim için burada geçiyorum. 

Ancak, beyni, yüreği, kişiliği beş para etmez “Ovacıklı Piro” adını kullanan provokatörün sahtekarlığına ilişkin bir-iki noktaya değinmek gerekiyor. “Erhan Gencer'le ilgili de yazmış..” dedikten sonra  “Heso, ikimizde hapisteydik. Bu Erhan Gencer'e senin yanında yer aldığın, … ve senin çeten neler yaptı….bizi dövmeye kalktınız” diyor. Sahtekar Kürt ve Dersim’li şivesi kullanmaya çalışması bir yana, sanki “Heso” dediği arkadaşla aynı hapishanedeymiş izlenimi vermeye çalışıyor. Oysa, Aksu bilinen hapishaneden çıkışından sonra ’82 yazına kadar kesintisiz kırsaldadır. Sonrası da hapishaneye girmiş değildir. Erhan ise 1981 yazında yakalandı, ’86’da çıktı. Dolayısıyla aynı dönemde hapiste değil ki “bizi dövmeye kalktınız” söylemi de doğru olsun. Geriye provokatörün Erhan’la aynı hapishane de olduğu söylemi kalıyor. Tabi hangi hapishanede, hangi saflarda ve pozisyonda… O halde kim olduğunu gizlemeyeydin ki doğruluk dereceni ve nasıl bir unsur olduğunu ortaya koyalım. Ayrıca Erhan’ın dava arkadaşıymış, yanındaymış, birlikte hareket eden bir siyasal kişilikmiş gibi pazarlayıp kötü amaçlarını gizlemeye çalışacağına Erhan’ın düşünce ve kişiliğinden zerre kadar  bir şeyler öğrenseydiniz bu kadar pespaye bir yaklaşımla ortaya çıkmazdınız.

 Erhan’ın, kendi eksikleri de olsa, kendisine yaklaşımda eksikler de görse hiçbir zaman ulu orta eleştirilerle başkalarını karalama hesabında olan bir insan olmadı. İçinde yer aldığı dönem ve sonrası yapıya, arkadaşlarına ve devrimcilere yönelik polisiye yöntemlerle yalan, iftira, yıpratma, güvensizlik geliştirme vb gibi alçakça tutum ve yöntemlere girmeyecek kadar karakter sahibi siyasal bir insandı. Erhan, sizin gibi karaktersiz, ne olduğu belli olmayan, siyasal mücadele yerine gerici ve aşağılık yöntemlerle hareket eden bir insan değildi ki kendinize kalkan yapaya çalışasınız. Orada size yer yok. Erhan’ı alçakça emellerinize alet edemesiniz. Erhan’la  birlikte hareket ediyormuş, ciddi bir siyasal insanmış gibi Erhan’ın arkasına sığınmaya çalışıp Erhan’ı kullanmaya   çalışmak aşağılık bir yöntemdir.  Sınıf düşmanlarına karşı taşımadığı öfke,  kin, nefret ve düşmanlığı devrimcilere kusmaya kimsenin hakkı yok ve müsaade de edilemez.

Provokatör unsur, geçmişte burjuvaziyle birlikte organize saldırı ve çarpıtma  ithamına atıfta bulunduktan sonra “hergün küfrettiğin dönerci…. nin yanına girdin.” derken de hem herkesin bileceği bir yalanı söylüyor, hem de  onları birbirlerine karşı kışkırtmayı hesaplıyor. Ayrıca İsviçre'de ..  “tren garının tam karşısında döner büfen vardı, göbeğin yağ bağlamış” vb diyerek neresinde tutmaya çalışsan elinde kalacak yalanlar sıralıyor. Birincisi, Aksu hiçbir zaman İsviçre’ye yerleşmedi. İkincisi, adı geçen şehir de dahil orada her hangi bir iş yeri olmadı.   Üçüncüsü, hiçbir önemi olmamakla beraber  tarif ettiği tipte hiç olmadı. Dördüncüsü  sistemi yıkmadıkça yaşamını sürdürecek bir işle uğraşılması da aylak ve parazit olmak kadar alçaltıcı değildir. 

Provakatör unsur, “Süleyman Cihan'ın yakalanmasında kendi rolünü hep gizledin. Emniyette donuna kadar çözüldün, insanlar üzerine ifadeler verdin” diyerek adilik yapıyor. S.Cihan 1981 Temmuzunda İstanbul da  yakalandı. Nasıl yakalandığını da hepimiz biliyoruz. Aksu  ise ’77 den ‘82’yazına kadar kırsaldadır ve Süleyman’la da hiçbir  irtibatı yoktur. Ayrıca hapisten çıktıktan sonrada yakalanmamıştır ki çözülsün de insanlar üzerine ifade versin. Kurgu, kötü kurgu ve neresinde tutmaya çalışsan  elinde kalıyor…

Bu adi provokatör unsuru bir kılıktan yakalamak zorlaşıyor. Bir bakıyorsunuz kendisinden olmayan bir dürüstlük postuna bürünüyor. Bir bakıyorsunuz sanki Erhan’ın dava  arkadaşıymış da onun arkasına sığınma çabasına girerek Erhan’ın içinde geldiği örgüte saldırıyor. Bir bakıyorsunuz Apo ve PKK karşıtlığıyla ortaya çıkıyor ve arkadaşı “Apo ve PKK’nin yalakalığını yapıyorsun” diye suçluyor. Bir bakıyorsun “kılıç kuşanıp Dersimlilere saldırıyormuşsun.”, “Dersimlilere de laf etme… bir daha bir yerde denk gelirsem” diye lümpence efeleniyor ve kendi söylemiyle duyum üzerine hareket edip, teyit etme gereği ve ciddiyetini bile taşımadan  suçlamada bulunarak “Dersimcilik” yapmaya soyunuyor. Bir bakıyorsun düşmanla koordineli saldırı ve çarpıtmayla saldırılara muhatap olanların yanında yer alarak “gerçek devrimcileri hedef haline getirdin, dövdürdün” diyerek ayrılan bir örgütün elamanıymış havasına bürünüyor. Bir bakıyorsun “Ha duydum Kürtlük de yapıyormuşsun, be hey soytarı, annen babandan da mı utanmıyorsun, onlar kendine kürt dermiydi?” diyerek şövenistliğini sergiliyor. Bir bakıyorsun “Kürtleri severim, onları için canımı veririm, ama senin gibi sahte kürtçülerden, Dersimlileri kürtleştirmek isteyen apo ve pkk yalakası kişilerden nefret ederim” diyerek tam da devrimci saflarda olmamış, devrimcilikte nasibini almamış irkçi-şöven bir polis veya o nitelikte bir kişilik olduğunu sergiliyor. Bir bakıyorsun “Tikko için adam öldürürler devran döner pkk için öldürürler, … yarın mhp için birilerini hedef alırsa şaşmayın” demekle devrimci, demokrat  saflarda yer almamış ve devrimcileri karalamak için kullanılan kişiliklerin jargonuyla konuşmakla kendini ele veriyor. Bir bakıyorsun “Heso tanıdın mı beni? ensendeyim lan, Metris'te elimden kurtuldun….. 1979 Ocak ayı sana neyi hatırlatıyor?” (önce şunu da belirtelim: Metris hapishanesi askeri darbeden sonra açıldı. Aksu ise ’77 den sonra bırak Metris’i hapishaneye düşmedi. İkincisi ’79 da ise kırsaldaydı…) diyerek tam bir özel hareketçi, işkenceci siyasi polis ağzıyla konuşarak meşrebini ele veriyor. 

Görüldüğü gibi Provokatör  kötü çuvallamış. Suçüstü yakalanmış durumda. Bereket durumu bilen insanlar hayatta. Ya durumu bilen olmasa? …  

Doğru veya yanlış siyasal eleştiri ve tartışmalar olur. Ona saygı duyulur. Bunun amacı, hedefi ve yöntemi farlıdır. İnsanlar tartışma ve eleştirilerden  karşılıklı öğrenir, ders çıkarılır. Hemfikir olunmasa bile arkadaşça, dostça veya yoldaşça fikir mücadelesi sınırları içinde kalınır. Ama provokatör veya ruh hastalarının yaklaşım ve yöntemleri farklıdır. Başka amaç, hedef ve hesaplar taşırlar. Yöntemi de yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi alçakçadır. O halde açıktır ki devrimciler, demokratlar ve devrimci kaygı güdenler yazı yazarken veya eleştirilerde bulunurken buna  dikkat etmelidirler. Bu her iki karşıt yol arasındaki farkın bilinçi ve sorumluluğuyla hareket etmeye özen göstermeleri gerekir. Her yer ve alanda sınıf düşmanlarıyla aramızda sınırlar açık, net, berrak ve belirgin olmalıdır. Aksi halde niyet ne olursa olsun provokatörün durumuna düşülür….Herkes yazmakta özgürdür,sonuclarına katlanması kaydıyla....

8 Mayıs 2014 / Engin Gören

93742

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar