Pazar Ocak 26, 2025

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı. Bin yıl sonra Tayyip tarafından Nizamülmülk’den ödünç alınmış bu söz bugün Fettullah Gülen için söyleniyor! Tayyip sadece Nizamülmülk’ten bu sözleri ödünç almıyor aynı zamanda ondan bir devlet geleneğini de devralıyor. Cemaat için “Haşhaşiler” derken, F. Gülen’i de Hasan Sabbah’a benzeterek, bir dönem koalisyon ortaklığı yaptığı kişileri “entrikacı”, “suikastçı”, “afyonkeş”, devleti arkadan hançerleyen komplocular, dış mihrakların maşası ilan ederek Gülen Cemaatini Hasan Sabbah-Alamut Kalesi üzerinden yıpratmak istiyor.

Hasan Sabbah üzerinden yaratılmak istenen olumsuz algı “Haşhaşiler” kavramı üzerinden perçinleniyor. AKP-Gülen koalisyon ortaklığının bitmesiyle başlayan çatışma iktidar etrafında şiddetlenerek devam etmektedir. Cemaatin AKP’li köşe yazarları tarafından  “Haşhaşilere” benzetilmesi, Tayyip’in bizzat üst perdeden, devlet içine sızmaya çalışan çeteler tarafından arkamızdan ‘hançerlendik’ demesiyle, ‘haşhaşiler’ söylemi bir anda popülerleşerek dillere pelesenk oldu.

Tayyip ve AKP’li köşe yazarları tarafından, “Haşhaşiler’’ kavramının Gülen cemaati için kullanılması bir tesadüf sonucu veya cemaat örgütlenme modellerinin belli oranda birbirlerine benzerliklerinden kaynaklı ortaya atılmıştır. Kavramlar üzerinden meşruluk oluşturma karşı tarafı köşeye sıkıştırıp zayıflatma, kendini tek meşru suç gösterme çalışmasıdır. Kavramlar ideolojilerin bir mücadele alanıdır, teorik mücadele bu alanda gerçekleştirilir. Kavramlarla bir zihinsel dünya inşa edilebilir ve ideolojik hegemonya kurulabilir. Kavramlar bir yönetme aracıdır. Tayyip de bizzat devlet ve devletin resmi İslam alimleri tarafından H. Sabbah hakkında oluşturulmuş kara propagandayı, sahte H. Sabbah “gerçeği” ile cemaati köşeye sıkıştırmak, Sünni tabandan koparmak için kullanılıyor.

Sünni Hanefilik dışında kalan inanç grupları AKP-Cemaat çatışmasında malzeme olarak kullanılmakta, bu inanç gruplarının simge ve sembolleri çatışan kliklerin elinde birbirlerini suçlamanın nesnesine dönüştürülmekte, seslendikleri kitlenin nefret duygularını beslemektedir.

Hasan Sabbah (Alamut Kalesi), Gülen Cemaatine ilk kez benzetilmiyor. 90’lı yıllarda klikler artası çatışma boyutlanırken de aynı benzetmeler yapılmıştı. Hatta sadece Gülen cemaati değil, Hizbullah, Cemalettin Kaplan, El Kaide gibi halk düşmanı çeteler de böyle tanımlanmıştı. Doğrusu “Haşhaşiler” suikast çetesi söylemleri ana akım medyanın her dönem ilgisini çekmiştir.

Biz hakkında yapılan spekülasyonları bir yana bırakıp kimdir Hasan Sabbah sorusuna odaklanalım.

İran’ın Kum kentinde Şii bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan Sabbah on iki imam Şiiliğiyle yetişir. Eğitimli, entelektüel yanı gelişmiş, bilme, sanata, felsefeye varana kadar birçok konuda kendini yetiştirmiş, (kendisi içim “7 yaşına bastığımdan beri çeşitli ilimleri, öğretileri öğrenme merakıyla yanım tutuşuyorum” diyor) ezilen yoksul köylüler ve şehir esnafı halkın yanında, yoksuldan yana, sömürüye karşı komünal eşitlikçi bir yaklaşımı kendisine rehber edinmiş bir halk önderidir. Kendine, öğretilerini yaymak için yurt edindiği Alamut Kalesine büyük bir kütüphane kurdurmuş, birçok alim-felsefeciyi Alamut Kalesi’nde misafir etmiş, eğitime büyük önem vermiş ve Nizarileri de bu temelde eğitmiş birisidir.

Nizariler; 909 yılında kurulan Fatımi Devleti’nin, kurulduktan yüz yıl sonra yozlaşmaya başlayarak eşitlik ve adalet söylemleri ile etraflarına topladıkları halka, onun sorunlarına yabancılaşmasıyla birlikte İsmaili Fatımiliğinden kopanlardır.   Fatımiler ilk ortaya çıktıklarında Abbasilerin zulmü altında ezilen yoksul halk ve inanç gruplarının sesi olmuş, eşitlik ve adalet söylemleriyle etrafına topladığı halk kitleleriyle kısa sürede büyük başarılar elde etmişlerdir. Lakin, mülkiyet ve sınıf ilişkilerinin getirdiği sonuçlar, yüz yıl sonra onları Abbasi aristokrasisi ile aynı noktaya getirmiştir.

Nizarilerin Fatımilikten kopuş tarihleri, Halife El Mustansır ölmeden (1094) önce büyük oğlu Abu Mansur Nizar’ı imam (halife) tayin etmesi ama Fatımi devlet aristokrasisinin Nizar’ın yerine küçük kardeşi Abu Kasım Ahmed’i tahta çıkarması ile başlar. Nizar’ın hakkı olan halifelikten Nizar’ın uzaklaştırılıyor olmasını haksızlık kabul edenler, Fatımilikten koparak Nizariliği kurarlar.  

“Nizarilerin Fatımilerden kopmasının en önemli nedeni kuruluşundan yüz yıl sonra giderek tutuculaşan, hantallaşan, alt katmanların sınıf çıkarlarından uzaklaşan, sadece söylemde adalet ve eşitlikten söz edip halktan uzaklaşmalarıdır.” ( Faik Bulut) Hasan Sabbah’ın başını çektiği Nizarilik, Sünni ve Şii egemenlerine karşı, ezilenler için eşitlik ve adil bir toplum hayalini temsil etmektedir.

Hasan Sabbah hakkında birçok hurafe ve karalama yapılmaktadır. Bunlardan en yaygın birkaç tanesi şunlardır.

Hasan Sabbah’ın Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’la okul arkadaşı olduğu, üç arkadaşın kendi aralarında anlaşarak birbirlerine “hangimiz yükselir ve bir yerlere gelirsek diğer ikisine yardım edecek” sözü verdikleri rivayeti. Buna göre Nizamülmülk Selçuklu sarayında vezir olur ve sözüne sadık kalarak Hasan Sabbah’ı yanına saraya alır. Bir müddet sonra arkadaşının yükselme hırsından korkan, yerine geçme planı yaptığını düşündüğü Hasan Sabbah’ı bir yolunu bularak Sultan Melikşah’ın gözünden düşürür ve saraydan kovulmasını sağlar. Bu olaydan sonra Hasan Sabbah Nizamülmülk’e düşman olur. Bu söylence Hasan Sabbah’ı sıradanlaştırmak ve hareketin sosyal-siyasal içeriğini boşaltmak için uydurulmuştur. Hasan Sabbah’ı o dönem sarayda baş sayman, denetçi, istihbarat örgütünün başı olduğu iddiaları da rivayeti sürükleyici ve etkili kılmak için uydurulmuştur. Bunlar gerçekle uyuşmayan hayal ürünü ve kurgudan ibarettir.

Bu rivayeti çürüten ikinci olay, “üç arkadaşın okul arkadaşı olmaları ve Nişabur’da okumuş olmaları”dır. Hasan Sabbah Kum ve Rey şehirlerinde eğitim görmüştür. Haliyle üç arkadaşın Nişabur’da okul arkadaşı olmaları hayalden ibarettir.

Hasan Sabbah, Alamut Kalesi ve İsmaililiğin Nizari kolu için çok bilinen diğer bir rivayette Nizari fedaileri ile ilgilidir. Onlar cennet bahçelerinde hurilerle birlikte olup haşhaşın etkisiyle suikast düzenleyen, şeyhlerinin emri ile sorgusuz-sualsiz kendilerini öldürebilen cahil-bilgisiz afyonkeşler olarak sunulur. Böylece Hasan Sabbah da korkutucu bir imge olarak zihinlere nakşedilir.

Hasan Sabbah ve Nizariliğin Avrupa’da “Haşhaşişer” olarak biliniyor olmasının önemli nedenlerinden biri ise Alamut Kalesine hiç gitmemiş İtalyan gezgin Marco Polo’nun Seyahatnamesinde yazdıklarıdır. Marco Polo’nun yazdıkları kendinden önce bölgede bulunmuş Hıristiyan din adamları, haçlı seferlerine katılmış komutanlar, krallar ve Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcilerinin Nizarileri karalamak için uydurduğu yalanlardan ibarettir.

“Marco Polo 1273 yılında Horasan ve Kirman eyaletlerine gitmiş, Alamut Kalesi 1256 yılında Moğollar tarafından istila edildiği için, Marco Polo’nun Alamut Kalesini görme olanağı olmadı. Moğollar kaleyi sitila ettikten sonra yerle bir etmişti.” (Faik Bulut Hasan Sabbah Gerçeği) Marco Polo’nun Nizarileri ‘Haşhaşiler’ olarak adlandırması onlar hakkında gerçek olmayan, hayal ürünü anlatımları zamanla Avrupa edebiyatına girmiş ve “Haşhaşiler” afyon içen, suikast yaparlar… olarak günümüze kadar bu şekilde anılmıştır.

Tayyip’in Fettullah Gülen Cemaatini tanımlarken kullandığı “gözü dönmüş Haşhaşi çeteleri” bizlerin yabancısı olmadığı şeylerdir. Bugün devrimci eylemler sonrası sıklıkla söylenen “ uyuşturucu hapların etkisiyle bu eylemleri yapıyorlar, kendilerinde değillerdi…” açıklamaları bin yıl önce de Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcileri tarafından Hasan Sabbah ve arkadaşları için kullanılıyordu. Faik Bulut’un Alamut Kalesi için söylediği; “onlar eşitlikçi dervişan cumhuriyetlerinin temsilcileridir” sözleri onları açıklamaya yetiyor. Egemenler her dara düştüğünde aynı oyunu oynar. Hasan Sabbah’ı Fethullah’la eşleştirmek; ezilenlerden yana tavır takınan, Şii ve Sünni sömürüsüne başkaldıran halk önderine hakaret ve saygısızlıktır.

 

92864

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Yine ve yeniden geldik; BURADAYIZ![1]

“Durgunsa ya da suskunsa insan,

mutlak bir nedeni vardır.

Suskunluğa aldanma,

herşeyin bir zamanı var!”[2]

 

Zorbalığın zulmüyle insan(lar)ın yıldırılmaya, sömürülmeye çalışıldığı her yerde teslim alınamayanlar, diz çökmeyenler, başkaldıranlar hep vardı, var oldu, var olacaktır…

Ayakta alkışlanmayı hak eden Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) gerçeği bunu kanıtladı…

SÖYLEŞİ: Okuryazarlik üzerine[1]

“Bir yazarı okumak, yalnızca

neler söylediğini öğrenmek değildir;

onunla birlikte yollara düşmek,

onun eşliğinde yolculuğa çıkmaktır.”[2]

 

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-2



Yel Degirmenlerine Karsi Savasa Katil; Akima kapilma:Atomu Parcalayacagiz-2

DHF Cevresindeki arkadaslarin 'Cok Partili Sosyalizm' tartismalarina bir katki olarak yayinladigimiz makaleminizin ikinci kismini yayinliyoruz 

Bir kez daha, “Terör” mü?[1]

“Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”[2]

Sayfalar