Pazartesi Nisan 29, 2024

“Sözünde durmayan insan beş para etmez!”

“Bütün ülke halkı komünist partisinin on beş yıldır ‘Verilen sözün tutulması ve eylemde kararlı olunması gerekir’ sözüne uyduğunu gayet iyi bilir. Halk kuşkusuz Komünist Partisinin sözlerine ve eylemlerine Çin’deki başka herhangi bir Parti ya da grubunkinden daha fazla güven duymaktadır.” (Başkan Mao Seçme Eserler, cilt 1, s. 329)

Devrimi gerçekleştiren, sınıf savaşımında güven verici önemli adımlar atan örgütlerin en fazla önem verdiği konuların başında gelir “VERİLEN SÖZÜN TUTULMASI”. Önderlik, yönetici kademeler başta olmak üzere kadro ve militanlar, komutan ve savaşçıların devrimci savaşımda ve görev anlayışında temel itim noktası “VERİLEN SÖZÜN TUTULMASI” ilkesiyle güven verici ciddi duruşa ve pratiğe sahip olmasıdır.

İşçilere-emekçilere-ezilenlere ilişkin yapılan her açıklama, her bildiri, ağızdan çıkan her söz bir TUTARLILIK BİLDİRGESİ olmalıdır. Aydınlatmak, bilinçlendirip örgütlemek istediğimiz her işçi, emekçi, her ezilen kesim, sınıf bilinçli işçilerin sözüne, duruşuna, yürüyüş ve pratiğine güven duymalıdır. Sözler ne duvarlarda ne kağıtlarda ne de yazılı kararlarda kalmalıdır. Söz ve karar uygulanmak içindir. Söz ağızdan çıkmadan, karar kağıda yazılmadan önce düşünülüp, ölçülüp biçilerek bir kez yazıldığında ise o işaret fişeği olarak kabul edilmelidir. Eğer amaca yüksek düzeyde bağlılık temelinde söz ağızdan çıkıyor, karar kağıda dökülüyor, emekçi halkın yoksul duvarlarına yazılıyorsa o zaman ne pahasına olursa olsun bedeli ve sonucu nasıl yaşanırsa yaşansın, hareketin pratik yasalarına uygun davranmak gerekir. Yoksa boş gevezeler olunur çıkılır.

Çok zaman duvarlara, bildirilere “yoldaşların hesabı sorulacaktır” diye yazılır. Eğer bu yönlü düşünsel netlik, pratik hazırlık, düşman hakkında kapsamlı ve detaylı bir keşif üzerinden bilgi elde edilmemişse, hesap sorucu militanlar hazır değilse, önce kalemi eline alanın “hesap soruculuk” konusunda kafası net değilse o zaman “yoldaşların hesabını soracağız” ifadesini yazıp yazmamak konusunda kırk kez düşünmesi gerekir. Devrimci tutarlılık bunu gerektirir. Sipariş üzerinden “hesap sorulucuk” örgütlenmez. “Mevzileri boş kalmayacaktır” deniliyorsa eğer, böyle bir fikir ortaya konuyorsa, bu tarzda bir karar alınıyorsa, duvara-kağıda işleniyorsa o zaman gerekleri yerine getirilmelidir. Yani önce bu kararı alanlar, fikri ortaya atanlar “boşalan mevzileri”doldurmak için harekete geçmelidir.

Başta komünist önder Kaypakkaya yoldaş olmak üzere  Süleyman Cihan, Mehmet Demirdağ, Sefagül Kesgin yoldaşların önderlik tarzı böyledir. Onlar bir tutarlılık felsefesinin gerçek özneleriydi. Savunduklarını yaptılar. Aldıkları kararlara önce kendileri uydular. Süleyman Cihan, faşist diktatörlüğün saldırganlığının arttığı en karanlık günlerin yaşandığı 12 Eylül günlerinde ülkede partiye önderlik etme görevini terk etmedi. Proletarya partisine karşı yapılan ilk örgütsel darbenin ardından bölgesel döneminde yaşanan dağınıklığı örgütsüzlüğü tersine çevirmek için bizzat kendisi görevin başında yer alarak, büyük bir çaba ve emek ortaya koyarak parti güçlerini örgütlemeyi-birleştirmeyi başardı.

Partiyi yaşadığı kriz ve kaos ortamından çıkarmak için her türlü bilinçli-örgütlü çalışmayı yerine getirmek için canla başla çalıştı. Zoru tercih etti. Gerekirse bedel ödemekten korkmadı. Kaypakkaya yoldaşın duruşunu örnek aldı ve devam ettirdi. Keza Demirdağ yoldaş da partide yaşanan tasfiyecilik sürecine en etkili ve örgütlü  müdahaleyi yaparak sorumlu düzeydeki yoldaşlarıyla birlikte güçleri toparlayıp birleştirdi.

Demirdağ ve Sefagül yoldaşlar savaş alanının komutanlığına, önderliğine sadece düşünsel eğilim olarak katılmadılar. Bizzat pratik olarak yer alıp devrime hizmet ettiler. Savaş alanlarına önce kendileri gittiler. Yoldaşlarından önce kendileri büyük bedel ödediler. Ve bundandır ki devrimci, tutarlı olana ait ne varsa hafızalarımızda yazılı kalan onlar oldu.

Komünist önder Kaypakkaya yoldaş sadece devrimci bilimin parlayan yıldızı değildi. Aynı zamanda bizzat komutandı. Şafak revizyonistlerine karşı ideolojik mücadelesinde onların hemen her konudaki tutarsızlıklarını mahkum ederek güçlü ve nitelikli bir kopuşu sağladı. Niteliksel bir sıçrama yaptı. Teori ve pratiği birleştirmede TUTARLILIK. Eleştiri-Özeleştiri ilkesinde TUTARLILIK. Silahlı mücadeleyi uygulamada TUTARLILIK hattını bir önderlik ve yoldaşlık tarzı olarak benimseyip uyguladı.

Proletarya partisinin önderleri Cihan, Demirdağ, Sefagül yoldaşlar “silahlı mücadelenin sadece sözünü” etmediler. “Silahı mücadeleyi belirsiz bir geleceğe erteleme hatasına” düşmediler. “Hem partinin hem de ordunun silahlı mücadele içinde inşa olacağını” savunarak, tamamen tersi yönde bir yaşam-duruş ve pratiğin sahibi olmadılar. “Militan mahalli kadroların her türlü gerici bağlarını koparıp bunları profesyonel mücadeleye çekmek yerine onların gerici bağlarıyla” uzlaşmadılar. “Halk savaşının uzun çetin zor bir mücadele olması” gerektiğini sözde tekrarlamadılar. Devrimci savaşım içinde “yenilgi ve başarızlıklardan” korkmadılar. “Sağcı pratiklerini gizlemek için keskin sloganlar” haykırmadılar. Bizzat savaşın içinde son sözlerini söyleyip toprağa düşerken savaş sloganlarını haykırdılar. Hareketin her türlü imkanını kendilerini yaşamak için değil silahlı savaşı büyütüp geliştirmek, sağlamlaştırıp yaygınlaştımak için kullandılar.

Proletarya partisinin önderleri “Bugün ülkemizde devrimci mücadele çok önemli bir noktaya, silahlı mücadele yolunu tutmayan bir akımın bunun adı isterse komünist hareket olsun, kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor” tezini bir eylem kılavuzu işaret fişeği olarak benimseyip, büyük düşündüler, büyük savaştılar. Geriye büyük yoldaşlık bıraktılar. Sınıf savaşımının en çetin, en zorlu görevlerinin bizzat başında bulundular. Çok iyi kavradılar ki sadece silahlı mücadeleden sözde bahsedip özde buna uygun konumlanmayanlar, örgütü ve yoldaşlarını bu yönde harekete geçirmeyenler “sınıf mücadelesinden kopuk laf ebeleri” olacaktır.

Ve yine çok iyi bildiler ki Kaypakkaya yoldaşın önderliğin  inşasına ilişkin tespiti, ülkeden uzakta savaşa, halka, yoldaşlara yabancı yerlerde değil tam da “Komünist önderlik, bugün ülkemizde silahlı mücadelenin alevleri içinde doğup gelişebilir” gerçeğini kılavuz edinip bu düşünceye uygun bir pratiğin sahibi ve özneleri olmayı başardılar.

45986

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Sayfalar