Cumartesi Nisan 27, 2024

Tutsak Partizan Halil Şahin’in kaleminden: “Anda bizim cephedeki durum ve zayıflıklarımız”

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece

Kendimde denemişim ben

Kulak ver dinle

Her acının sonunda açık bir pencere

vardır

Aydınlık bir pencere

Hayal edilemeyecek bir şey vardır

Yerine getirilecek bir istek

Doyurulacak açlık

Cömert bir yürek

Uzanmış açık bir el

Canlı canlı bakan gözler vardır

Bir yaşam vardır yaşam

Bölüşülmeye hazır

-Paul Elvand-

Dünyayı değiştirmek için yola çıkmış özne, sınıf mücadelesinin andaki durumunu her önemli süreçte gözden geçirmek zorundadır. Bu, bilimsel temelde yapılmadığında isabetli adımlar atılamayacağı için başarısız olunacaktır.

Ülkede ve Ortadoğu’daki gelişmeler ve dünya kapitalist sisteminin krizinin de etkisiyle ciddi olaylar ve gelişmeler yaşanmaktadır. Bir iç savaş halinin varlığı, hatta örtük de olsa TC’nin bazı ülkelerde savaş yürüttüğü alenileşti. Bunu Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın “milli seferberlik” ilanı ile tamamen açık ettiler. Bunu yaparken birçok amaçlarının olduğu anlaşılıyor. Görünürdeki amaç, toplumu, faşist diktatörlüğün ezilenlere karşı yürüttüğü savaşta milliyetçilik söylemi ile peşine takmak, bayrağı altında toplamaktır. Bunun görünürdeki ve en öne çıkan amaçları olduğu; bunun arkasında başka birçok amaçlarının olduğunu tahmin etmek zor değil. Bunlar uzun uzun sıralanıp, analiz edilip sonuçlar çıkarılabilir, ki çıkarılmalıdır. Bundan öte acil olan ise ezilenlere karşı açılan savaş karşısında ne yapılacağının ortaya konmasıdır. Yani devrimcilerin onların en ileri bölüğü komünistlerin, demokratların, ilericilerin süreçte neler yapmaları gerektiği, nasıl konumlanacağının ortaya konması aciliyet arz etmektedir. Bunun özlüce ifadesi “andaki devrimci görevler nedir?” sorusuna verilecek yanıttır.

Ezilenler uzun bir süre “çözüm süreci” kandırmacasıyla oyalandı. Bu reformizm ve liberalizm rüzgarının devrimci saflarda tahribat yaratmasına yol açtı. Belki örgütlü savaşçı güçler, en diri kalan kesimler oldu. Politik bir özne olarak Kürt ulusal hareketinin, amaçları doğrultusunda, isabetli politikaları ürettiği söylenebilir. Komünist devrimciler açısından ise en büyük açmaz yapısal sorunlarını aşamamalarıydı. Fakat süreçteki isabetli politikaları kendilerini yeniden, genişleterek üretmelerinde belirleyici oldu.

“Çözüm süreci” ile birlikte “toplumsal barış” kutsanan değer olurken, savaş-sınıf savaşımı dışlanan değer oldu. Kendilerine “ML” paye biçen çevreler bile “toplumsal barışı” dillerinden düşürmez oldular. Yani ezilen emekçilerin en örgütlü devrimci kesimlerinin üzerine reformizm ve liberalizmin gölgesi düştü. Parlamento kutsandı, milletvekili sıralaması için pazarlıklar yaptı devrimci çevreler. Daha sonra ise faşist diktatörlüğün savaşı adım adım tırmandırması karşısında devrimci tepkiler ortaya konamadı. Bazı cılız tepkilerin yanında esas olarak hümanist tepkiler öne çıktı.

Böylesi bir süreç devam ederken zaten hakim sınıflar tarafından başta Kürtler olmaz üzere ezilenlere karşı savaş genişletilip büyütülüyordu. Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürtlerin Suriye eksenli kazanımları, ekonomik krizin devam ediyor oluşu savaşın itici gücünü oluşturuyordu. Darbe girişimi tam da bu süreçte “Allah’ın büyük lütfu” olarak gerçekleşti. Bununla birlikte, hakim sınıflara bir taşla birçok kuş vurma fırsatı doğmuştu. Halka karşı saldırıda, önlerinde kısmi engel oluşturan tüm yasaları kenara atma fırsatı da doğmuş oldu. Zamanla bunlar bir bir devreye sokuldu.

Darbe girişiminin bastırılmasını tüm halka karşı saldırı ile bütünleştirilip, halka karşı yapılan saldırı “görünmez” kılınmak istendi. Daha önce Kürt kentleri yerle bir edilmişti. Bunun karşısında “batı”da istenilen direniş ortaya konmasa da devrimci ve demokrat çevrelerde bir dirilik vardı, reformizmin gölgesine rağmen. Darbe girişimi sonraki saldırıda nerede ise tüm devrimci-demokrat güçler atıl kaldı; “bekle-gör” pozisyonuna kilitlenildi. Bu hala aşılamadı. Bir tarafta bilinmezlik hali sürekli kılındı hakim sınıflarca, diğer taraftan halka saldırılar peş peşe ve genişletilerek devam etti. Hala da devam etmekte.

Şaha kalkmış bir at durdurulduğunda bir daha şaha kaldırmak kolay olmaz. Devrimci hareket 1980’den bu tarafa bu durumu birkaç kez yaşadı. Devrimci faaliyet gelişmişken reformizmin etkisine girdi. “Çözüm süreci” diye kodlanan süreçte devrimci hareketin önemli bölümü ciddi anlamda reformizmin ve liberalizmin etkisine girmiştir. Bu süreç KUH için de doğru kavrandı ama bu sürece gerçekten inanmış-inanan, -ki bu ideolojik körlüktür- beklentiye giren devrimci hareketin önemli bir bölümü yeni süreçle -ki bu esasta 7 Haziran seçimlerinden sonra başlar- birlikte hayal kırıklığı ile hareket edip; yakınmacı, bekle görcü, keskin açıklamalar yapıp pratikte bir şey yapmayan bir çizgide durdu.

Tabii ki Rojava özgülünde ortaya çıkan olanaklarla birlikte bazı kesimlerin simgesel de olsa ellerine silah almaları; stratejik olmasa bile bazı grupların ulusal hareketin politikaları ekseninde silahlanıp kırsala akmaları ve bazı yapıların da tam bu süreçte gerilla savaşından teoride tam vazgeçmese bile ikincil plana itip pratikte “elveda” demelerine şahit olduk. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ise süreç daha da farklılaştı. Ne var ki bu süreçte nerede ise hiçbir devrimci yapı refleks göstermedi. -KUH pratiklerini dışta tutarak.- Devrimciler yeni koşullara uygun ideolojik-politik-örgütsel-askeri şekillenme içine giremedi. Tabii ki TDH her koşulda ideolojik direnme çizgisini ortaya koymuştur, bu süreçte de olmuştur, bundan geri adım atılmamıştır. Bu kapsamda bedel ödemiştir. Hapishanelerde, dağ başlarında, sokaklarda direnişler eksik olmamıştır. Bu devrimciliğin varlık koşuludur. Ancak bununla yetinmek, gelişmenin bir/bu aşamasında, varlık koşulunu da sorgulatır hale getirir. Süreçte, devrimciliğin varlık koşulunun azami gerekliliği değil asgari gerekliliği içinde hareket edildiğini söyleyebiliriz.

Anda, ekonomik kriz boyutlanarak devam etmekte, işçi sınıfına, emekçilere, gençlere, kadın ve LGBTİ+’lara saldırılar artarak devam etmekte. Bu panorama içinde, bugün yanıtlanması gereken soru şudur; devrimcilik hangi biçimde üretilmeli, hangi biçim öne çıkarılmalıdır? Özlüce, bir kez daha “Ne Yapmalıyız?” sorusuna yanıt aramalıyız.

Andaki devrimciliğin parametreleri

 

Yaşayan ‘hiçbir zaman’ demesin hiç!

Sağlam görünen sağlam değildir!

Ve böyle gelen böyle gitmez!

Konuşacaktır ezilenler!

Kim ‘hiçbir zaman’ diyebilir?

Eğer zulüm egemen kılınırsa bu kimin sayesinde olur:

Bizim sayemizde.

Zulüm egemenliğinin yıkılması nasıl olur: Yine bizim sayemizde!

İtilip kakılıp yere düşen kalksın ayağa!

Yitirmiş olan her şeyini atılsın savaşıma!

Kim durdurabilir kendi durumunun bilincine varana.

Ve ‘hiçbir zaman’ dönüşecek ‘hemen bugün’e

-Bertol Brecht-

Devrimcilik de tüm şeyler gibi değişken ve değişim halindedir. Tüm süreçlerde ve zamanlarda geçerli olan değişmez bir devrimcilik olamaz. Bazı durumlarda ise devrimci olmanın temel özellikleri değişmese de tali özellikleri değişip, güncellenebilir. Devrimci faaliyetlerde de, devrimci araçlarda da değişim olabilir. Bu, bir anlamı ile, zorunluluktur. Bunu beceremeyen devrimciler, devrimci yayınlar yenilgi ile karşı karşıya kalabilirler. En iyi durumda gelişemezler. Onun içindir ki devrimci yayınlar her süreçte mücadele biçimi ve buna uygun araçları sorgularlar, sorgulamalıdırlar.

Devrim yapılmak istenilen ülkenin sosyo-ekonomik yapısına göre genel politik hat yani iktidarı almada izlenecek yol ve yöntemler belirlenir. Bununla birlikte belirlenen genel politik hat birebir güncel politikaya indirgenemez ancak son tahlilde ona rengini verir. Bir bütün ondan uzak, onu olumlayan güncel politik bir hat da oluşturulamaz. Ama zaman zaman güncel politikada farklı ele alışlar geliştirilebilinir. Görünürde, söylemde genel politik hatta ters gibi gözüken ama son tahlilde genel politik hattı güçlendiren güncel politika ortaya konabilir. Örneğin; parlamento konusu. Burjuva parlamentonun ideolojik olarak ne olduğunu ustalar ortaya koymuştur. Hala da bunlar geçerliliğini korumaktadır. Yine KP’nin genel politik hattında parlamenter mücadele diye bir mücadele biçimine yer yoktur. Bu konuda KP’nin duruşu nettir. Buna rağmen bir süreçte, sınıfların konumlanmasını, kitlelerin durumunu değerlendirip, seçimlere katılınabilir, belli adaylar desteklenebilir. Buradaki esas amaç asla parlamentoya girmek değildir. Bu örnekte de görüldüğü gibi güncel politikada esneklik gerekmektedir. Bazı süreçler olur ki, tamamen legal mücadele dışlanır, ama ilke olarak legal mücadele reddedilmez. Koşullar legal mücadeleden faydalanmaya olanak tanımama durumunu alabilir.

Genel politik hattı belirleyen ülkenin sosyo-ekonomik yapısıyken güncel politikayı belirleyen ise andaki güncel gelişmeler, sınıfların konumlanması, örgütsel durum ve güçler dengesinin durumudur. Aksi durumda kendiliğindencilik içinde güncel gelişmeler peşinde sürüklenme yaşanır. Genel politik hat olduğu gibi güncel politikaya indirgenirse, güncel gelişmeler, değişim görülmez ve sekter bir dogmatik bir kitle politikası ortaya çıkar. Güncel politika oluştururken kendiliğindencilik ve dogmatizm tehlikesi vardır. Süreçteki devrimciliğin parametrelerini ele alırken bunları göz önünde bulundurmalıyız.

Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’ndaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde faşist diktatörlüğün ezilenlere karşı açtığı savaşta dolu dizgin gittiğini, “Milli seferberlik” ilan ettiklerini görmekteyiz. Bunun yalnızca bir söylem olmadığı da anlaşılıyor. Gazeteler, dergiler kapatılıyor; gazeteciler hapislere dolduruluyor; kırsal alanda büyük güçlerle ve stratejik tekniklerle operasyonlar yapılıyor; Kandil, Rojava her gün bombalanıyor; Suriye’nin içlerine kadar askeri güçlerle girilmiş durumda. HDP milletvekilleri tutuklandı, HDP’li belediye başkanları tutuklandı, belediyelere kayyumlar atandı. Memurlar, işçiler işten atıldı. Grevler, gösteriler yasaklandı. Her gün gözaltı ve tutuklamalar yapılıyor. Hapishanelerde işkence günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. O zaman bu süreçte devrimci mücadelede hangi biçimler öne çıkarılmalıdır?

Bu süreçte, özellikle katı bir yer altı çalışmasının oturtulması acil yapılması gerekmektedir. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı kaynaklı illegal mücadele zaten esastır ve KP yer altında örgütsel yapısını oluşturmaktadır. Ama bundan öte dünden daha fazla yer altı çalışması önem kazanmış durumdadır. Ayrıca disiplinde askeri disipline yakın şekilde ele alınması gereklidir. Örgütsel yayınların korunması ancak katı disiplinli yer altı çalışması ile mümkündür. Bu konuda gevşeklik asla affedilmemelidir. “Yeni tehlikeler ve kurbanlar getiren her yeni mücadele biçimi buna kötü hazırlanan bir örgütü kaçınılmaz olarak örgütsüzleştirir:” (Lenin) Bu bilimsel tespiti bu süreçte hep göz önünde bulundurmalıyız. Açık alandaki bir dizi faaliyet tasfiye edilip yeraltına çekilebilir. Bir KP’nin başarısının bir kıstası da hızla yeraltına çekilmesi ve disiplini mükemmelleştirmekte göstermiş olduğu beceridir. Süreçte, devrimci politik öznelerden bunları başaranlar güçlenmiş olarak çıkacaktır. Örneğin açık dergi çalışması kapatıldığında yer altındaki deri çalışmasına ağırlık verilip yaygın dağıtım ağı oluşturulmalıdır.

Susun artık konuşmacılar

Siz savdınız sıranızı

Söz sırası mavzer arkadaşta

Şimdi o konuşacak

-Mayakovski-

İkinci parametre ise mücadele biçiminin şiddeti içerenlerin daha da öne çıkarılmasıdır, güçlendirilmesidir. En ufak bir basın açıklamasına bile tahammül edilemeyip, saldırıldığı bir durumda; kırda şehirde şiddetin farklı biçimleri geliştirilip güçlü biçimde devreye sokulmalıdır. Elbette ki bunlar basitten karmaşığa geliştirilmelidir. Kırda ve şehirde hakim sınıfların münferit güçleri tekniğe ağırlık vermektedir. Bu durum dikkate alınıp bunlar çözümlenip onlara karşı yöntem geliştirilmelidir. Bunları beceremeyen devrimcilik süreçte gelişemez.

Eylem umudun anasıdır, devrimciliğin kendini ortaya koyma biçimidir. Umutsuzluğun hakim kılınmaya çalışıldığı bir süreçte eylemler daha da bir anlamlıdır. Durağanlık devrimciliğin ölümüdür. Eylem çizgisinde de devrimcilerin hep “kahramanca” öldüğü çizgi ile arasına mesafe koymalıyız. Pratikte sınıf karşıtlarımıza kayıplar verdiren pratiklerimizle devrimcilere güven veren tarzı geliştirmeliyiz. Elbette ki devrimcilik başta ölümü göze almaktır, ölüm ona içkindir. Ondan da öte, devrimcilik bir yok etmedir, yıkmaktır. Kahredici ve yok edici güç devreye sokulmadan yapılan devrimcilik yetersiz devrimciliktir.

