Pazar Mayıs 5, 2024

Tutsak Partizan Serda Göçer, Hasan Karakoç’u yazdı: “Bayrak yarışı bizimkisi...”

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Gün bitimi, yerine yarını bırakacağının habercisiyken, günün son işi olarak yastığa kafamı koymadan, zindan duvarına kimsenin görmediği sadece benim görebildiğim günün bitiminin ifadesi çentiği attım. Ve her gün yaptığım gibi bugün de bizden olanların/çalınanların hesabını tuttuğum listeye yenilerini ekledim. Susturulmaya çalışılan dilimizin, topraklarımızdan koparılışımızın, bodrum katlarında günlerce işkence edilerek katledilişimizin, sokak ortasında öldürülüşümüzün, yaşatılmayan çocukluğumuzun, maden ocaklarında göçük altında nefessiz bırakılışımızın ve onlarca, yüzlercesinin çeteresini tutuyorum. Unutmamak için, her gün yeniden hatırlamak, hatırlatmak için yazıyorum…

Kafamı yastığa koymamla hayal kapılarımı sonuna kadar açıyorum. Uykuya dalana kadar, başarılı firar eylemlerimi yaşama geçiriyorum. Hapishanenin soğuk, donuk duvarlarını terk edip kendimi toprağa, ormanın yeşiline bırakıyorum. Gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğinde kayboluyorum. Yeşilin bitimi mavinin buluşmasıyla gökyüzü koca okyanus oluveriyor. Manzaranın keyfini yakılan ateşte demlenen çayla çıkarıyorum… Her gün böyle dingin olmayan hayallerim, düş dünyamın zenginliğiyle hapishane duvarlarını aşan maceralara sürüklüyor beni…

Zaman akıyor günler geçiyor tarih gösteriyor. Bu defa zamanı geri almak istiyorum. Birçok akşam yüreğimi ısıtan gülümsemeleriyle beni sıkıca kucaklayarak karşılayan, ateşte demlenen çay eşliğinde sohbetler edip, manzaranın tarifsiz güzelliğinde düşlerime misafir olan yoldaşlarımdan ayrılmak istemiyorum. Birazdan kopacak fırtınanın, patlayan bombaların içinden yoldaşlarımla omuz omuza çarpışarak, onları yanan ateş çemberinden çekip çıkarmak istiyorum. Ancak zamana karşı durulmuyor. Kendi döngüsünde akıyor hayat. Yoldaşlarım ölüme meydan okuyarak tarihteki yerlerini alırken, güne bizden alınanların hesabı da ekleniyor. Bu defa kafamı yastığa koyduğumda dağ başındaki ormanın yeşilinin bitimi gökyüzünün okyanus suları gözlerimden taşıyor. Sonra güneş inzivaya çekiliyor, geceler hayalsiz geçiyor, okyanus peşimi bırakmıyor. Bir kere taşmış, sularını göz pınarlarımdan boşaltmak istiyor. Yarın oluyor, yoldaşlarımızın isimleri açıklanmaya başlarken hayallerimdeki kahramanların sülietleri tek tek beliriveriyor zihnimde.

Ah Hasan’ım, arkadaşım, dostum, başım sıkışınca, canım sıkılınca ilk aradığım dayım, hayalimin başkahramanı, en önemlisi yoldaşım bana yaşamım boyunca unutamayacağım üçüncü sürprizini de yaptın. Bu sefer sürprizinin haberini sen vermedin, veremedin, yoldaşlarımız verdi… Ölümsüzlüğe uğurladıklarımızın arasında sen de vardın...

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Ne çentik atabildim zindan duvarlarına ne de hayal kapılarımı açabildim. Karanlıktan yüreğimin ortasına çöreklendi. Bu defa kafamı yastığa koyduğumda ben senin son sürprizini düşünüp aydınlığı ararken hafızam geçmişe sardı. İlk sürprizine gidiverdim. Telefonda “sana sürprizim var” dediğinde merakla yan yana gelmeyi bekledim. Yan yana geldiğimizde de sabırsızlıkla bana sürprizini vermeni istedim. Bana artık “yoldaşız” dediğinde; benim gözlerimde şaşkınlık senin gözlerinde ise sonsuz bir mutluluk görülüyordu. Olması mümkün ama benim beklemediğim sürprizin beni o an şaşırtsa da “şaşırmaması gerekirdi”. Onurlandırmış ve aramızdaki bağın daha da kuvvetlendiği hissiyle sıkıca birbirimize sarılmıştık.

Sonra ileriye doğru zaman sarmaya başladı… Son sarılışımız ve ikinci sürprizin geldi hemen aklıma. Ben tutsaklığımın birinci ayını bitirmiş, ilk açık görüşe çıktığımda sen vardın. İkimiz göz göze geldiğimizde biraz şaşkın, biraz da tedirgin baktık birbirimize. Sen de beni burada görmenin hüznü, üzüntüsü, bende ise tutsaklığın acemiliğiyle ilk defa tattığım açık görüşün etkisiyle tedirginlik ve karşımda seni görmenin heyecanı vardı. Yaşamda geçip bitmeyen bir saatin artık nasıl da anlam veremediğim şekilde hızla akıp geçtiğinin şaşkınlığı… Bir saatin sonunda senin “gözüm arkada kalmayacak” cümlenle son kez göz göze geldik. Benim gözlerimde gene şaşkınlık seninkindeyse gene mutluluk, öylece ayrıldık. Şaşkınlığı üzerimden attığımda olması mümkün ve benim beklediğim sürprizini anladım. Bende yarattığın gururla koğuşa dönerken, sen mutlulukla Dersim’in yolunu tutmuştun…

Zaman ilerliyor, şimdiye geliyor… Derin bir nefes alıyorum, bir çentik daha atıyorum soğuk duvara. Tuttuğum listeye bugün de benden/bizden alınanların notunu tutmak için beklerken; bir ses Ahmet Telli’nin dizelerini kulağıma fısıldıyor sanki;

Coğrafyanın memelerinden

emdiğimiz süt

Kan olup akıyor yaralarımızdan

ama ben

Kendimi çağırdım senin yanına,

haysiyeti

Nedir ölümün görüp

yaşayalım birlikte

Sesini duyalım

topraktaki iniltinin ama sen

Seni unutma,

keder de onarır hayatı bazen

Ateşin lânetini İbrahim’e sor

ve suyu dinle

Şehri anlat, hâtıraları koru,

taş çölün rahmidir

Mermerin damarlarına sızmıştır

hikâyemiz

Suyu dinle, toprağı anlat,

seni unutma, diyor.

Ben de Telli’ye;

“O zaman unutmamak, anlatmak için, yaşamak ve yaşatmak için, haysiyeti, onuru, direnişi, baş eğmezliği, umudu inancı soyut sözcüklerden kurtarıp yaşamda somutlamak için ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarımızın ardından onları bir kez daha dinleyelim. Çünkü onlar, kendimden öncekilerden devraldıklarıyla adımladılar patikaları. Onlar yaşamanın ve yaşatmanın mücadelede somutlama cüreti sergilediler. Kavgadaki duruşlarıyla yoldaşların umutları, özlemlerini de omuzlayarak yürüdüler bu yolda. Onlar Leylaları, Aşkınları, Hakanları, Orhanları… yeniden yaşattılar. Haysiyetin, onurun, direnişin… yeniden adı oldular. Şimdi sıra bizde: devrim yolunda sıralarını savan yoldaşların yüklerinde omuzlayıp daha ısrarlı ve kararlı devam etmeli bu yolda. Her ne kadar yükümüz giderek ağırlaşıyor olsa da, aynı zamanda bir o kadar yolumuzu kolaylaştıran, aydınlatan İbrahim’den Mehmet’e ölümsüzleşen sekiz yoldaşımıza, bıraktıkları izleri takip etmemiz yeterli!

Elimde kalem kâğıt bu sefer kendim için değil herkesin görebilmesi için yazıyorum. Unutturmamak, anlatmak için.

Hasan yoldaş, ben seninle vedalaşıp, demir parlaklıklar, tel örgüler arasından gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğinin görünen bir kısmına bakarken martılar beliriveriyor biranda. Heyecanla saymaya başlıyorum. 1, 2, 3, …, 7, 8… Martıların gökyüzünde süzülüşlerini hayranlıkla izliyor, hayal kapılarımı sonuna kadar açıyor, yükümü omuzlayıp gökyüzünde onlara eşlik ediyorum… Anlıyorum ki ne yaşanmışlıklarımızı ne hayallerimizi, düşlerimizi ne de siz olmasanız da yaşayabileceklerimizi elimizden alabilme/çalabilme güçleri var onların… Sana söz veriyorum. Bir gün sen görmeyecek olsan da ben o sürprizi yapıp, yaşayacağım…

 

Tutsak Partizan Serda Göçer

Gebze M Tipi Hapishane

46611

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Sayfalar