Cuma Mayıs 3, 2024

TKP/ML-GYDK:Halk savaşını sürdürme kararlılığımızın temsilcisi şehitlerimizin adları ve idealleri sonsuza dek yaşayacaktır!

Yoldaşlar; Çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler;

OCAK ayı, hem partimiz ve hem de UKH açısından özel bir önem ve anlamla yüklüdür. Partimizin mirasçısı olduğu TKP’nin kurucusu yoldaş Mustafa Suphi ve ondört yoldaşı bu ayda Kemalistler tarafından katledildiler. Uluslararası Komünist Hareketin önderi yoldaş Lenin bu ayda aramızdan ayrıldı. UKH’in en kalifiye temsilcileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu ayda Alman tekelci burjuvazisinin silahlı güçleri tarafından hunharca katledildiler. Partimizin en değerli kadroları, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Atilla Özkan bu ayda şehit düştüler. Ve de partimizin önderi, kurucu-kuramcısı, yoldaş İbrahim Kaypakkaya bu ayda düşman güçleri tarafından tutsak edildi. İşte tam da bu nedenden dolayı partimiz TKP/ML Ocak ayınının son haftasını Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan etti 1978 yılındaki ilk parti konferansında.

Bu yılki Parti ve Devrim Şehitlerimizi anma süreci öncesi, kuşatılmış kale konumundaki Aliboğazı’nda 8 yoldaşımızın, en elverişsiz koşullarda, havadan ve karadan oluşturulan kuşatma ve yoketme saldırısında, günler süren çatışma sonucu kasımın son haftasında şehit düşmesinin derin ve içten acısını yaşadığımız, düzene karşı ise gerçek bir öfkeyle doluptaştığımız bir döneme denk geldi.

Aliboğazı, burjuva-feodal faşist devletin bağrına saplanmış bir kamaydı, faşist devletin av köpeklerine geçit vemiyor, gerillayı bağrında gizliyordu. Yoldaşlarımız, sarsılmaz bir kararlılık ve gözüpeklikle savaşarak şehit düştüler ama, sonrakilere, yoldaşlarına, ilham alabilecekleri yüce bir direniş mirası bıraktılar. “Sekizler”in adları Aliboğazı’na kandan ve ateşten harflerle yazıldığı devasa bir direniş destanı olarak geçecektir partimiz TKP/ML’nin tarihine. Yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik statümüzün kendine özgü özellikleri ve özgünlüklerinde şu bir gerçektir ki; devrim ancak, sayısız şehitlerinin omuzlarında yükselebilir. Devrimimizin özel gelişme yolu, ısrarla ve inatla bunu emrediyor. Ve bu yol, başka şeylerin yanında, aynı zamanda bizi bir arada tutan çimentodur da.

Geçtiğimiz yüzyılın devrimler tarihinin de işaret ettiği gibi, bizimkisi gibi bir ülkede, devrimci şiddet devrimimizin temel biçimidir. Bu da, “silahların eleştirel gücünde ısrarlı” partimize zorlu ve büyük görevler yüklüyor. Partimiz TKP/ML, faşist iktidara karşı, uzun süreli savaş üzerinden giriştiği zorlu ve amansız kavgada, tarihsel hareketin yönü üzerinde etkide bulunarak savaşçı parti kimliğiyle uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşında ısrar ediyor. Ve, Demokratik Halk Devrimi yolundaki her adımı, parti şehitleri kervanına yenilerini ekliyor. Zira, “zafer hiçbir zaman kendi kendine gelmez; her zaman söküp alınır”; ağır bedeller, sayısız şehitler pahasına da olsa.

Halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve altınçağa giden yolun tuğlaları ateş nehrinden geçerek örülebilir. En çok da Dersim’in “Beşleri”, ve sonra Cengiz, Özgüç, Hakan, Haydar agdal,Murat Tekgöz ve “sekizler”, yani Ersin, Hasan, Murat, Alican, Samet ve ismi henüz saptanamayan diğer üç yoldaşımız bunun bilincindeydiler.  Partimiz TKP/ML, “şehirleri kırlardan kuşatma” stratejisi temelinde, uzun zamana yayılan bu zorlu halk savaşı sürecinde başta Parti kurucumuz İbrahim Kaypakkaya olmak üzere sonraki yıllarda şehit düşen genel sekreterlerimiz, Süleyman Cihan, Kazım Çelik ve Mehmet Demirdağ ve yüzlerce parti kadro, üye ve sempatizanını şehit verdi. Ama yitim süreci aynı zamanda onların deneyimleriden doğru dersler çıkarma süreci de oldu.

Yoldaşlar;dostlar Çelişme ve çatışmaların ağırlık merkezinin Ortadoğu ve Türkiye’ye kaydığı bu süreçte, kapitalist sistem, krizin kaosu içinde yolunu şaşırmış durumda. Sermaye kendi gelişmesinin taşıdığı kaçınılmaz çelişme ve uzlaşmazlıkların baskısı altında gitgide güçten düşüyor. Dünya pazarının sınırlı kapasitesiyle, kapitalizmin üretken olanaklarının aşırı büyümesi arasındaki derin uçurumun felaketli sonuçları, sistemi her yerinden zincire vuruyor. Artı-değer avcıları zorda; sistemin dikişleri tutmuyor. Güç alanlarını genişletmek için müdahil oldukları Ortadoğu ve Kürt coğrafyası ise ateşle sarsılıyor. Türkiye ve Türkiye-Kürdistanı, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tarihinin en pervasız saldırganlığıyla karşıkarşıya. Darbe girişimi,devletin dümenindeki Tayyip ve AKP için, ülkeyi yeniden dizayn etmede “Tanrının bir lütfu” oldu. Ötekileştirilen herkes potansiyel suçlu. Nefes almanın bile yasaklandığı bir süreçtir yaşanan. Tek bayrak, tek millet, tek devlet üzerinden azgın Türk milliyetçiliğinin, ortaçağ küfü dini gericilikle harmanlanarak pompalandığı bu özgün mecra, koyu bir faşizmin hüküm sürdüğü yaygın bir “sürek avı”dır; işçiye, emekçiye, özellikle Kürte, komünist, devrimci ve ilericilere ve onların örgütlenmiş kurum ve güçlerine, Selahattin Demirtaş ve diğerleri örneğinde olduğu gibi seçilmiş vekillere bile yönelebilen.

Ne ki, bu dönem, aynı zamanda aydınlığa açılan kapıyı da aralayan olanaklar, fırsatlar ve koşulları da bağrında taşıyor. Felsefi olarak ifade edersek eğer, herşey karşıtıyla, kendi yıkılışının unsurlarıyla eyerlidir. Proletarya partisi açısından tarihsel fırsatların, tarihsel olanakların ve tarihsel görevlerin üstüste bindiği bir mecradır girilen dönem. Eğer tarihin akışının yarattığı bu ender olanı, yanı başımızda akıp giden bu süreci karşılamada üstümüze düşeni, yeni ve özgün koşullara yanıt verebilecek biçimde yenilenmeyi başarabileceğimiz yeni taktikler ve pratik politikamızdaki zenginliklerle karşılayabilirsek, fırtınaya yön verebileceğiz; ve bu, davamızı büyüterek, partimizi çekim merkesi haline getirir. Faşist iktidarın ülkenin her santimetrekaresinde topyekün azgınca bir saldırıya giriştiği bu yeni dönem, yaygın ablukayı dağıtmak için Kürt ulusal hareketi ve devrimci güçlerle bir blok, bir anlaşma ve bir ittifakın, bilhassa “savaş ittifakının”, sınırları, politik amaç ve hedefleri berrakça saptanmış eylem birlikleri üzerinden tarihsel bir sorumluluk ve zaruret halini aldığı bir dönemdir.

Hemen yanıbaşımızdaki Kürt ulusal hareketi ve onun toplumsal tabanında uzun zamandan beridir saflar yeni mücadele düzenine girmiş ve mücadele barışçıl evreden bir üst evreye, mücadelenin silahlı biçimleri evresine varmış bulunmaktadır. Bu biçimi dayanak noktasına dönüştürmek ve Kürt ulusal hareketinin girdiği bu yönelimle gücümüz yettiğince ortak paydada buluşmak, tarihsel sorumluluğumuzdur. Mücadelenin silahlı biçimlerinin, koşulların zorlayıcı baskısıyla herzamankinden daha fazla kendisine yolu açtığı bir mecrada bulunuyoruz. Ve bu biçim, en yalıtılmış kitlelerde bile fevkalade karşılık buluyor. Mücadelenin atardamarı, şimdilik, faşist abluka altındaki Türkiye-Kürdistanı’nda atmaktadır. Faşist rejim, imha ve inkarla ve topyekün bir kuşatma ve yoketme savaşıyla bu damarı kesmek istemektedir. Üstelik bu damar yalnızca Türkiye Kürdistanı’nda değil, başta Rojava olmak üzere birbirlerinin cephe gerisi haline gelmiş olan tüm Kürt coğrafyasında Türk faşist devletinin ve onun “kucak köpeği” cihatçı selefi grupların vahşi saldırıları altında da kesilmek istenmektedir. Bu damara kan taşımak hem tarihsel sorumluluğumuz ve hem de çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçi kardeşliğinin, ulusal sorundaki politikamızın sınandığı pratik ilişkiler alanıdır da. Marx’ın İrlanda örneğine yaslanarak konuşursak eğer, bu tarihsel sorumluluk, aynı zamanda ve esas olarak da proletarya ve müttefiklerinin, burjuva-feodal faşist iktidara karşı devrimci mücadelesinin çıkarları bakışaçısı bunu gerektirdiği içindir de. Bu çıkarlar halk savaşını besler, büyütür; ona derinlik ve genişlik kazandırır; yeni dünyaya açılan kapıyı aralamada katalizör olur. Tersi; “gerçeğe karşı günah işlemek olur''

Şehitlerimizi andığımız bu mecrada onların devrim ruhuyla dolu azmi ve savaşı sürdürme cüret ve cesareti, “başarırız”ı yaşamın yaşayan gerçeği haline getirme pratik kararlığı, bu partiyi yenilmez kılmada herşeydir. Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyordu; bu geleceği halk savaşı ile kazanmak partimizin boynunun borcudur ve şehitlerimize verilmiş komünist sözümüzdür. Bunun için “hayatımız yeter de artar.''

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİMİZE!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİMİZ TKP/ML’YE; TİKKO VE TMLGB’YE!

TKP/ML- GYDK Ocak 2017

47184

Gelecek: Bir Perdelik Piyes / Ergün Aslan

Florensa' da bir malikane.

Göçmen işçi    :   

Şu balkonda duran güzel kızda kim ?

Acep Kimlerdendir ?

Sorsam adını bahş eder mi?

Küçük burjuvazi  :    

Gökyüzündeki yıldızlar ne kadar berak

Sınıfımızın kapitalizm karşısındaki haliylede  ne kadar tezat. 

Göçmen işçi  :     

Fark etmedi her halde beni.

Biraz daha yaklaşsam mı ?

Nöbetçiyde atlata bilir miyim?

Yerel    :   

Bu gün bu  kapıda  yarında başka kapıda.

Balkonda duranda .....

( Sömürgeci ) kapitalizmin sayesinde var olan ara sınıf.

ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ETİĞİ VE SOSYALİST DEMOKRASİ[*]

“Ben kimseye hiçbir şey öğretemem,

sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim.”[1]

Sosyalist örgüt/veya örgütlenmeyi tartışma zemini, biçime mündemiç “teknik” bir “soru(n)” olarak ele alınamaz.

Sosyalist örgüt/veya örgütlenme; ideolojik bir “soru(n)”dur. Yani bugünden geleceği nasıl tahayyül ve tasavvur ettiğimizin siyasal pratiğidir. Böyle de olmalıdır.

Bu çerçevede sosyalist örgüt/veya örgütlenmeyi tartışmak, aynı zamanda sosyalist demokrasiden ne anladığımızı da ortaya koymaktır.

Sevgili Dost(lar),

 8 Mart’tan 8 Mart’a değil; her gün, her an sadece ekmekle yetinmeyip; gül de istedik Lilith’le başlayan özgürlük mücadelemizde…Arkadaş Zekai Özger’in, “Pencereyi aç,/ sesin sarsın dünyayı./ Duyulur elbet ta ötelerden,/ yürek kendini tanır”…Adnan Yücel’in, “Durmak yok bu koşuda/ Teslim olmak yok/ Ağıt yok dilimizde/ Dizlerde titreme yok”…Ahmet Telli’nin, “ne zindan karanlığı/ ne zulüm/ ne işkence/ indiremez dudaklarındaki,/ gülümsemenin bayrağını”… dizelerini terennüm ettik ısrarla dünyanın bütün dillerinde;Hepatia,  Kazvinli Kürret-ül Ayn,  Olympe de Gouges,  Louise Michel,  Pankhurst Kardeşl

TKP/ML Kadın Komitesi’nden 8 Mart açıklaması

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yakınlaşırken TKP/ML Kadın Komitesi, bir açıklama yayınlayarak “Sokağımızdan mücadele alanlarımıza kadar söz sahibi olacak şekilde inisiyatifleşelim, inisiyatifleştirelim, örgütlenelim, örgütleyelim! 8 Mart'ı canı bedeli yaratan kadınların, bizden en büyük beklentisi budur! Meral'den Kamile'ye, Ayfer'den Münire'ye, Çiğdem'den Suzan'a ve de Beş Kızıl Karanfilimize kadar şehit yoldaşlarımızın bizlerden beklentisi budur” dedi.

Tusiad 2050 Vizyon Türkiye Çerçevesinde Mevcut Politik Ortam Değerlendirmesi Denemesi

2001 dünya krizinin Türkiye’ye etkisi ile Emperyalizm yeni bir yönelime girmiştir.(bu süreç 1980 de başlamış orta seviye ye de 2001 de ulaşmıştır.) Bu yönelim mevcut krizin sonucunda belirginleşerek dünya da tüm sınıflarda huzursuzluk yaratmıştır. Ezenlerin kendi arasındaki çelişkiler belirginleşmiş, gelişmekte olan ülkelerin emperyalizmle olan çelişkileri yeni bir boyut kazanmış, yerel hükümetler, emperyalizmin ihtiyaç duyduğu hareketleri gerçekleştirme de ağır kalarak krizi daha da derinleştirmiştir.

Tarihin not defteri, dünkü kürt siyaseti ve bugünkü Öcalan

 

KATLEDİLİŞİNİN 41. YILINDA O’NU ANIYOR, O’NUN İZİNDE YÜRÜYORUZ!

Emekçiler, Devrimciler

Partimiz TKP/ML’nin kurucusu ve kuramcısı komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin 41. yılındayız. Kaypakkaya yoldaş, Ocak 1973’de Dersimde yaralı olarak düşmana esir düştükten sonra aylarca süren işkencelerin ardından Diyarbakır zindanlarında katledildi. İşkence altında tarihi bir direniş örneği sergileyen yoldaş Kaypakkaya komünist baş eğmezliğin sembolü haline geldi.

Emekçi Kardeşler, 

Bilimsel Sosyalizmin Öncü Kadınları:Yusuf KÖSE

 

Jenny Marx’ın 200. doğum yılı anısına... 

Evet nakarat gibi yazabilirim onu,
Görebilsinler diye gelecek yüzyıllara

Aşk Jenny’dir, Jenny’de aşkın adı”[1] Karl Marx

EVLAT-YOLDAŞ(LAR) ORÇUN(LAR) İÇİN[*] Temel Demirer-Sibel Özbudun

“Çok şeyler var ki çürürler, unutulur, ölürler.Saltanat tahtı, tacı, asası gibi.Oysa bazı şeyler var ne çürürler,ne unutulur ne de ölürler,Charlie Chaplin’in şapkası,bastonu, ayakkabısı gibi.”[1]

Yakınlarımız, dostlarımız, sevdiklerimiz için yazmamaya, konuşmamaya gayret ederiz; malum ne yapılırsa yapılsın “öznellik” girer işin içine.

Kolay mı? Dünyanın en zor işidir insanın sevdikleri için yazması; zor olduğu kadar “belalı”dır da…

Örgütlenme Üzerine :Taner özcan

Siyasi örgütler ya da devrim perspektifiyle yola çıkan tüm hareketler şu ve ya bu düzeyde örgütlenme, güncel görevler, sınıfların savaşımı sonucu açığa çıkmış kendiliğinden doğan hareketlerin sonucunda coşkuya kapılmakta acil görevler ve sorumluluklar ithaf etmektedirler kendilerine. Bu bir gazetenin yada bir organın somutunda sonuçlanmakta ve nihayetinde çelişki geriye düştüğünde organın yada gazetenin özeleştirisi yapılıp geri yada ileri yanları ile ilgili tahliller yapılıp kısa dönemsel sonuçlar üzerinden kesin sonuçlar elde edilmektedir.

Osmanlı rus savaşlarinda çerkez ve kafkas halklara yönelik sürgün katliamlar (2)

 

Üçyüz yıla yakın süren  savaşlar büyük ama o kadar kırım ve katliamları  mazlum Kafkas halklarına  reva görmüştür.  Savaşların galipleri her zaman  egemen sınıflar olmuş ,mazlum yoksul halklar eğemenlerin yenilgisine veya galibiyetine  kurban edilmiş , soykırım katliamları halklara yaşatılmıştır. Bunun en büyük örneği  iki milyona yakın , belkide daha  fazla  başta Çerkesler olmak üzere Kafkas halkı  soy kırıma  ve sürgüne  uğratılmıştır.

Sayfalar