Devrimcilik, her biçimde, kendini eylemle gerçekleştirmek, kitlelerle buluşturma hattını süreklileştirmek, özgürlük alanlarını, kırda-şehirde genişletmektir. Bunun için yanıp tutuşmayan, bunları pratiğe geçirmeyen devrimcilik yok hükmündedir.

İşçi sınıfı içinde güç biriktirmek ancak militan mücadele ile olur. Emekçi sınıflar arasında da militan mücadele geliştirilmelidir. Bundan anladığımız, yasal sınırlara hapsolmayan, esas gücünü meşruluğundan alan, her türlü eylemi bunun üzerine inşa eden ve her türlü eylem biçimine açık; hakları almak ve korumak için savaşan bir çizgiden bahsediyoruz. Buna uygun araçların oluşturulmasından bahsediyoruz.

Süreçte pasif savunma çizgisi kaybettirecektir. Sürecin devrimci taktiği, her alanda aktif savunmadır. Buna uygun ideolojik politik şekillenme örgütsel ve askeri oluşturamayanlar sürece yanıt alamayacaktır.

Bunun için öncelikle kolektif kendi yapısal sorunları ile hesaplaşmayı bir an evvel başarı ile yapmalıdır. Önce çatıyı yenilemeli, kapıyı menteşeyi yağlamalı! Kaotiklik içinde bu sürece yanıt alınamayacağı gibi atlatılamaz, kaçınılmaz olarak örgütsüzleşilir. Bireysel sorunlar (bunlar da politiktir), dar bakışlar, grupçu federatif duruşlar, dogmatizm üzerimizdeki ağır yüklerdir. Acilen bunlar aşılmalıdır. Aliboğazı şehitlerimiz süreci aşmada ışığımız olmalı, yürüyüş hattını göstermektedir. Küçük dar dünyalarında, sözde büyük iki çizgi mücadelesi veren pozisyondan hızla çıkılmalıdır. Tartışmaların hepsi tek başına çok önemli olabilir ama ondan da önemli onların bütün içindeki yerleridir. Yani genel sınıf mücadelesi onlardan daha önemlidir. Geliştirecek olan da oradaki konumlanmadır. Politik önderlikte iç sorunları genel sınıf mücadelesini geliştirecek şekilde ele almakla gelişecektir, yaratılacaktır. Yaşanılan sorunların hepsinin yaşamda yani sınıf mücadelesi içindeki önemi nedir veya genel sınıf mücadelesiyle ilişkisi nedir? Birçok sorunumuzun zaten genel sınıf mücadelesi içinde yeri yoktur ya da zamanla sınıf mücadelesinin gelişim seyri içinde kendiliğinden çözülecek ya da çözülmüş sorunlardır. Onun için, yaşanan sorunları, genel sınıf mücadelesinin anda bulunduğu durumu ile, soyut olarak değil, somut olarak ilişkilendirerek ele alalım. Bu yöntem daha geliştirici ve çözücü olacaktır. Bu da devrimciliğin parametrelerinden birisidir.

Devrimci hareketin reformizm ve liberalizmin etkisine girme süreci ile birlikte bir dizi devrimci değer de aşınmaya uğradı. Bu süreçte ideolojik görevlerin başında bu değerleri tekrar hatırlatmak, bu aşınmayı gidermek gelmektedir. Çünkü yani süreç eski şekillenişle karşılanamaz, aşılamaz. Bu soluk her yokuşu ancak bu şekilde aşabilir.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’den Halil Şahin 

46120

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar