Cumartesi Nisan 27, 2024

Tutsak Partizan Halil Şahin’in kaleminden: “Anda bizim cephedeki durum ve zayıflıklarımız”

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece

Kendimde denemişim ben

Kulak ver dinle

Her acının sonunda açık bir pencere

vardır

Aydınlık bir pencere

Hayal edilemeyecek bir şey vardır

Yerine getirilecek bir istek

Doyurulacak açlık

Cömert bir yürek

Uzanmış açık bir el

Canlı canlı bakan gözler vardır

Bir yaşam vardır yaşam

Bölüşülmeye hazır

-Paul Elvand-

Dünyayı değiştirmek için yola çıkmış özne, sınıf mücadelesinin andaki durumunu her önemli süreçte gözden geçirmek zorundadır. Bu, bilimsel temelde yapılmadığında isabetli adımlar atılamayacağı için başarısız olunacaktır.

Ülkede ve Ortadoğu’daki gelişmeler ve dünya kapitalist sisteminin krizinin de etkisiyle ciddi olaylar ve gelişmeler yaşanmaktadır. Bir iç savaş halinin varlığı, hatta örtük de olsa TC’nin bazı ülkelerde savaş yürüttüğü alenileşti. Bunu Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın “milli seferberlik” ilanı ile tamamen açık ettiler. Bunu yaparken birçok amaçlarının olduğu anlaşılıyor. Görünürdeki amaç, toplumu, faşist diktatörlüğün ezilenlere karşı yürüttüğü savaşta milliyetçilik söylemi ile peşine takmak, bayrağı altında toplamaktır. Bunun görünürdeki ve en öne çıkan amaçları olduğu; bunun arkasında başka birçok amaçlarının olduğunu tahmin etmek zor değil. Bunlar uzun uzun sıralanıp, analiz edilip sonuçlar çıkarılabilir, ki çıkarılmalıdır. Bundan öte acil olan ise ezilenlere karşı açılan savaş karşısında ne yapılacağının ortaya konmasıdır. Yani devrimcilerin onların en ileri bölüğü komünistlerin, demokratların, ilericilerin süreçte neler yapmaları gerektiği, nasıl konumlanacağının ortaya konması aciliyet arz etmektedir. Bunun özlüce ifadesi “andaki devrimci görevler nedir?” sorusuna verilecek yanıttır.

Ezilenler uzun bir süre “çözüm süreci” kandırmacasıyla oyalandı. Bu reformizm ve liberalizm rüzgarının devrimci saflarda tahribat yaratmasına yol açtı. Belki örgütlü savaşçı güçler, en diri kalan kesimler oldu. Politik bir özne olarak Kürt ulusal hareketinin, amaçları doğrultusunda, isabetli politikaları ürettiği söylenebilir. Komünist devrimciler açısından ise en büyük açmaz yapısal sorunlarını aşamamalarıydı. Fakat süreçteki isabetli politikaları kendilerini yeniden, genişleterek üretmelerinde belirleyici oldu.

“Çözüm süreci” ile birlikte “toplumsal barış” kutsanan değer olurken, savaş-sınıf savaşımı dışlanan değer oldu. Kendilerine “ML” paye biçen çevreler bile “toplumsal barışı” dillerinden düşürmez oldular. Yani ezilen emekçilerin en örgütlü devrimci kesimlerinin üzerine reformizm ve liberalizmin gölgesi düştü. Parlamento kutsandı, milletvekili sıralaması için pazarlıklar yaptı devrimci çevreler. Daha sonra ise faşist diktatörlüğün savaşı adım adım tırmandırması karşısında devrimci tepkiler ortaya konamadı. Bazı cılız tepkilerin yanında esas olarak hümanist tepkiler öne çıktı.

Böylesi bir süreç devam ederken zaten hakim sınıflar tarafından başta Kürtler olmaz üzere ezilenlere karşı savaş genişletilip büyütülüyordu. Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürtlerin Suriye eksenli kazanımları, ekonomik krizin devam ediyor oluşu savaşın itici gücünü oluşturuyordu. Darbe girişimi tam da bu süreçte “Allah’ın büyük lütfu” olarak gerçekleşti. Bununla birlikte, hakim sınıflara bir taşla birçok kuş vurma fırsatı doğmuştu. Halka karşı saldırıda, önlerinde kısmi engel oluşturan tüm yasaları kenara atma fırsatı da doğmuş oldu. Zamanla bunlar bir bir devreye sokuldu.

Darbe girişiminin bastırılmasını tüm halka karşı saldırı ile bütünleştirilip, halka karşı yapılan saldırı “görünmez” kılınmak istendi. Daha önce Kürt kentleri yerle bir edilmişti. Bunun karşısında “batı”da istenilen direniş ortaya konmasa da devrimci ve demokrat çevrelerde bir dirilik vardı, reformizmin gölgesine rağmen. Darbe girişimi sonraki saldırıda nerede ise tüm devrimci-demokrat güçler atıl kaldı; “bekle-gör” pozisyonuna kilitlenildi. Bu hala aşılamadı. Bir tarafta bilinmezlik hali sürekli kılındı hakim sınıflarca, diğer taraftan halka saldırılar peş peşe ve genişletilerek devam etti. Hala da devam etmekte.

Şaha kalkmış bir at durdurulduğunda bir daha şaha kaldırmak kolay olmaz. Devrimci hareket 1980’den bu tarafa bu durumu birkaç kez yaşadı. Devrimci faaliyet gelişmişken reformizmin etkisine girdi. “Çözüm süreci” diye kodlanan süreçte devrimci hareketin önemli bölümü ciddi anlamda reformizmin ve liberalizmin etkisine girmiştir. Bu süreç KUH için de doğru kavrandı ama bu sürece gerçekten inanmış-inanan, -ki bu ideolojik körlüktür- beklentiye giren devrimci hareketin önemli bir bölümü yeni süreçle -ki bu esasta 7 Haziran seçimlerinden sonra başlar- birlikte hayal kırıklığı ile hareket edip; yakınmacı, bekle görcü, keskin açıklamalar yapıp pratikte bir şey yapmayan bir çizgide durdu.

Tabii ki Rojava özgülünde ortaya çıkan olanaklarla birlikte bazı kesimlerin simgesel de olsa ellerine silah almaları; stratejik olmasa bile bazı grupların ulusal hareketin politikaları ekseninde silahlanıp kırsala akmaları ve bazı yapıların da tam bu süreçte gerilla savaşından teoride tam vazgeçmese bile ikincil plana itip pratikte “elveda” demelerine şahit olduk. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ise süreç daha da farklılaştı. Ne var ki bu süreçte nerede ise hiçbir devrimci yapı refleks göstermedi. -KUH pratiklerini dışta tutarak.- Devrimciler yeni koşullara uygun ideolojik-politik-örgütsel-askeri şekillenme içine giremedi. Tabii ki TDH her koşulda ideolojik direnme çizgisini ortaya koymuştur, bu süreçte de olmuştur, bundan geri adım atılmamıştır. Bu kapsamda bedel ödemiştir. Hapishanelerde, dağ başlarında, sokaklarda direnişler eksik olmamıştır. Bu devrimciliğin varlık koşuludur. Ancak bununla yetinmek, gelişmenin bir/bu aşamasında, varlık koşulunu da sorgulatır hale getirir. Süreçte, devrimciliğin varlık koşulunun azami gerekliliği değil asgari gerekliliği içinde hareket edildiğini söyleyebiliriz.

Anda, ekonomik kriz boyutlanarak devam etmekte, işçi sınıfına, emekçilere, gençlere, kadın ve LGBTİ+’lara saldırılar artarak devam etmekte. Bu panorama içinde, bugün yanıtlanması gereken soru şudur; devrimcilik hangi biçimde üretilmeli, hangi biçim öne çıkarılmalıdır? Özlüce, bir kez daha “Ne Yapmalıyız?” sorusuna yanıt aramalıyız.

Andaki devrimciliğin parametreleri

 

Yaşayan ‘hiçbir zaman’ demesin hiç!

Sağlam görünen sağlam değildir!

Ve böyle gelen böyle gitmez!

Konuşacaktır ezilenler!

Kim ‘hiçbir zaman’ diyebilir?

Eğer zulüm egemen kılınırsa bu kimin sayesinde olur:

Bizim sayemizde.

Zulüm egemenliğinin yıkılması nasıl olur: Yine bizim sayemizde!

İtilip kakılıp yere düşen kalksın ayağa!

Yitirmiş olan her şeyini atılsın savaşıma!

Kim durdurabilir kendi durumunun bilincine varana.

Ve ‘hiçbir zaman’ dönüşecek ‘hemen bugün’e

-Bertol Brecht-

Devrimcilik de tüm şeyler gibi değişken ve değişim halindedir. Tüm süreçlerde ve zamanlarda geçerli olan değişmez bir devrimcilik olamaz. Bazı durumlarda ise devrimci olmanın temel özellikleri değişmese de tali özellikleri değişip, güncellenebilir. Devrimci faaliyetlerde de, devrimci araçlarda da değişim olabilir. Bu, bir anlamı ile, zorunluluktur. Bunu beceremeyen devrimciler, devrimci yayınlar yenilgi ile karşı karşıya kalabilirler. En iyi durumda gelişemezler. Onun içindir ki devrimci yayınlar her süreçte mücadele biçimi ve buna uygun araçları sorgularlar, sorgulamalıdırlar.

Devrim yapılmak istenilen ülkenin sosyo-ekonomik yapısına göre genel politik hat yani iktidarı almada izlenecek yol ve yöntemler belirlenir. Bununla birlikte belirlenen genel politik hat birebir güncel politikaya indirgenemez ancak son tahlilde ona rengini verir. Bir bütün ondan uzak, onu olumlayan güncel politik bir hat da oluşturulamaz. Ama zaman zaman güncel politikada farklı ele alışlar geliştirilebilinir. Görünürde, söylemde genel politik hatta ters gibi gözüken ama son tahlilde genel politik hattı güçlendiren güncel politika ortaya konabilir. Örneğin; parlamento konusu. Burjuva parlamentonun ideolojik olarak ne olduğunu ustalar ortaya koymuştur. Hala da bunlar geçerliliğini korumaktadır. Yine KP’nin genel politik hattında parlamenter mücadele diye bir mücadele biçimine yer yoktur. Bu konuda KP’nin duruşu nettir. Buna rağmen bir süreçte, sınıfların konumlanmasını, kitlelerin durumunu değerlendirip, seçimlere katılınabilir, belli adaylar desteklenebilir. Buradaki esas amaç asla parlamentoya girmek değildir. Bu örnekte de görüldüğü gibi güncel politikada esneklik gerekmektedir. Bazı süreçler olur ki, tamamen legal mücadele dışlanır, ama ilke olarak legal mücadele reddedilmez. Koşullar legal mücadeleden faydalanmaya olanak tanımama durumunu alabilir.

Genel politik hattı belirleyen ülkenin sosyo-ekonomik yapısıyken güncel politikayı belirleyen ise andaki güncel gelişmeler, sınıfların konumlanması, örgütsel durum ve güçler dengesinin durumudur. Aksi durumda kendiliğindencilik içinde güncel gelişmeler peşinde sürüklenme yaşanır. Genel politik hat olduğu gibi güncel politikaya indirgenirse, güncel gelişmeler, değişim görülmez ve sekter bir dogmatik bir kitle politikası ortaya çıkar. Güncel politika oluştururken kendiliğindencilik ve dogmatizm tehlikesi vardır. Süreçteki devrimciliğin parametrelerini ele alırken bunları göz önünde bulundurmalıyız.

Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’ndaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde faşist diktatörlüğün ezilenlere karşı açtığı savaşta dolu dizgin gittiğini, “Milli seferberlik” ilan ettiklerini görmekteyiz. Bunun yalnızca bir söylem olmadığı da anlaşılıyor. Gazeteler, dergiler kapatılıyor; gazeteciler hapislere dolduruluyor; kırsal alanda büyük güçlerle ve stratejik tekniklerle operasyonlar yapılıyor; Kandil, Rojava her gün bombalanıyor; Suriye’nin içlerine kadar askeri güçlerle girilmiş durumda. HDP milletvekilleri tutuklandı, HDP’li belediye başkanları tutuklandı, belediyelere kayyumlar atandı. Memurlar, işçiler işten atıldı. Grevler, gösteriler yasaklandı. Her gün gözaltı ve tutuklamalar yapılıyor. Hapishanelerde işkence günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. O zaman bu süreçte devrimci mücadelede hangi biçimler öne çıkarılmalıdır?

Bu süreçte, özellikle katı bir yer altı çalışmasının oturtulması acil yapılması gerekmektedir. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı kaynaklı illegal mücadele zaten esastır ve KP yer altında örgütsel yapısını oluşturmaktadır. Ama bundan öte dünden daha fazla yer altı çalışması önem kazanmış durumdadır. Ayrıca disiplinde askeri disipline yakın şekilde ele alınması gereklidir. Örgütsel yayınların korunması ancak katı disiplinli yer altı çalışması ile mümkündür. Bu konuda gevşeklik asla affedilmemelidir. “Yeni tehlikeler ve kurbanlar getiren her yeni mücadele biçimi buna kötü hazırlanan bir örgütü kaçınılmaz olarak örgütsüzleştirir:” (Lenin) Bu bilimsel tespiti bu süreçte hep göz önünde bulundurmalıyız. Açık alandaki bir dizi faaliyet tasfiye edilip yeraltına çekilebilir. Bir KP’nin başarısının bir kıstası da hızla yeraltına çekilmesi ve disiplini mükemmelleştirmekte göstermiş olduğu beceridir. Süreçte, devrimci politik öznelerden bunları başaranlar güçlenmiş olarak çıkacaktır. Örneğin açık dergi çalışması kapatıldığında yer altındaki deri çalışmasına ağırlık verilip yaygın dağıtım ağı oluşturulmalıdır.

Susun artık konuşmacılar

Siz savdınız sıranızı

Söz sırası mavzer arkadaşta

Şimdi o konuşacak

-Mayakovski-

İkinci parametre ise mücadele biçiminin şiddeti içerenlerin daha da öne çıkarılmasıdır, güçlendirilmesidir. En ufak bir basın açıklamasına bile tahammül edilemeyip, saldırıldığı bir durumda; kırda şehirde şiddetin farklı biçimleri geliştirilip güçlü biçimde devreye sokulmalıdır. Elbette ki bunlar basitten karmaşığa geliştirilmelidir. Kırda ve şehirde hakim sınıfların münferit güçleri tekniğe ağırlık vermektedir. Bu durum dikkate alınıp bunlar çözümlenip onlara karşı yöntem geliştirilmelidir. Bunları beceremeyen devrimcilik süreçte gelişemez.

Eylem umudun anasıdır, devrimciliğin kendini ortaya koyma biçimidir. Umutsuzluğun hakim kılınmaya çalışıldığı bir süreçte eylemler daha da bir anlamlıdır. Durağanlık devrimciliğin ölümüdür. Eylem çizgisinde de devrimcilerin hep “kahramanca” öldüğü çizgi ile arasına mesafe koymalıyız. Pratikte sınıf karşıtlarımıza kayıplar verdiren pratiklerimizle devrimcilere güven veren tarzı geliştirmeliyiz. Elbette ki devrimcilik başta ölümü göze almaktır, ölüm ona içkindir. Ondan da öte, devrimcilik bir yok etmedir, yıkmaktır. Kahredici ve yok edici güç devreye sokulmadan yapılan devrimcilik yetersiz devrimciliktir.

Devrimcilik, her biçimde, kendini eylemle gerçekleştirmek, kitlelerle buluşturma hattını süreklileştirmek, özgürlük alanlarını, kırda-şehirde genişletmektir. Bunun için yanıp tutuşmayan, bunları pratiğe geçirmeyen devrimcilik yok hükmündedir.

İşçi sınıfı içinde güç biriktirmek ancak militan mücadele ile olur. Emekçi sınıflar arasında da militan mücadele geliştirilmelidir. Bundan anladığımız, yasal sınırlara hapsolmayan, esas gücünü meşruluğundan alan, her türlü eylemi bunun üzerine inşa eden ve her türlü eylem biçimine açık; hakları almak ve korumak için savaşan bir çizgiden bahsediyoruz. Buna uygun araçların oluşturulmasından bahsediyoruz.

Süreçte pasif savunma çizgisi kaybettirecektir. Sürecin devrimci taktiği, her alanda aktif savunmadır. Buna uygun ideolojik politik şekillenme örgütsel ve askeri oluşturamayanlar sürece yanıt alamayacaktır.

Bunun için öncelikle kolektif kendi yapısal sorunları ile hesaplaşmayı bir an evvel başarı ile yapmalıdır. Önce çatıyı yenilemeli, kapıyı menteşeyi yağlamalı! Kaotiklik içinde bu sürece yanıt alınamayacağı gibi atlatılamaz, kaçınılmaz olarak örgütsüzleşilir. Bireysel sorunlar (bunlar da politiktir), dar bakışlar, grupçu federatif duruşlar, dogmatizm üzerimizdeki ağır yüklerdir. Acilen bunlar aşılmalıdır. Aliboğazı şehitlerimiz süreci aşmada ışığımız olmalı, yürüyüş hattını göstermektedir. Küçük dar dünyalarında, sözde büyük iki çizgi mücadelesi veren pozisyondan hızla çıkılmalıdır. Tartışmaların hepsi tek başına çok önemli olabilir ama ondan da önemli onların bütün içindeki yerleridir. Yani genel sınıf mücadelesi onlardan daha önemlidir. Geliştirecek olan da oradaki konumlanmadır. Politik önderlikte iç sorunları genel sınıf mücadelesini geliştirecek şekilde ele almakla gelişecektir, yaratılacaktır. Yaşanılan sorunların hepsinin yaşamda yani sınıf mücadelesi içindeki önemi nedir veya genel sınıf mücadelesiyle ilişkisi nedir? Birçok sorunumuzun zaten genel sınıf mücadelesi içinde yeri yoktur ya da zamanla sınıf mücadelesinin gelişim seyri içinde kendiliğinden çözülecek ya da çözülmüş sorunlardır. Onun için, yaşanan sorunları, genel sınıf mücadelesinin anda bulunduğu durumu ile, soyut olarak değil, somut olarak ilişkilendirerek ele alalım. Bu yöntem daha geliştirici ve çözücü olacaktır. Bu da devrimciliğin parametrelerinden birisidir.

Devrimci hareketin reformizm ve liberalizmin etkisine girme süreci ile birlikte bir dizi devrimci değer de aşınmaya uğradı. Bu süreçte ideolojik görevlerin başında bu değerleri tekrar hatırlatmak, bu aşınmayı gidermek gelmektedir. Çünkü yani süreç eski şekillenişle karşılanamaz, aşılamaz. Bu soluk her yokuşu ancak bu şekilde aşabilir.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’den Halil Şahin 

46119

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar