Çarşamba Mayıs 29, 2024

Yol

Düşünce tarihinde Ad Hominem(insana yönelme, işaret etme) denilen latince bir kavram vardır.gerçi latince olmasının halk nazarında bir halta yaradığı yoktur, bu yazıya konu olacak ülkemiz yarı akıllıları veya akıllı görünmeye çalışanları, halk tarafından anlaşılmamayı bir üstünlük belirtisi olarak gördüklerinden dolayı bu türden bolca latince kelimeler kullanırlar. Ancak bu fularlı, top sakallı, ressam şapkalı “akıllılara” cevap verirken bir halta yaramaktadır.

Kısaca tartışılan kişinin bilgisine ve önermesine karşı, bilgi sunmaktan, fikir geliştirmekten ziyade karşı tarafın kişisel zaaflarını, hatalarını, niteliğini öne çıkartarak tartışmadan galip çıkmaya çalışmak olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle Yani bilgiyi tartışmak yerine bilginin sahibini tartışmak. Kavram, “insan doğduğunda boş bir sayfa gibidir, öğrendikçe sayfa yazılır” diyerek materyalizme kapı aralayan Liberalizmin babası İngiliz düşünür John locke a(1632-1704)dayandırılsada Aristo ya kadar gider.

Tartışmayı, eleştiriyi, bilgi alışverişi ve karşılıklı öğrenme olarak gör(e)meyen kişilerin bilgiye, bilgi ile karşılık vermek yerine, tartışmanın ve eleştirinin önünü kesmek ve galip gelmek için karşı tarafın kişisel niteliklerini öne çıkarması, fikre göre değil, diğer kişilere göre yaşamın şekillendiği ülkemiz insanlarınında tipik davranışlarından biridir. Hatalı bir davranışı eleştirene “sende yaptın veya yapıyorsun” diye cevap vermek, yetersizlikleri, eksikleri , başarısızlığı eleştirene “sen ne yaptınki bu konuda” diye cevap vermek, uzman, profosyenel olmadığı bir konu üzerine fikrini söyleyene, “sen ne anlarsın” diye cevap vermek, kariyeri, sınıfsal konumu, rütbesi, burjuva eğitim seviyesi daha aşağıda olan birisinin eleştirisine veya fikrine ya “senin haddinemi” diye yada “senin çapın veya kapasiten yetermi bu konuda söz söylemeye” diye cevap vermek, vb. Ad Hominem kavramının kapsamına girer.

Tahmin edileceği gibi bu türden bir davranışın esas tetikleyicisi, fikir ve bilgi karşısındaki yetersizliğin yarattığı çaresizliktir. Karşı tarafın kişisel niteliklerini tartışmada, sözkonusu yapmak, Bilginin sonsuzluğunun bilincinde olan, fikirsel dünyasını devam ettirmek, geliştirmek için bilgiye ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyan birinin aksine, bilgiyi başkalarının ihtiyacı görmesinden dolayı fikrini geliştirme, çoğaltma gereği duymayan birinin çaresizliğinin dışavurumudur. Misal, kendisi yerine bir başkasının düşündüğü, Sosyalizmi kendi kişisel ihtiyacı olarak görmeyen bir Devrimci, bu hedef doğrultusunda doğaldırki bilgi edinme gereği duymaz, bilgi fukaralığı ancak fikir fukaralığını ve cehaletide beraberinde getirir. Böyle biri, bir fikre karşı kendisi yerine düşünenleri savunma, koruma adına mürit davranışı sergileyeceğinden dolayı en kolay olana, fikrin sahibinin kişisel özelliklerine sarılır, saldırır. ( bir tüzel kişilik olan PKK politikası eleştirildiğinde, Faaliyetçilerinin, eleştirenin tüzel kişiliğini öne çıkartarak “siz ne yaptınızki” diye gösterdiği reaksiyon bu davranışın en tipik örneklerinden biridir.) böyle bir yöntem, karşı tarafın kişisel özelliklerine saldıran kişide bir tatmin, zafer duygusu yaratsada, savunmaya çalıştığı, kendisi yerine düşünen grubun, kişilerin mutlaklaştırılması sonucunu doğurur. Mutlaklaştırma arttıkça karşı tarafın zaaflarına, açıklarına saldırının derecesi artarak bu döngü devam eder. En vahimide Mutlak kişi ve grup yanlış yaptığında, veya çizgisinden saptığında, bu bilgisizlikten dolayı denetlenememesidir. (Mao, Kaçmaya çalışırken uçağını havada bombalattığı Lin biao için, alay ederek “çok doğru adamdı hiç yanlış yapmadı” derken bu mutlaklaştırmayı vurgulamıştır.) içinden geldiğimiz siyasi hareketin tarihinde onca ayrılık yaşamımıza rağmen, tavırlarımızı fikre göre değil, kişilere göre belirlediğimiz yığınla örnek vardır. Fikre fikirle, bilgiye bilgiyle karşılık vermek , tartışan tarafları ilerletir, eksiklikleri, yetersizlikleri açığa çıkartarak öğrenme ihtiyacını doğurur ve bu ihtiyaç giderildikçe bilgi artarak fikrin zenginleşmesine yol açar, fikrin sahibini madde ve toplum içindeki çelişkileri kavramada yetkinleştirir.

Bilgiye olan bilimsel ideal tutum bu olması gerekirken, fikrin olmadığı veya çok düşük seviyelerde kaldığı itişmelerde veya iktidar kavgalarında kişisel nitelikler belirleyici olmaktadır. Şu anki Ahval-i şeraitimiz bundan ibarettir. Sadece entellektüell bir tartışma içinde olunsaydı bilginin sahibi gözardı edilebilirdi, ama sınıf mücadelesi hem fikri hemde insani nitelikleri birlikte dayatmaktadır.Henüz yanlışlar denizi içindeki doğru bilgiyi yakalama yetisinden yoksun sıradan insan hafızası bilgiyi koordinatlariyle birlikte kaydeder, yani nerede, nasıl ve hangi şeylerlerle birlikte oluşmussa bunlarıda kaydeder, doğru bir şeyi yanlış bir şeyle birlikte algıladığında sadece doğruyu değil yanlışıda kaydeder, bu yazıya konu olan “ad hominem” kavramının kaynağı ve beslendiği yer işte burasıdır.yani yanlış bir yerde durarak doğru bilgi veren biri, doğru ve yanlış birlikte kaydedildiğinden dolayı karşı tarafın yanlışında ısrar etmesine neden olabilir veya yanlışında ısrar eden kişi kendini haklı çıkarmak için doğru bilgi verenin durduğu yanlış yere sarılır. dünyaya “doğru”yu hakim kılmak isteyen Komünistler durdukları yere ve bilginin doğruluğuna özen göstermelidirler.

Sınıf kavgasının orta yerinde bilimsel analitik aklıyla Devrimin nasıl gerçekleştirileceğinin bilgisine ekmek-su gibi ihtiyaç duyan bir Komünist, bilgiye bilgiyle karşılık verirken saf tartışan bir entellektüell gibi bilginin sahibinide gözardı edemez. çünki Bilgiyi elde etme sürecinde aklıyla kavga ederken, bilgiyi insanlığa, dünyaya hakim kılma sürecinde yüreği ile bedeni ile kavga etmektedir. O yüzden bu hükmetme kavgasında birlikte yola çıktığı insanların niteliği belirleyici önemdedir. Eğer salt bilgiyle yetinir insanların niteliğini gözardı ederse kendisini ciddi fiziksel tehlikeler beklemektedir, yok sadece insanların niteliğini öne çıkartarak doğru bilgiyi sahibinden dolayı yok sayarsa yoldan sapma ihtimali çok yüksektir. Geleneğimiz tarihinde bizi en çok yanlışa sürükleyen, yanlışta ısrar etmemize neden olan karşımızda konumlanan doğru bilgininin sahibinin yanlış duruşudur.

Yine yol ayrımındayız, kendini akıllı,irade, beyin takımı olarak görenler biz zavallı kullarına “sağ yol çok tehlikeli, sol yoldan gidersek aydınlığa çıkarız diyorlar” ama bunu “o yoldan” çok uzakta ama çok çok uzakta, dünyaının en zengin ülkelerindeki, “highspeed” internet bağlantısıyla “o yol” u ekranlarda gözledikleri sıcacık evlerinde söylüyorlar. Yolda son iki sefer mola verildiğinde, her defasında “sağ yol” a doğru eğilim gösterenlere şiddetle karşı çıkan ve bu tavrı herkes tarafından bilinen biri olarak bu keskin “iradecilerimize, akıllılarımıza, beyin takımımıza” hatırlatmak zorundayım. Yoldaki molalarda bu “sağ yol” eğilimine ses çıkarmayan üstelik itirazsız onaylayan, sonrasında yıllar boyunca yolun anlatıldığı kitle iletişim araçlarında bu eğilimin, bu sapmanın yüzlerce örneğini engellemeyen sizleri herhalde “ilahi bir ışık” etkiledi ve şimdi nirvanaya ulaştınız. Ama ne şeytani tesadüfdirki o tehlikeli “sağ yolda” duranlar sizleri yola davet edince bu hikmet vukuu buldu. Kişi fikir üretmeye çalıştığı bilginin kaynağından uzaklaştıkça keskinleşmeye başlar, çünki uzaktan gözlemlediği şeylerin ayrıntısını gözlemleyemez, fikir üretmeye çalıştığı şey uzaktan net görülemediği için bulanıklaşır, ve bulanıklığın etkisini gidermek için sol keskinlikle bunun üzerini örtmeye çalışır, “solculuk” daima sağcılığı gizlemenin aracı olmuştur. Yine geldik “ad hominem” kavramına, yani duruşunuz eleştirilecektir “sağ yola” getirdiğiniz eksik ama doğru eleştiriler, duruşunuzdan bağımsız olarak, bilginin ilerletici ve özgürleştirici özelliğinden dolayı bizler tarafından ciddiye alınıp tartışılmalıdır. Diğer yandan bu eksik ama doğru eleştirileriniz, yukarıda dile getirdiğim gibi yıllar boyunca yanlışlığı onaylayan süreciniz gözönünde bulundurulduğunda şu andaki kavga kaçkını duruşunuzun üzerini kapatmak için bir bahane görüntüsü vermektedir. Doğru bilgiyi verirken etrafınızda topladığınız, özellikle birkaçını görürken öfkemizi kontrol etmek zorunda kaldığımız olumsuz tipleride hafızamız kaydetmektedir.

Birinci paragrafta belirttiğim gibi ortada tıkanıklığı aşmak için pratikte hayat bulmuş genele ilişkin bir fikir olsa, doğru fikirden yana tavır koyacağız, ama heyhat sadece bölgesel bir soruna ilişkin bizimde bildiğimiz küçük bir doğru bilgiyi tekrarlamak samimiyetsizliğinizi aşmanıza yardımcı olmuyor sağ yoldakiler, “biz kavgadayız, yoldayız” diyorlar, (bu sağcılığı bir önceki “milliyetçi enternasyonalizm” başlığı taşıyan yazımda şiddetle eleştirmiştim, burada tekrarlamak istemiyorum okuyucu bu konudaki eleştirilerimi öğrenmek istiyorsa bu yazıya bakabilir) ama ısrarla “yoldayız” diyorlar. engebeli ve ölümün kol gezdiği bir Yolda, pratikte, söz konusu devrimse, hedefine yönelmiş biri daima bilginin yolu aydınlatıcı ışığına ihtiyaç duyar, ve bu yüzden her türlü bilgiye, eleştiriye iştahla yaklaşır, helede bu bilgi,eleştiri kavgada kanları, gözyaşları,acıları, öfkeleri,sevgileri birbirine karışmış yoldaşlarından geliyorsa dahada ciddiye alır. Karşı devrimci olmadığı sürece Yolda, kavgada olanı eleştiriyle tekrar doğruya yöneltebilmenin olasılıkları vardır, ama ya yola gelmeyeni!!!

Bilirizki direnişleriyle tüm urfa tugayına diz çöktürenler, ve “elektrik kar etmiyor, keban barajı gibiler” nitelemesiyle direnişleri düşmanları tarafından dahi takdir edilenler yola ilişkin düşünsel sapma göstermişlerse dahi(Yanlışta olsa bir fikir vardır) bunu devrime olan bağlılıklarından yapmışlardır. Kavgada olanları eleştiriden yoksun bırakmak muhakeme yeteneklerinin zayıflamasına yol açar, biz eleştirerek yoldaşlarımızın yanında duracağız.

63183

Ciddiyet!!!

Devrimimizin her alandaki görevleri, amaçladığımız hedefe uygun olarak layıkıyla yerine getirildiği oranda başarı ve ilerleme kaydedilir. Ertelenen-“unutulan”-geçiştirilen-ihmal edilen, üzerinde yeterince ciddiyetle durulmadan baştan savma yapılan her görev, demokratik halk devrimine giden yolu uzatır. Varılması gereken hedefi uzaklaştırır. Unutmamak gerekir ki başarı ve kazanım sadece sağlam bir ideolojiye sahip olunarak elde edilemez. Bunun kadar önemli olan bir diğer yan, faaliyetçilerin devrimci nitelikleri ve sahip oldukları düzeydir. Pratiğe müdahale güçleridir.

G-20 ler Ezilen Halkların Kaderini Belirliyor! “Alın Size Barış”!

Defalarca yazdık,anlatmaya çalıştık ve dedimki; siyaset yapanlar,demokrasi isteyenler,"büyük politik tahliller'de bulunanlar, emperyalizmle ,faşizmle , faşist diktatörlüklerle barış olmaz. Çünkü, bütün savaşları başlatan-çıkaran onlar. Sömürüyü, ve insanların bütün eşitsiziliğini yaratan ve bu sistemlerini devam ettirmek silah üretenler yakıp yıkıp dünyamızı çöl haline getiren , yaşanmaz kılan yine glabol emperyalist devletlerdir. Onlar var oldukca emperyalist savaşlarda var olacaktır.

Proletaryanın İktidar Mücadelesinde Strateji ve Taktiğin Kavranması:Özgür Gelecek

Kapitalist üretim basit meta üretiminden doğmuştur ve uzun bir tarihsel dönemi kapsar. Kapitalizmi olanaklı kılan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve toplumda ücretli emeğin egemen olmasıdır. Kapitalizm sömürü üzerine kuruludur. Temel ekonomik yasası işçinin ödenmemiş emeği üzerinden elde edilen artı-değer yasasıdır. Toprağı, üretim alet ve araçlarını ellerinde bulunduran bir avuç sömürücü sınıfı halk yığınlarını açlığa mahkûm etmektedir. Daha fazla kâra odaklı olması daha fazla sömürü dolayısıyla ezilen halkta daha fazla yoksulluk açlık ve acı olarak yansıma bulur.

Emperyalistler tepişirken kitleler katlediliyor

“Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır.” Marx’ın bu sözü söylemesinin üzerinden yaklaşık 170 yıl geçti. 

Kapitalizm ekonomisiyle, siyaseti ve kültürüyle, yaşam biçimiyle, ideolojisiyle ve en önemlisi, bunların toplamı olan yıkıcılığıyla, doğayı ve onun bir parçası olanı insanı tahribatıyla,  artık insana ve doğaya ölüm sunmaktan başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Kapitalizm çürümüştür. Burjuvazinin çürümüş kokusu bütün dünyayı hızlı bir şekilde sarmaya başlamıştır.

SOYKIRIMIN ANITI VE AĞITI: Gomidas/ Komitas/ Soghomon Soghomonian

“Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo.”[1]

Yıllar boyunca, ne geçen zamanın ne de Anadolu toprağının örtebildiği katliam izleriyle dolu yollarda yürür ve kendi ölümünü beklerken, “Eğer kurtulursam gördüklerimi yazacağım. Halkımın yaşadıklarını herkes bilsin” diye düşünüyordu Rahip Krikor Balakyan. “Hatta tüm bunları gelecek kuşaklara aktarmak için yaşamalıyım. Hayatta kalmak için elimden her ne geliyorsa yapmalıyım.”

Faşist devlet terörüyle kazanılan bir “seçim” ! / Engin Gören

TC devleti ve AKP hükümeti, yine bütün eşitsizliklere rağmen 7 Haziran da genel seçime gitti ve tek başına hükümeti kuracak “miletvekili” sayısını yakalayamayınca kudurdu. Ağızlarında salyalar akıtarak tehditler savurdular. Hemen kısa sürede seçimi yenileyeceklerini söylediler ve bir süre oyalamadan sonra hükümet olarak 1 Kasımda yeniden seçime gideceklerini ilan ettiler.

Mustafa Kemal Erdoğan /Tamer Çilingir

Tayyip Erdoğan ‘‘Rabia‘‘ işaret yaparak sayıyor; ‘‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet‘‘…

Oysa…

Yüzyıldır tutmadı bu maya… Kan ve gözyaşlarıyla sulanan bu topraklarda 91 yıl önce inşa ettikleri devlet de, bayrak da, vatan da bizim değil… O tek millet dediği şey de, ne Kürtleri ne de diğer ulusları temsil ediyor.

Talat Paşa’dan Enver Paşa’dan devraldığı soykırımı bayrağını ölene kadar dalgalandıran, Hitler’e ‘örnek’ olabilecek derecede suçlu olan Mustafa Kemal’in izinden yürüyor Recep Tayyip Erdoğan.

Kavganın Töresi bu

Umudu  taze tutmak,yarınlara taşımak için doğru bir taktik hat ve bu taktik politıkayı belirleyen , ona yön veren doğru bir stratiji tesbit etmek belirleyici önemdedir.Çünkü ,bir kere stratijik siyasi hat belirlendimi ona uygun  taktik politika üretilerek hayata  geçirilmeye çalışılır. Burada yanlızca kendi  durumunu ele almak , değerlendirmek yetersiz ve yanlıştır. Aynı zamanda  karşıt güçlerin durumunu çok yönlü ele almak,değerlendirmek zorunlu ve gereklidir.

Olağanüstü Halden Olağanüstü Seçim Sonucları / Mehmet Tohumcu

7 Haziran seçimlerinden sonra şoke olan AKP ve Saray çevresi, Türkiye ve  T.Kürdistanın’da gelişen Demokrasi ve Barış havasını birçok katliamla kana bulayıp kaos ortamı yaratarak silahların ve şiddetin baskısı altında bir seçim ortamı oluşturdu. Ülke tarihinin en baskıcı, en anti demokratik seçim dönemlerinden birini geride bıraktık.

Zulmün zaferi olmaz

Kitlelerin katledildiği, polis ve askerlerce kuşatılan bir ülkenin ortasına kurulan “demokrasi” sandığından “barış” değil, katliam çıkabiliridi, nitekim aynen öyle oldu. 

Faşist diktatörlüğün en azgın bir şekilde sürdüğü hangi ülkede seçimle “diktatör” devrilmiş? Tersine, askeri darbeler dışında seçimle gelen bir sürü diktatör örneği var. En bilineni ise Nazi faşizmidir.  

Hiç yenilmeyenlerin tarihsel zaferi

Seçimlerin hemen ertesinde HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş seçim sonuçlarını; “bir zafer” olarak değerlendirdiler.

Gerçekten de bu; Demokrasi Güçlerinin kendine karşı bir kez daha-yeni bir zaferidir.

Kasım Seçimleri aynı zamanda, bir ülkenin topraklarının ne kadar istikrarlı 3 renge büründüğünün matematiksel ispatı olmuştur.

Ülkenin bir parçası çok istikrarlı HDP, bir parçası CHP ve çok büyük bir parçası yine AKP demiştir.

Sayfalar