Perşembe Nisan 24, 2025

2 Temmuz’un karanlığını Devrim aydınlatır!

Alevi sanat festivalinin ikinci günü olan 2 Temmuz 1993’te, binlerce cihatçı, yaklaşık yüz Alevi sanatçının kaldığı bir otelin önünde toplandı. Yaklaşık bir saat sonra otel ateşe verildi.

Otelde bulunanlar, faşist güruhun otele girememesi için kapı önüne barikat kurdular fakat bu kez de pencerelerden atılan binlerce taşın kurbanı oldular.

Polis, olay yerinde bulunmasına rağmen kalabalığa müdahale etmeyerek otelin içinde bulunan insanların katliama uğramasına an an ‘seyirci’ kaldı.

Döneminin Kemalist-Faşist CHP iktidarı ve günün AKP-MHP hükümeti bugüne kadar katliamı tanımıyor ve Sivas’ı anmak adına yapılan tiyatroları dahi yasaklıyor. Aleviler, Osmanlı’dan bu yana Türk-Sünni yapıdaki iktidarın yoğun baskısı ile mücadele ettiler, ediyorlar.

Baskı altında tutma ve buna eşlik eden asimilasyon politikaları, esas olarak, Alevilerin diğer birçok toplumsal kesimde olduğu gibi Türk-Sünni ulus ve inancına sahip olmamasından kaynaklanıyor.

Erdoğan’ın iktidara seçilmesinden sonra Alevi toplumu hükümetin yanı sıra sistemin aşırı baskısı ile karşı karşıya kaldı ve bu baskılar hala devam etmekte. Sorun tek başına Sünni ya da Alevi mezhebine mensup olmaktan kaynaklanan bir sorun olmanın ötesinde, sistemin kendi tekçi anlayışını Türk-Sünni ulus ve inancına göre restore etmesinden kaynaklanıyor. Faşist yönetim bu tekçi anlayışla birleşince ya da faşizm kendini bu tekçi anlayış üzerinden ürettikçe iktidarda olmayan bütün inanç veya uluslara ölüm getiriyor.

Faillerin birçoğu ve özellikle de koordinatörleri bugüne kadar hesap vermeye çağrılmadı. Katliamla ilgili yanıtsız kalan sorular, katliamın üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hala mevcut. Bu  önemli sorulardan biri örneğin, 6 katilin Almanya’ya engellenmeden nasıl kaçabildiği ve hepsinden önemlisi, polis ve itfaiyenin neden bu kadar geç müdahale ettiği gibi sorulardır.

2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan katliam ile tarihe bir kara leke daha eklendi. Bu saldırı, Alevilere karşı duyulan kini ve nefreti bir kez daha açığa çıkarttı. Döneminin Kemalist-faşist iktidarı yaşanan katliamın keyifli seyircisi ve hatta bu faşizan saldırının tetikleyicisi oldu.

Olay yerinde bulunan polis, müdahale etmeyerek sivil faşist saldırganların 2 otel görevlisi dahil 35 insanın yaşamına son vermesine izin verdi ve olayı görüntülü olarak kaydetti. Sivas’ta Alevilere dönük saldırılarda, Roboski’de Kürtlere, Suruç’ta ve Ankara’da devrimcilere yönelik saldırılarda aynı zihniyettin ürünüdür.

Alevilerin bugün örgütlü hareket etme konusunda yaşadığı sorunlar tam da bu gibi asimilasyon politikalarının etki gücünü büyütmektedir. Faşist iktidarın Alevi ve Kürt gençlerine yönelik yürütmüş olduğu bu çirkin politikanın karanlığını devrimin aydınlatacağı tartışılmaz bir gerçektir.

Günümüze kadar devam eden asimilasyon politikası, yaşamımızın her alanına sirayet etmektedir. Sosyal medyadan, izlediğimiz dizilere kadar bu faşizan çizgi gündemimizi belirlemekte. Faşist suç örgütü lideri Sedat Peker ile hükümet arasında geçen tartışmalar sonucu, Peker, yapmış olduğu açıklamalar ile “derin” devlet ve Devlet-Mafya ilişkilerini doğruladı.

Mafya lideri Peker’in en son açıklamasında “Alevilere dönük katliam planlanmakta” ifadesi, AKP-MHP faşist iktidarının Alevilere yönelik körüklediği nefretin bir itirafı niteliğindedir. Bu gibi söylemler, Alevilerin mevcut korkularını artırma ve kendilerini daha fazla gizlemeleri gerektiği algısını yaratmaya çalışan söylemlerdir. Katil TC, Kemalist iktidarın egemenliğinden AKP-MHP faşist yönetimine kadar karanlığa isyan eden devrimcilere, Kürtlere, kadınlara, LGBTİ+’lara, Alevilere, Ermenilere barbarlığını sürdürmekte.

Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde “Bu daha iyi günleriniz, daha neler olacak neler” demesi bu bağlamda özelikle dikkat çekiyor. İzmir’de HDP il binasına yapılan saldırıda katledilen Deniz Poyraz tamda devletin bu ayrıştırıcı, ırkçı, nefret içeren sözlerinden yola çıkarak örgütlenen bir katliamla yaşamını yitirmiştir.

HDP çalışanı Deniz Poyraz’ın katledilmesi, devletin Kürtlere dönük katliamlar planladığının en somut göstergesidir. Failin, Dışişleri ve İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve MİT Müsteşarı ile fotoğraflarının olması bu bağlamda özelikle dikkat çekici.

Peker’in yapmış olduğu açıklamaların doğru olup olmadığının tartışmasına girmeden, şunu görebiliyoruz ki; devlet yeni bir süreç başlattı ve bu süreçte fazlasıyla katliam planlandığı çok açık ve ortada.

Başka bir konu ise, yaşadığımız dönemde asimilasyon politikalarının artık kılıf değiştirdiğidir. Sosyal medyada gördüğümüz kısa videolar, televizyonda izlediğimiz diziler veya sokaklarda asılı duran reklamlar… Sistemin bu bağlamdaki çizgisi ve gayesi, aslında Kürt ve Alevi gençleri çeteleştirme ve onları böylece kendi sömürgeci sistemlerine karşı tehdit olmaktan çıkartma isteğidir.

Son yıllarda geniş bir etki yaratan “Çukur” dizisi değindiğimiz konun en somut örneğidir. Çukur adlı dizide Alevi deyişlerinin çalması, mahalledeki gençlerin alevi ve bazı karakterlerinin Diyarbakırlı olması bu bağlamda özelikle dikkat çekiyor.

Mafya Lideri Peker’in, videolarında Alevilerin sembolü olan Zülfikar’ı takması veya Hz. Ali den sözler yansıtması, tamda alevi gençlerini çete ve mafyalaştırmaya özendirmeye çalışıldığının göstergeleridir. Bu dizilerde ve çevrilen ‘tiyatroların’ bu içeriğinde devletin bir parmağının olduğu muhakkaktır. Sergilenen oyunlarla devrimci potansiyel taşıyan Aleviler ve Kürtler, politikadan uzaklaştırılmaya ve çeteleştirilmeye çalışılmaktadır.

Devletin bu gibi politikalarına karşı durmak için örgütlenmek, bilinçlenmek olmazsa olmazımızdır. Çünkü bir büyük balık binlerce örgütsüz balığı kovalar ama örgütlü bin balık büyük balığı alt edebilir.

Coğrafyamızda her ne kadar baskı görsek de, buna karşı sergilediğimiz inançlı duruşumuz, irademizin simgesidir. Onlar her ne kadar bizi yok etme girişiminde olsa da tarihten bu yana görüyoruz ki bizi yok edemezler. Her ne kadar yok etmeye çalışsalar da edemezler. BPKD’nin önderi Başkan Mao’nun dediği gibi “düşman saldırıyorsa bu iyidir, daha çok saldırıyorsa daha çok iyidir, bu sadece onun sizden korktuğunu gösterir”. Kum üzerine inşa ettikleri sistem, ezilen halkların öfkesi, işçi sınıfının isyanı ve devrimin ateşi ile yıkılacak.

Yaşadığımız tüm katliamların karanlığını devrim aydınlatacak!

Sonuç olarak şunu görebiliyoruz; Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Kemalizm’i saklandığı kılıftan çıkararak gerçek faşizan yüzünü ortaya koymuştur.

12 Eylül 1980 AFC’si ile hapishanelerde baskı ve işkence artırılmış ve binlerce devrimci katledilmişti. Günümüzde kendini muhalefetmiş gibi gösteren ama özünde faşist karakterli Kemalist CHP, her ne kadar kendini demokrasi, adalet ve özgürlük yanlısı gösterse de tarihte asıl yüzünü birçok kere göstermiştir.

Deniz Poyraz arkadaşımızın katledilmesinden sonra CHP Genel Başkanı Kılıçtaroğlu “biz bu provokasyonlara gelmeyeceğiz” ifadelerinde bulundu. Bir Kürt kadını parti binasında katledilirken, Kılıçtaroğlu’nun ifadesi CHP’nin katliamı nasıl yorumladığını göstermektedir. Onlar için bir Kürt’ün öldürülmesi sadece bir provakasyon girişimi olabilir.

Elindeki MLM feneri ile yolumuzu aydınlatan Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın ortaya koymuş olduğu gerçekler doğrultusunda bu yolda yürümeye ve ilerlemeye devam edeceğiz.

Faşizmi tüm kılıflarıyla beraber dünyanın her bir yanından def edene kadar isyanda olacağız. Son sözümüz bu katliamları örgütleyenlere ve onların tetikçilerine… Unutmayın ki devran döner ve hesap sormanın sırası gelir, çınladıkça kulaklarınız hatırlayın bizi, çünkü sönmeyen ateşimizin, bitmeyen direnişimizin sesidir kulağınızı çınlatan.

4503

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Partizan'dan

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar