Pazar Mayıs 5, 2024

Tamer Çilingir : Pontos'un son Partizanı:Eleni Çavuş

Son partizan, bir kadındı… Silahlar bırakılmış, mübadeleye uygun olarak sürgün başlamış, bütün Karadeniz’de kendini Rum olarak ifade edenler çoktan gitmişlerdi… Sadece bir partizan, sadece bir kadın terketmedi, 3 bin yıllık topraklarını…

Sadece o kalmıştı koca Karadeniz’de “Ben Rumum, ne aslımı inkar edeceğim ne de gideceğim vatanımdan” diyen… 1924 yılının Aralık ayında son çatışma haberi geldi Nebyan’dan (Bafra)… Yüzlerce askerin kuşattığı bir mağarada günlerce direnen “Eleni Çavuş adlı Pontoslu Rum Partizan ölü olarak ele” geçirilmişti.

ARKALARINDAN AĞLANMAYAN ASKERLER

Kimi askerler vardır, yurtlarını korumak için savaşır ve ölürler;  arkalarından ağıtlar yakılan, ağlanan ve minnetle anılan askerlerdir.

Kimi askerler de vardır ki, sadece kendilerine emir veren bir avuç kan emicinin emrinde, onların çıkarı için savaşır, üç kuruş para için insanlığını satar, başkalarının yurtlarında savunmasız insanlara işkence yapar, onları kendi topraklarından sürer, çoluk çocuk, kadın ayırmaksızın can alırlar. İşte bu askerler, arkalarından ağlanmayan askerlerdir.

Arkalarından ağlanmayan askerlerdendi, Osmanlı’nın İttihatçı askerleri.  Ve 1916 yılının Aralık ayında Samsun/Havza’nın Elmalıca köyündeki Rum evlerini ateşe verdiler.  Taş üstünde taş bırakmayacaksınız emrini almışlardı İstanbul’dan.

Osmanlı’yı, 1.Emperyalist Paylaşım Katliamı’na ortak eden İttihatçılar, savaş ortamını fırsat bilip bir yıl önce 1.5 milyon Ermeni’yi ve 250 bin Süryani’yi soykırımına uğratmış, şimdi de sıra Rumlara gelmişti. Savaşın gölgesinde bu iş bitmeli, Anadolu’da tek bir Hristiyan kalmamalıydı.  Müslüman olan ama Türk olmayan diğerleri ile ise daha sonra ‘hesaplaşılacaktı’. Bu büyük planın amacı tüm Anadolu’nun “Türk Yurdu” olmasıydı.

ELENİ’NİN BİRİCİK OĞLU MİLTİYADİS

Elmalıca köyünde katledilenlerden birisi de 18 yaşındaki Miltiyadis idi. Annesi Eleni’nin tek çocuğu idi Miltiyadis.  Etten, kemikten, ruhtan; aşkla, sağlıkla, huzurla bir ömür yaşamayı dilemiş ama son nefesini acıyla, kederle, hüzünle vermişti annesinin gözü önünde.

Oysa ne umutlarla büyütmüştü Miltiyadisini, Eleni. 1908 yılında yapılan “Devrim” kutlamaları sırasında  Samsun’a  o zaman 10 yaşında olan oğlunu da götürmüş, bu topraklarda Müslümanlarla birlikte huzurlu bir yaşam sürebileceğine olan umudu çoşkuya dönüşmüştü. Oğlu da okuyacak, belki İstanbul’a gidecek, iyi bir mesleği olacak, kendileri gibi yoksul yaşamayacaktı.

Ama ne olduysa bir karanlık çöküverdi  Pontos’un üzerine. Önce Ermenilerin başına gelenleri duydular, dereleri kızıl akıyordu artık Karadeniz’in. Osmanlı, büyük savaşa girmişti ama 1915’de Trabzon’da, Amasya’da, Gümüşhane’deki Ermeniler sürgün edilmiş, sürgün yollarında da öldürülmüş diye laflar dolaşıyordu ortalarda. Rus ordusu Giresun’a dayanmıştı nerdeyse. Rumların da sürgün edileceğinden bahsediliyordu köşebaşlarında. Gizliden gizliye bir şeyler oluyordu; Eleni yıllarca ailesi gibi bildiği Müslüman komşularının gözlerinde artık başka şeyler görüyordu.

Duydukları doğruydu Eleni’nin.

1916 RUM TEHCİRİ

Osmanlı ordusunun namlı komutanlarındandı Vehip Paşa. Alman danışmanlarıyla birlikte bir askeri güvenlik planı  hazırladı.

Osmanlı’nın emperyalist paylaşım savaşına katılması ile beraber askere alma faaliyetleri de artmaya başlamıştı. Rumların bu savaşta Osmanlı adına savaşa katılmayı reddetmeleri, ulusal bilincinin yükselmesiyle birleşince Osmanlı bu durumu tehdit olarak görmeye başladı.  Özellikle de 1916 Mart’ında Osmanlı’ya karşı savaş ilan eden ve kuzeydoğuda Batum’dan, doğuda da Kars yöresinden Osmanlı topraklarına giren Rusya’nın batıya doğru ilerleyişi, bu planın yapılmasının bahanesiydi. Karadeniz’de yaşayan Pontos Rumlarının, Ruslar gibi Ortodoks Hristiyan olmalarının, Osmanlı için ciddi bir güvenlik  sorunu yaratabileceğini ve bu olasılığa karşı önlem almak zorunda olduklarını fısıldadı Alman “dost”ları Vehip Paşa’nın kulağına.

Nitekim askere çağrılan Rumların büyük bir bölümü orduya katılmak yerine dağlara çıkarak firari olarak yaşamayı tercih etmişlerdi. 1915 yılında yaşanan Ermeni Soykırımı’nın ardından sıranın kendilerine geldiğini düşünen, özellikle Pontos (Karadeniz) Rumları partizan örgütlenmeleri oluşturmaya başladılar.

İşte bu koşullarda Osmanlı Devleti “Ermeni Tehciri” nin ardından ikinci bir tehcir kararı aldı. Hükümet ”savaş alanlarına, askeri tesislere yakın ve casusluk faaliyetlerinin görüldüğü Rum yerleşim bölgelerini öncelikli tahliye edilecek bölgeler” olarak belirledi.

ELENİ, NASIL ÇAVUŞ OLDU?

Ermeni ve Süryani Soykırımının yaşanmasının ardından, yeni bir soykırımının önüne geçmek için Rumlar, partizan birlikleri örgütlemiş ve otonom gruplar dağlara çıkmaya başlamıştı. Tehcire direnebilen köy ve kasabalar direnecek, o ölüm yürüyüşlerini reddeceklerdi. Eli silah tutan herkes partizanlara katılırken, birçok köy ve kasabada geride kalan çoluk çocuk, ihtiyarlarlar korunmasız kalmışlardı.

İşte Eleni’nin köyü de bunlardan biriydi. Topal Osman’ın çeteleri, Osmanlı askerlerinin desteğiyle Elmalıca köyünü kuşattığında, bütün Rumlar direneceklerini, yurtlarını terketmeyeceklerini söylediler.

15 yaşın üzerindeki bütün erkekler ölüm yürüyüşlerine katılmak zorundaydı. 18 yaşındaki Miltiyadis de bunlardan biriydi ama kendi ayaklarıyla ölüm yürüyüşüne gitmeyecekti, kararlıydı. Arkadaşlarıyla beraber direnme kararı aldılar, çatıştılar…

Osmanlı’nın İttihatçı askerleri için fark etmiyordu ha ölüm yürüyüşünde ölmüşler ha köyde çatışmada. Bu yüzden öldürmek için ateş etmeye başladılar… Kurşun sesleri yükselirken köyden, kadınlar da telaşlıydı… Hele Eleni, kocasını daha önce kaybetmiş, hayatta bir tek oğluna umut bağlamış, onunla nefes alıp veren Eleni…

Evde silah yoktu, hepsi partizanlara vermişlerdi silahları… Odun kırdığı balta aklına geldi… Bir hışım onu kapıp silah seslerinin olduğu yere doğru koşmaya başladı…

Ama yetişemedi… Son gördüğü bir çavuşun elinde süngüsünü oğlunun kalbine saplamasıydı… Oğluyla göz göze geldiler…

Zaman durdu mu, dünya durdu mu, nefes alıyor mu? Bilemedi Eleni… Tek bildiği oğlunun o mavi gözleriyle ona son kez bakışıydı… Oğlu birkaç metre ötesinde son nefesini vermişti…

Yetişememişti… Dakika geçmedi aradan… Saniye belki…

Eleni, Miltiyadisin; biricik oğlunun kanlar içinde yerde yatarken, süngüsüyle suratını parçalayan çavuşun üzerine yürüdü, yavrusunu yitirmiş bir kaplan gibi, önce çavuşa baltayla saldırdı… Çavuş bir kadından gelen saldırıyla ne olduğunu bile anlayamamıştı… Ama bu defa Eleni’ye saldırdı…

Karadeniz kadınıydı Eleni, güçlü, kuvvetli, cesur… Baltayı çavuşun omuzuna saplamasıyla elindeki süngüyü alması bir oldu… Çavuşun oğlunu öldürdüğü yerden kalbinden sapladı süngüyü…

En çok da oğlunu yüzünün parçalanması dokunmuştu ya Eleni’ye, çavuşun suratına dokunmadı yine de… Ama onu aşağılamak istedi, ceketini ve çizmelerini çıkardı…

Çavuşun kanı, ceketin sol göğsünün üzerine çıkmıştı…

Bir madalya gibiydi çavuş ceketinin sol göğsündeki kan izi ama bu Eleni’nin umrunda değildi. Unutmamalıyım bana ve kardeşlerime çektirilen bu acıyı diye düşündü… Çavuşun ceketini alıp sırtına geçirdi ve dağlara çıktı… O her gün, her saat ona oğlunun öldüren bu adamdan ve ona emir verenlerden nefret ettiği için, unutmamak için bakıyordu o kan izine…

O artık Nebyan dağlarında bir partizandı. Nebyan dağları kadın erkek birçok partizanı, kaptanı sakladı konuk etti ya… Bir tek Eleni, giydiği ceketten dolayı Eleni Çavuş diye anılır olmuştu.

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ

Eleni gibi birçok partizan dağa çıkarken Osmanlı da bu arada, emperyalist paylaşım savaşında yenildi ama savaş Pontos dağlarında bitmemişti… İttihatçıların yarım bıraktığı  yerden bu kez Mustafa Kemal’in askerleri devreye girdiler.

Ermenilerin işi bitirilmişti, Rumların ki yarım bırakılmamalıydı…

Bu yüzden 19 Mayıs 1919 yılında Pontos’a gelen Osmanlı paşaları ilk iş Topal Osman ve çetesiyle görüştü. Ve Pontos Rum Soykırımının ikinci dönemi başladı. Gemi kazanlarında, mağaralarda diri diri yakılarak, boğularak, köylerinde kurşunlanarak, süngülenerek, ölüm yürüyüşlerinde açlıktan, soğuktan ve çetelerin saldırıları ile 353 bin Pontoslu Rum katledildi.

PARTİZAN ELENİ ÇAVUŞ

Ancak partizan hareketi her şeyden önce Rumlara yapılan yoğun saldırılar karşısında büyük bir direniş göstererek, 353 bin insanın katline sebep olacak Pontos Soykırımı‘nın çok daha büyük rakamlarla sonuçlanmasını engellemişti. İşte Pontos dağlarında direniş destanları yaratan bu partizanlardan birisi olarak Eleni Çavuş, Topal Osman ve çetelerinin ve tabi ki Mustafa Kemal’in “başbelası” olmayı hiç bırakmadı…

Karakol baskınlarında, askeri mühimmat taşıyan kervanlara yönelik saldırılarda, halk düşmanlarına yönelik cezalandırma eylemlerinde  hep Eleni Çavuş’un adı geçer.

1 Mayıs 1923 yılından itibaren, Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan ‘mübadele anlaşması’ gereği, kendisine Rum diyenler Yunanistan’a yollanmaya başlar. Sürgüne gidenlerin, 3 bin yıllık topraklarını terkederken yaşadıkları acılar bir yana, “Türküm” deyip geride kalmayı tercih edenlerin yaşadıkları da önemlidir. Birçoğu “yaşamak” için, geçmişini unutmaya çalışmış, çocuklarına, torunlarına yalan hikayeler anlatarak, unutmayı yeğlemiştir. Egemenlere kendilerinin en iyi Müslüman, en iyi Türk olduğunu ispat etmekle ömür tüketmişlerdir.

Sağ kalan partizanlar da silahlarını bırakır, kimi kılık değiştirerek mübadele kafilelerinin arasına karışıp Yunanistan’a giderken, kimi deniz ya da kara yoluyla başka ülkelere kaçar.

Ama bir kişi kalır Pontos dağlarında hem Rumum hem de toprağımı terk etmem diyen…

Eleni Çavuş…

Eleni Çavuş, ne yurdunu terkeder, ne de Rumluğundan vazgeçer. O hala gözleri önünde katledilen oğlunun ve 353 bin Pontoslu Rum için adalet derdindedir. Tek başına Nebyan dağlarında savaşmayı sürdürür.

Ta ki 1924 yılına kadar…

Aralık 1924’te soğuk bir kış günü Nebyan dağlarında Mustafa Kemal’in askerlerince bir mağarada kuşatma altında kalır. Pes etmez, son kurşununa kadar savaşır…

Son nefesini verirken aklında köyü, hayalleri, eşi ve gözleri önünde hunharca katledilen oğlu vardır. Yine komşularıyla özgür ve mutlu yaşayacağı hayatın hayali uzaktadır şimdi…

Yarım kalsa da hayalleri, elinden geleni yapmasının getirdiği huzurla ve sevdiklerine, oğluna kavuşacağının mutluluğu sarar yüreğini…

Günlerce süren direnişin ardından son Pontoslu partizan olarak ölür.

95654

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar