Cuma Nisan 26, 2024

Solu Liberalleştirmek

 

Sol’u liberalleştirme; onu devrimci özünden kopararak, burjuva düzen içi bir hareket haline getirme ve burjuva sistemine karşı toplumsal devrimci alternatif olmaktan çıkarma çabaları, solun tarihi kadar eskidir. Toplumun burjuva-proleter kampa bölünmesinden bu yana da, burjuvazi, sol’u sol olmaktan çıkarmanın her türlü yolunu denemeye, şiddetin yanında, ideolojik ve siyasal olarak onu yozlaştırmaya özel bir önem verdi. 

Burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarları açısından, proletarya sınıfını, baskı ve şiddetin yanında,  ideolojik deformasyon aygıtını çalıştırması doğaldır. Bu emek-sermaye çelişkisinin diyalektik gelişimidir.

Burjuvazi, sol’u liberalleştirmek için devreye toplum içinde ki, özellikle de ara tabakalardan bir çok kesimi devreye sokar. Bunların başında küçük burjuva kesimlerden “aydın”lar gelir. Küçük burjuvazi, büyük burjuvazi karşısında ezilmesine karşın, ideolojik olarak ondan ciddi bir biçimde etkilenir ve burjuvazinin görüşlerini yumuşatarak, “sol” adı altında işçi sınıfı saflarına aktarmaya ve benimsetmeye çalışır. Bu bağlamda, sınıfsal olarak proletarya sınıfının, sosyalizm mücadelesinde dostu olan küçük burjuvazi, buradan hareketle işçi sınıfı içine daha kolaylıkla sızar ve onu ideolojik ve siyasal olarak etkilemeye çalışır. Ve böylece küçük burjuvazi, “sosyalizm” cilalı revizyonist ve reformist görüşlerini işçi sınıfı saflarına aktarır.

Sınıf bilinçli proletaryanın bu tür burjuva görüşlere karşı ideolojik ve siyasal mücadelesi teorik düzlemde önem kazanmaktadır. Ne yazık ki, son yıllarda ülkemizde revizyonist görüşlere karşı idelojik mücadele zayıflamıştır desek yeridir. Bu  mücadelenin boyutu, toplumsal devrimci mücadelenin ivmesiyle doğru  orantılı olarak ilerlemektedir.

Türkiye’de son 40 yıldır Birikim Dergisi çevresi, proletaryanın MarksistLeninistMaoist görüşlerine karşı, yoğun bir mücadele sürdürmektedir. Teorik düzlemde sürdürülen bu mücadele, solu liberalleştirmek amaçlıdır. 1960’larda başlayan ABD ve Avrupa menşeli revizyonist ve burjuva liberal anlayışlar, “sol” adı altında Birikim dergisi tarafından devrimci saflara empoze edilmektedir. Daniel Bell’in “ideolojilerin sonu”, A. Gorz’un “Elveda Proletarya”sı ile devam eden Marksizme karşı cepheden mücadeleler, Birikim Dergisi eliyle ülkemizde yaygınlaştırılmaya ve benimsetilmeye çalışıldı. Elbette, bu  reformist çaba, salt Birikim Dergisi çevresiyle sınırlı kalmadı. Daha geniş bir siyasal yelpazeyi kapsamaktadır. Bunların bütün derdi, işçi sınıfının “devrimci”liğinin kalmadığı ve Marksizmin artık “eski”diği reformist görüşlerin kabul görmesidir.

Buraya kadar, genel bir görünümü kısaca vermeye çalıştık. Daha somuta indirgersek, Gezi (Haziran Ayaklanması)’den sonra, bazı “sol” siyasal yapılarda burjuvazinin beyaz bayrağına karşı varolan hayranlık derecesi ve harareti arttı. Uluslararası alanda işçi sınıfının dünya görüşü Marksizme karşı yürütülen çabalar, ülkemizde bir başka alanda kendini göstermektedir. Proletaryanın kendi bayrağı yerine burjuvazinin beyaz bayrağının altında toplanmayı savunan ulusalcı anlayışlardır. Daha açıkca söylenirse; kemalist cumhuriyet, bizim küçük burjuvazinin hep handikapı olagelmiştir. Bir eli sosyalizmde iken, bir eli de burjuva kemalin eteğinde asılı kalmıştır. Yer yer “sol” damarları kabarırken, yer yer de, koşulların oluşmasıyla beraber kemalist ulusalcı damarları kabarmıştır. Bu konuyu

Kaypakkaya çok net ortaya koymuştur. Bu kısa yazıda bunun tartışmasına, elbette girmeyeceğiz.

“solu tanımlamak” adlı yazısında, TKP’nin yazarlarından Metin Çulhaoğlu, 22.10.2013 tarihli Sol gazetesinde ki köşesinde; 

“Şu “sol” kavramını günümüz koşullarında güncellemeye ne dersiniz? Diye başlamış ve solu kendi bakış açısıyla güncellemiş. Tam da TKP’nin çizgisine ve giderek ulusalcılığa daha yatkın hale gelen yanına göre bir „güncelleme“ yapmış. Elbette, her pratik adımın teorik bir yanı olması gerekiyordu. TKP’nin „teorisyenlerinden“ kabul edilen Çulhaoğlu’da üzerine düşeni „cumhuriyetin 75. yılı“ kutlamalarından beri büyük bir gayretkeşlikle yapıyor. Ama, TKP’nin ulusalcı yanını, daha doğrusu burjuva kemal yanını „sol“ teoriyle cilalayarak, „ulusalcı“ damgası yemekten kurtulmak için de „teorik“ bir temel oluşturmaya çalışıyor.

TKP, elbette şimdilik „sol“ cenahta yer alıyor. Ancak, „gelenek“çi olduğu kadarıyla da revizyonist ve kemalist hayranlığı çukurundan bir türlü kendini kurtarmadığı, daha doğrusu böyle bir niyeti de olmadığı için, her seferinde, „sol“ tarafının yanına bir de burjuva kemalciliği eklemekte bir sakınca görmemiştir.

TKP, devrimcilerle ortak hareket etme yerine, başta kardeş örgütleri Aydınlıkçılar (İşçi Partisi) olmak üzere, CHP gibi egemen burjuvazinin partisiyle birlikte hareket edecek denli „sol“(!) kalmıştır. Taksim Dayanışma‘sının çağrısıyla, kitlelerin  Taksim‘de toplanmasına karşın, kendileri İP ve CHP ile birlikte Kadıköy’de „Gaz Adam Festivali“nde birlikte olmayı yeğlemiştir. Bu bilinçli bir seçimdir. Çünkü, mümkün olduğunca, radikal devrimci kesimlerle ve  Kürt ulusal hareketi ile yanyana gözükmekten, yanyana durmaktan kaçınıyor. Bu kesimlerle ortak hareket etmek yerine CHP ve İP gibi partilerle birlikte hareket etmeyi daha çok tercih ediyor. Böylece, egemen ulus ırkçılarıyla (CHP ve Aydınlıkçılar) birlikte olmayı „sol“ kavramı içine sokabilmiştir. Çulhaoğlu’nun „sol“u „güncelleme“si tam da bunun altını doldurma gayretidir.

„Sol“u daha önceleri Birikim Dergisi yazarlarından Ahmet İnsel „tanım“lamıştı. İnsel’in, „solu tanımlamak“ adlı kitabı, yukarıda adlarını verdiğim Bell ve Gorz’un görüşleri doğrultusunda Marksizme yönelik ideolojik bir saldırıyı içermektedir. Marx’ı, „ekonomizm“le suçlayacak denli yolunu şaşırmış ve idealizmin çukurunda kendine yol bulmaya çalışan küçük burjuva „aydınlar“ımızın imdadına; TKP’nin „teorisyen“leri de, bir başka cepheden, egemen ulus milliyetçiliğinden, „sol“u burjuvaziye yanaştırmak istemekle, yetişiyorlar. Bu iki farklı cephe, kemalizm konusunda anlaşamasalar da, Marksizmi revize etme ve „sol“u, burjuvazinin kabul edebileceği noktaya çekme konusunda birleşiyorlar.

Konuyu fazla dağıtmadan, Çulhaoğlu’nun “güncellemesi”ni buraya alalım.

„Aydınlanmacılık, Emperyalizm Olgusu ve Emek-Sermaye Çelişkisi.“ Çulhaoğlu, „sol“un bunları kabul etmesini istiyor. Bunları kabul edenlerin „sol“ sayılabileceğini belirliyor. Bu belirlemelerle hem fikiriz. Kendine Marksist diyenlerin bunları kabul etmesi gerekir. Ancak, yazarın, burjuva aydınlanmacılığını sol olmanın kıstasları arasına alıp, ülkemizde en önemli sorunlardan biri olan Kürt ulusal sorununu dıştalaması, onun günümüz için artık „geçerli olmadığını“ söylemesi, bir gerçeğin üstünün örtülmesinin terminolojisidir. Yani, kapitalizmin şafağındaki burjuva aydınlanmacılığını sol kıstasın içine alıp, Türkiye ve Kürdistan’da 30 yıldır kendi kaderini tayin hakkını elde etmek için savaşan ve on binlerce ölü veren Kürt ulusal hareketine yaklaşımı „sol“ olmanın kıstasları arasından çıkarmak, tam da burjuva ulusalcılığın, TKP açısından da egemen ulus şovenizmini sahiplenmenin argümanlarıdır.

AKP dinciliğine karşı, alternatif olarak kemalist burjuvazinin, daha bir başka söylemle; geleneksel Türk egemen burjuvazisinin beyaz bayrağına sahip çıkmak, onun yanında saf tutmak, „sol“ olmanın değil, ama, egemen ulus şovenisti olmanın kıstasları arasına sokulabilir. Özellikle, Türk ırkçılığı tescilli, işçi sınıfı devrimi ve devrimci düşmanı, ve her türlü eli kanlı faşist katillerle birlikte hareket eden; her koşulda ve her ortamda,  MHP ile aynı bulvarda rahatlıkla buluşan, Alman Nasyonal Sosyalistlerin (Nazilerin) görüşlerinden ideolojik bağlamda hiç bir ayrımı olmayan İşçi Partisi (İP, Aydınlık) ile başına „yeni“ ekleyerek „Cumhuriyet“ mitingleri düzenlemek, TKP’nin „aydınlanmacılık“ anlayışında aramak gerekiyor. Aydınlığın „sol“culuğu ile nazilerin „sosyalist“liği arasında her hangi bir fark yoktur. Naziler ne kadar „sosyalist“ idiyse, Aydınlık’da bir o kadar „sol“dur!

“Cumhuriyet mitingleri” düzenlemek kendine “sol” diyen TKP’ye düşmemesi gerekir. Kendini “Komünist” ve “sol” değerlendirenlerin cumhuriyetleri sosyalizm olmalıdır. Çulhaoğlu’nun “emek-sermaye” çelişmesini de “sol” olmanın kıstasları arasında yer vermesi, sınıf mücadelesinden söz etmesi, sorunu bulanıklaştırmanın, TKP’nin şovenist çizgisinin üstünü küllemenin argümanları olarak kabul etmek gerekiyor.

Aydınlık, çok açık bir şekilde, kendisini “kemalin askerleri” olarak değerlendiriyor ve tam da bu görüşü doğrultusunda devrimcilere karşı tavır alıyor ve MHP’li faşistler ile birlikte saldırıyor. Aydınlık, burjuva düzenin gönüllü bekçiliğini yapmaya çalışıyor ve de yapıyor. Aydınlığın, AKP ile çelişmesi, egemen sınıflar arasındaki çatışmada, kemalist burjuva (laik) tarafını tutmasından kaynaklanıyor. Bunun içinde kitlelerin AKP’ye karşı haklı tepkisini kullanmaya çalışıyor. Gezi’de bunu yapmak istedi. TKP gibi örgütler ile de ortak hareket ederek kendini “sol” da göstermenin avantajını elde etmek istiyor. 

Aydınlığın (İP), Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun adını kullanması, “sol” ya da “sosyalizm”den söz etmesi, bunu ideolojik manipüle aracı olarak kullanmasından, devrimci saflarda örgütlenen ya da örgütlenecek kitleleri oradan uzaklaştırıp, burjuva düzenin askerleri haline getirmek için yaptığı siyasettir. Bunu TKP’nin bilmemesinin olasılığı yok. Elbette, sorun “bilmek” ile çözülmüyor ya da doğru saflarda yer alınmıyor. Doğru saflarda yer almak, ancak işçi sınıfı ideolojisiyle donanmak ile olabilir. TKP’de, oldum olası böyle bir şey olmadı. O, hep, burjuva kemalin karşısında durur gibi yapıp, ama onun eteklerini de bir türlü bırakamadı. Şeyh Said İsyanı sırasında, Dersim’in katledilmesinde ve de son PKK önderliğindeki ulusal harekete yaklaşımı, egemen ulus şovenizmin güçlü izlerini taşıdı. Birinci ve ikincisin de açıktan kemalin yanında yer alırken, üçüncüsün de ise “kerhen” ulusal hareketin bazı taleplerini destekler gözüktü. Ancak, o hep şovenist kaldı. Bunu bir türlü aşamadı. Bu nedenle de adını kullandığı “K” ismini hep lekeledi. O “K”yı bir iğreti gibi yanında taşıdı ve ona ihanet etmeye devam etti. Günümüz TKP’nin, sahip çıktığı “gelenek”; çizgi olarak revizyonizmin dışına çıkamadığı ve bundan dolayı da işçi sınıfının 50 yıllık bir kesitini burjuva kemalin “ilericiliği”ne “bağışlayan” bir çizgiye sahip olduğu gibi,  uzun bir süre sosyal faşist bir çizgiyi de “sol” adı altında içine sindirebilmiş bir tarihe sahiptir.

Türkiye’de “ulusal soruna yaklaşımı “sol olmanın “ kıstası olmaktan çıkarıp, burjuva aydınlanmacılığını onun yerine koymak, ülkemizde ki, AKP dinciliğine karşı, kemalist “laik”çiliğin yanında yer almayı ya da onu desteklemeyi öne sürmenin oportünist bel kıvraklığının ürünüdür. Türkiye’de sol olmanın kıstaslarından biri, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunmaktır. Bunu savunmayan ne sol ne de komünist olabilir. Hatta, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak demokrat olmanın kıstasıdır. Bu hakkı savunmayan demokrat dahi olamaz. Evet, bu bir burjuva hakkı, ancak, emperyalizm ve proleter devrimler çağından itibaren, yani 17 Ekim 1917 Rus Devrimi’nden bu yana bu hakkın savunusu ve çözümü proletaryanın temel görevleri arasında yer almıştır.

Bu sorunun olduğu bir yerde, bunu geri plana atmak ya da bu sorun “aşılmıştır” diyerek geçiştirme çabaları, onu yok saymakla birlikte, ezilen ulus karşısında egemen ulus şovenizminin etkisinde kulaç atmakla eş anlamlıdır. Özellikle de ezilen ulusun ulusal demokratik talepleri için ayağa kalktığı bir süreçte, bu sorunu görmezden gelmek, tam da burjuvazinin ırkçı “tek”çi politikasına destek olmak demektir.

Her şeyden önce belirtilmeli ki; işçi sınıfının yanında yer almak, sosyalizmi ve komünizmi savunmak, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadelede proletarya safında saf tutmak, sol olmanın temel kıstasları ve sol olmanın olmazsa olmazlarıdır. Sol, demokrattır, ama, aynı zamanda, o, işçi sınıfının sınıf çıkarının ve mücadelesinin içinde yer alarak sol olma hakkını kazanır. TKP, sol”culuğu, egemen ulus şovenizm derekesine düşürüyor. Geçmiş revizyonist geleneğinden bir türlü kurtulamayan TKP, şimdi sol olmanın dışına doğru adım atıyor ve uzun bir süredir bunu derinleştirmenin teorisini yaparak, geleneğinin revizyonist günahlarına yenilerini eklemeye çalışıyor.

ÖDP, Genel Başkanı Alper Taş’da, Aydınlığa öpücükler göndererek, TKP’nin izinden gitmeye çalışıyor. Ortayolcu gelenek, yine bildiğini okuyor. Ne kendi tarihinden ne de sosyalizmin tarihinden öğrenmeye bir türlü yanaşmıyor. İşçi sınıfının çıkarlarının burjuvaziyle hiç bir şekilde uzlaşmadığı gibi, egemen burjuvazinin bir kanadının askerleri olanlarla da devrimin çıkarlarının uzlaşamayacağını bilmek gerekiyor. İşçi sınıfının sınıf çıkarlarını burjuvazi ile uzlaştırma çabaları, solu liberalleştirme ve burjuva ulusalcılığı kulvarına çekme çabalarıdır. Bizim reformist ve oportünistlerimiz tam da bunu yapıyorlar. Maya baştan bozuk olunca, sonradan düzeltme çabaları bir şeye yaramıyor. TKP gibi, ÖDP de geleneksel siyasetlerini izliyor.

“Sol”, ya da devrimci ve komünistler, “ulusal değerler”i savunmazlar mı? Ya da nereye kadar savunurlar? Bunun yanıtı çok açıktır: Ülkenin emperyalizmden bağımsızlığını savunmak, genel anlamda “sol”un ya da daha özel de devrimci ve komünistlerin sosyalizmin çıkarlarıyla, sosyalist mücadeleyle örtüşür. Ama, burjuva ulusalcılığını savunmak, burjuva ulusal kültürü savunmak ve burjuva ulusal değerlerini savunmak, proleter devrimler çağında gerici bir duruştur. Burjuva bayrağı da bunun içindedir. Kitlelerin o bayrağa sahip çıkması ayrı bir şey, o bayrağı komünistlerin proletarya bayrağının yerine koyması daha başka bir şeydir. Sonuncusu, sınıf bilinçli proletarya tarafından kabul edilemez.

Dinci bir devlet yönetimi ile laik bir burjuva cumhuriyeti arasındaki tercih de, ikincisi tercih edilir. Ama, bu, işçi sınıfını ve emekçileri, egemen sınıflar arsındaki çıkar dalaşına ve de onların yönetim biçimlerinden birinin kuyruğuna takmak anlamına gelmez.  İşçi sınıfı, egemen sınıflar arasındaki çelişmeden, kendi sınıfsal çıkarlarını ve mücadelesini güçlendirmek ve geliştirmek için yararlanır. Ama, asla, birine karşı diğerinin beyaz bayrağını ya da onun diğer burjuva ulusal sembollerini öne çıkarmaz ve de kullanmaz. Tersine, buna karşı sınıfın kendi kızıl bayrağını, ideolojik ve siyasal değerlerini öne çıkarır ve kitlelerin bu değerler etrafında toplanmasını ve mücadele etmesini savunur.

Ayrıca, AKP yönetimi öncesi “laik” kemalist cumhuriyet, ne burjuva demokrasisinin olduğu bir cumhuriyetti ne de “laik”ti. Faşist bir devlet biçimiydi. AKP, buna dincilik maskesi geçirmiş durumda. Birinci cumhuriyet “laik” görünümlü faşist bir cumhuriyet iken, ikinci cumhuriyet ise “din” maskeli faşist bir cumhuriyettir.

Sonuç olarak, TKP ve yazarlarının görüşleri, elbette salt günümüze özgü değil, bunların geleneksel tarihi de, söylem yerindeyse kemalist cumhuriyet bekçiliği olmuştur. Çulhaoğlu, daha cumhuriyet’in 75. Yılı (1998) vesilesiyle yazdığı makalede, sosyalistleri, “Türkiye

cumhuriyetinin değerlerine sahip çıkmamakla” eleştirmişti.1[1] Çulhaoğlu bugün de bu bekçiliğin devam ettirilmesini öneriyor. Çulhaoğlu ve TKP, kapitalizmin feodalizm karşısında yeni geliştiği serbest rekabetçi dönemin ilk dönemlerinin taktiklerini günümüze uyarlamaya çalışıyor. Çok geri de kaldıklarını ve günümüze uygun bir sol olmadıklarını, M. Suphi sonrasından beri biliyoruz. ***28.10.2013

98408

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

Sayfalar